Kategori: Psikolojik Sorunlar

  • KUMAR BAĞIMLILIĞI

    KUMAR BAĞIMLILIĞI

    Maaşlarının 3 katından fazlasını İDDİA  ya da AT YARIŞI gibi oyunlara yatırdığını söyleyen bir danışanım eşinden boşanmak istediğini söylüyordu. “ 7 yıllık evliyiz, iki çocucğumuz var, evin ihtiyaçlarını bile maaşımızla tam karşılayamıyorken bir de gidip sürekli parayı kumara yatırıyor doktor hanım, başka çarem kalmadı, ya boşanıyoruz avukata gidelim ya da tedavi olmayı kabul et “ dedim .

    Eşi ise yaşadıklarını şöyle anlatıyordu;” aslında bağımlı falan değilim. Lise 2 den beri arkadaşlarla ganyan bayine takılırız. Başlangıçta öylesine harçlıklarımızla oynuyorduk, hatta bir keresinde 1500 Tl kazandım. Benim için büyük paraydı ama sonra üst üste kaybetmeye başladım. Üstüne düğün borçlarımız eklendi, bu son olacak bir kez daha oynayıp bırakıcam dedim. Eşimden habersiz bütün altınlarını sattım, kazanacağıma emindim. Kötü bir niyetim yoktu, kazandığım parayla tekrar altınları yerine koyacaktım. Ama şanssızlık işte hepsini kaybettim. Bu sefer altınları yerine koymak için diğer tüm şans oyunlarına para yatırmaya başladım.

    Eşim fark edince çok kötü kavga çıkardı, aileme söyledi. Babam ödemeyi kabul etti, büyük bir badire atlattık. 1 yıl oynamadım. Bir gün arkadaşım geldi, çok güvendiği bir at olduğunu bu sefer kesin kazanacağını söyledi ve onunla ortak girmemi istedi. Teklif çok cazipti kabul ettim, sonrası ise işte bildiğiniz gibi, yine her şeyi berbat ettim. “ HAYIR”  diyemiyorum, eşimi ve çocuklarımı seviyorum, ayrılmak da istemiyorum. Ben şimdi ne yapacağım doktor hanım?

    DUYGUSAL GÜVENSİZLİK

    Yukarıdaki danışan örneğinde de gördüğümüz gibi, at yarışı, iddia, makine oyunları ya da kağıt oyunlarına olan ilginin hobi olmaktan çıkıp, patolojik kumar bağımlılığına dönüştüğünü çok görüyoruz. Özellikle de ulaşılabilirliği kolaylaştıran bilgisayar ve cep telefonları gibi teknolojik gelişmelerin de kumar bağımlılığının artışında rolü büyük.

    Aslında özgüveni düşük, gerçekleri kabul etmede isteksiz, “Hayır” deme becerisi düşük, hayalperest, neden sonuç ilişkisini kurmakta güçlük çeken kişilerin kendisine ve çevresine zarar verecek düzeyde kumar oynadığını görüyoruz.

    Yaşamlarındaki gerçeklerden uzaklaşmak ve problemlerini unutmak isteyip, mevcut problemlerini yadsımanın kolaylığını keşfettiklerinde, geçici haz duygusu peşinde  kendini ispat edebilme duygusu içinde var olmaya çalışıyorlar.

    TANI KRİTERLERİ:

    • Zihin meşguliyeti: Kişinin aklında sürekli kumar oynama davranışlarının olması.
    • Tolerans: İstediği heyecanı sağlayabilmek için giderek artan miktarlarda parayla kumar oynaması.
    • Kaçış: Sorunlarından kaçması veya kendisini rahatsız edici duygulardan uzaklaşması için kumar oynaması.
    • Peşine düşme: Para kaybettikten sonra kaybettiklerini kazanmak için tekrar kumar oynaması. Kaybettiklerinin peşine düşmesi patolojik kumar bağımlılığının en önemli belirtilerinden biridir.
    • Yalan söyleme: Kumar alışkanlığının seviyesini gizlemek için aile üyelerine, danışmana ve diğer kişilere yalan söylemesi.
    • Yasa dışı eylemler: Kumar alışkanlığını finanse edebilmesi için yasal olmayan işlere girişmesi.
    • Zarar görmüş önemli ilişkiler: Kumar oynama davranışı yüzünden ilişkilerini, mesleğini ve eğitimsel olanaklarını tehlikeye atması veya kaybetmesi.
    • Bailout: Kumar sonucunda yaşadığı mali sıkıntılardan kurtulması için çevresindekilere güvenmesi.
    • Kontrol kaybı:  Kumar alışkanlığını kaybetmesi kontrol edebilmesi ya da kesebilmesi için tekrar eden başarısız denemelerde bulunması.

    Kumar oynayan kişilerde bu belirtilerden 5 veya daha fazlasının olması patolojik kumar bağımlılığının, 3 veya 4 tanesinin olması problem olabilecek kumar alışkanlığının, 1 veya 2 tane olması riskli kumar oynama alışkanlığının göstergesidir.

     

    Not: Haftaya Kumar Bağımlılığının tedavisini paylaşacağım.

    Danışan Öyküleri etik ilkeler gereği değiştirilmiştir.

     

  • UMUTSUZLUK

    UMUTSUZLUK

     

    “Artık hayattan hiçbir beklentim kalmadı”

    “Bu saatten sonra bir iş bulmam imkansız “

    “Eşim beni hiçbir zaman sevmeyecek, bu aşağılamalarının sonu gelmeyecek biliyorum”

    “Bu ülkede çocuğumun geleceğinden korkuyorum, eğitim sorun, uyuşturucu sorun, iş olanağı sorun, ötekileştirilmesinden korkuyorum ”

     

    Bu gibi umutsuzluk ifade eden cümleleri neredeyse her gün duyuyoruz çevremizden.

     

    Danışanlarım gelecekteki gerçek hedeflerine ulaşma olanaklarını kaybettiklerinde umutsuzluk tuzağına düşüyorlar. Bir çıkış yolu olduğuna ve yardım ile varlığında değişiklikler oluşabileceğine inandıklarında ise yeniden filizleniyor umut duyguları…

     

    Hedefe ulaşmadaki başarısızlık yargısı umutsuzluk duygusunun temelini oluşturuyor. Ayrıca;

     

    1. Yeteneğe karşı şans: Birey amaçlarına sahip olduğu yetenekleri ile değil de şans ile ulaşabileceğine inanır. Bu nedenle de hedeflerine ulaşabilmek için amaca yönelik davranışa daha az yönelir.

     

    1. Güvene karşı güvensizlik: Başkalarına karşı hissedilen güven, umut duygusunun gelişmesinde önemli bir rol oynar. Güven duygusu olmayan insanlar başkaları ile yola çıktıkları herhangi bir olayda , eğer başarısızlık yaşarlarsa, kendilerini değil de başkalarını sorumlu tutarlar.

     

    1. Uzun döneme karşı kısa dönem: Umut, kısa veya uzun dönemde ulaşabilecek hedefleri belirler. Konulan hedefe ulaşılması için geçen süre uzadıkça kişide umutsuzluk belirmeye başlar.

     

     

    DEPRESYONUN BAŞLICA BELİRTİSİ UMUTSUZLUKTUR

     

    Umutsuzluğun yer aldığı en önemli psikiyatrik bozukluklardan birisi depresyondur. Deprese hastaların %78’den fazlası geleceğe olumsuz bakar. ( Beck, 1963 )  Umutsuzluğa eşlik eden diğer bulgular ise :

     

    • değersizlik,
    • çaresizlik,
    • mutsuzluk,
    • kararsızlık,
    • eyleme geçememe,
    • işlerini sürdürememe
    • kendine güvensizlik ve suçluluk duygularıdır.

     

     

    İNSAN SEVİLMEK VE DEĞER GÖRMEK İSTER

     

    Yaşı kaç olursa olsun her insan ailesinde, okulunda, mahallesinde sevilmek ve değer görmek ister. Eğer ;

     

    1. Değerli, sevilen, istenen birey olmak yerine değersiz , istenmeyen olursa,

     

    1. Güçlü, üstün, güvenli bir ortamda olmak yerine güçsüz , ezilen ve güvensiz bir ortamda olursa,

     

    1. İyilik yapan ve seven olmak yerine saldırgan ve yıkıcı olmaya başlarsa ; kendini güçsüz ve çaresiz hisseder ki depresyon , böyle bir zeminde gelişir:

     

     

    Kendine güvensizlik ve suçlama arttıkça depresif kişi çevresine bağımlı  hale gelir. Daha sonraki dönemlerde umutsuzluk öylesine yoğunlaşır ki , kişi başkalarından gelecek yardıma umutsuzca sarılır. Doğru zamanda teşhis ve tedavi edilmezse depresyon derinleşir ve intihara kadar sürüklenebilir.

     

    Gelecek hafta depresyon tedavisini paylaşacağım; görüşmek üzere…

     

  • Kanser Hastalarının Psikolojik Desteğe İhtiyacı var

    fullsizerender-16

     

    Kanser Hastalarının Psikolojik Desteğe İhtiyacı var

    Bütün fiziksel hastalıklar, kişilerin fizyolojik ve psikolojik bütünlüğüne karşı tehdit oluşturur, varoluşsal kaygı yaratır. Hastalar bedensel zorlanma yaşadığı gibi, ruhsal ve sosyal açıdan da çeşitli zorlanmalar yaşarlar.

    Grip gibi basit görülen bir hastalık bile bazen hastayı kaygılandırabilirken, beden bütünlüğünü ya da işlevselliğini bozan diğer hastalıklar  psikolojik olarak ciddi yıkımlara neden olabilir.

    Bunların en başında da hastaların ciddi kaygı ve korku yaşadığı kanser gelmektedir. Çünkü kanser belirsizlikler içeren , ağrı ve acı ile ölümü çağrıştıran, suçluluk duygusu, terk edilme korkusu, panik ve kaygı yaratan bir hastalık olarak algılanır.

    Elbette kanserli hastanın yaşına, hastalığının çeşidine, evresine ve psikososyal çevresine göre  hastanın yaşadığı psikolojik sorunlar da değişmektedir. Ancak hastalığın çeşidi ve evresi ne olursa olsun, hem hastanın hem de yakınlarının psikolojik destek almaya ihtiyacı vardır.

    Özellikle tanı aşamasında ailelerin bize en sık sorduğu soru, “ hastalığını söyleyelim mi?  saklasak olmaz mı ? “ sorusudur. Her hastanın kendisi hakkında gerçeği öğrenmesi doğal ve temel hakkıdır. Bu nedenle hastaya umudunu yok etmeden, gerçeği kabullenişini kolaylaştıracak , tedaviye uyumunu arttıracak bir şekilde hastalığı hakkında doğru bilgi verilmelidir.  Zaten gerçeği saklasanız bile aile bireylerinin beden dilleri bir şeylerin ters gittiğini hastaya hissettirecektir.

    Hastaların en sık yaşadığı psikolojik sorunlar:

    1.Uyum bozukluğu

    2.Anksiyete bozukluğu

    3.Depresyon

    4.Organik beyin sendromu(ani serebral yetmezlik , kemoterapiye bağlı psikiyatrik sorunlar)

    5.Kişilik bozukluklarıdır

     

     

     

     

     

     

     

    Kanserli hastaların ilk psikolojik tepkileri nelerdir ve nasıl davranılmalıdır?

    1.Aşama Şok hali : birkaç saatten , birkaç haftaya kadar uzanan söyleneni işitmeme, hastalığa inanmama , gerçeği kavramada güçlük gibi şok hali yaşar hastalar. Panik ve çaresizlik içinde hastalığı inkar etme eğilimine girerler.

    Bu aşamada  hastaya zaman tanınmalı, umut olacak olumlu mesajlar verilmeli, tedavi seçenekleri tüm ayrıntıları ile anlatılmalı, ailesel destek verilmelidir. Hastanın duygularını aktarmasına zemin hazırlanmalı ve sabırla yardımcı olunmalıdır.

    1. Aşama Duygusal Tepki : Hasta zamanla gerçeği kabullenmeye başlar, ancak hastalığın başına getirebileceklerinden dolayı korkar ve aşırı kaygı duyar. Dikkat dağınıklığı, ağlama, huzursuzluk, iştahsızlık yaşar. “ Neden ben ? “ diye sorar ve   önce kendini suçlar. Daha sonra eşini, çocuklarını veya en yakınındakileri suçlar. Yok olma, ayrılık ve ölüm korkusu nedeni ile aşırı öfke duyar. Bazen bu öfkelerini, doktoruna, hemşiresine veya diğer aile bireylerine yansıtır.

    Bu aşamada hastanın kızgınlık ve isyanını dışarı vurmasına müsaade edilmeli, düşüncelerini ve duygularını aktarırken, hastayı yargılamadan dinlemelidir. Eğer hastalar kızgınlık ve isyan duygularını yeterince ifade edemezlerse depresyona girerler. Mutlaka profesyonel destek alınmalıdır.

    1. Aşama Uyum süreci: Artık hasta kabulleniş sürecine girer, tüm enerjisini ve ruhsal gücünü iyileşmeye adamak ister. Hastalığı ile birlikte yaşamayı öğrenmeye başlar.

    Hasta kimliğini, yaşam sürecini ve amacını yeniden gözden geçirir ve sorgular. Çevresindeki herkesten güven ve destek ister.

    Bu aşamada tedavisini üstlenen tüm doktorlarının tedavi seçeneklerini ve aşamalarını hastasına ayrıntısı ile anlatması hastaların uyum sürecini kolaylaştıracaktır. Doktorlarının ve ailesinin desteği hastaya yeniden savaşma ruhu kazandıracak,  iyileşeceğine dair pozitif inanç ile tedavisine dört elle sarılacaktır.

     

  • MUTLAKA TEDAVİ OLMALISINIZ

    Her ne kadar yetişkinlerde daha sık görsek de çocukluk çağında bile karşılaştığımız Obsesif Kompulsif bozukluk hastalığı için mutlaka bir uzmandan yardım almalı ve tedaviye isteyerek ve doktorla iş birliği yaparak başlamalısınız. 

    İlk seçenek İlaç Tedavisi:
    Genellikle beyindeki hormonal sistemin düzenlenebilmesi için Seratonin sistemi üzerinde etkili olan ilaçları tedavide ilk seçenek olarak kullanmaktayız.
    Ancak hastalar genellikle bu ilaçların ilk haftalarda görülen yan etkilerinden dolayı hemen bırakmakta ya da ilk hafta içinde hiçbir işe yaramadı diyerek erken kesmekteler. Oysa ki bu tür ilaçların yan etkilerine tölerans gelişebilmesi için en az 5-7 gün geçmeli ve etkinliğini tam olarak görebilmek için de en az 3 hafta ilaç kullanımına devam edilmelidir. Eğer tedavi için sabretmez sık doktor veya ilaç değiştirirseniz tedaviniz hızlanmaz aksine daha da karmaşık hale gelebilir.

    Bilişsel-davranışçı TERAPİ
    Hastanın akılcı olmayan düşüncelerinin akılcı olan düşünceler ile yer değiştirilmesi ilkesine dayanan ‘bilişsel ‘ terapi ile kişinin kaçındığı nesne veya kişiden aşamalı olarak karşı karşıya gelmesini sağlayan veya törensel davranışları önlemeye yönelik ‘ davranışçı ‘ terapi tekniğinin birlikte kullanılması ile ortalama 6-8 seansta hastada düşünsel ve davranışsal değişiklikler sağlanabilmektedir.

     

     
  • Obsesif Kompulsif Bozukluğun Nedenleri

    1. Genetik nedenler: Genellikle birinci derece akrabalarda veya ikinci kuşakta görüldüğünden genetik geçişli olduğu düşünülüyor

    2. Hormonal nedenler: Beyinde iletim ağında önemli rolü olan serotonin maddesinin azalması

    3. Çocukluk çağı travmaları: Erken çocukluk döneminde yoğun stres altında kalınmış olmak, anne veya babaya karşı duyulan yoğun öfkenin içe bastırılması , cinsel taciz veya istismara uğramak gibi …

    4. Kişilik Özellikleri: Kişilik yapısı olarak titiz, kuralcı, ayrıntıcı, mükemmeliyetçi özelliklere sahip olan kişiler bu hastalığa daha yatkın kişiler

  • TAKINTI HASTALIĞI TEDAVİ EDİLEBİLİR

    Günlük yaşam içinde hastalıklardan korunmak için temiz ve düzenli olmak , bazen güvenlik amacı ile kapıları, pencereleri, ocakları kontrol etmek , çeşitli konularda endişelenmek olağan şeylerdir ve elbette “ hastalık “ olarak adlandırılamaz.
    Ancak eğer takıntılı düşünceleriniz günlük yaşantınızda çok zaman harcamanıza neden oluyor, günlük aktivitelerinizi kısıtlıyor , aile, iş veya sosyal hayatınıza zarar verir hale geliyorsa o zaman OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUK (OKB) adı verilen bir ruhsal hastalık ile karşı karşıyasınız demektir.

    Obsesyon: Kişinin isteği dışında, zihnine girmesine engel olamadığı, zihninden uzaklaştıramadığı , yoğun sıkıntı ve huzursuzluğa neden olan düşünce, fikir ve dürtülere denir.

    En sık karşılaşılan obsesyonlar;
    • Mikrop bulaşması ile hastalık kapılacağına dair yineleyici düşünceler ( el sıkışma, bir yeri elleme gibi hastalık bulaşma şüphesi )
    • Güvenliğe dair yineleyici kuşkular( kapı kapandı mı, kilitlendi mi, ışıklar söndü mü, ocak kapandı mı gibi )
    • Düzen ve simetri ( eşyaların yerli yerinde olması, küçücük bir eğrilikten yoğun sıkıntı duymak gibi )
    • Birine zara verme korkusu ( çocuğuna ya da en sevdiklerine saldırma veya kazayla zarar verme düşüncesi )
    • Dini içerikli yineleyici düşünceler ( camide küfür etme , şeytana uyma, yeterince dua etmeme gibi )
    • Cinsel korkular ( kendine, toplumdaki statüsüne hiç yakıştırmadığı cinsel içerikli hayaller kurma veya görüntüler görme düşüncesi )

    Kompulsiyon ise; Takıntılı düşüncelerin neden olduğu yoğun sıkıntı ve huzursuzluğu azaltmak ya da ortadan kaldırmak için yapılan yineleyici davranış ve zihinsel eylemlerdir.

    En sık karşılaşılan kompulsiyonlar:
    • Sürekli el yıkama, yıkanma, bir şeyleri temizleme
    • Sayı sayma veya gördüğü şeyleri sürekli sayma
    • Eşyaları düzene koyma, simetrik olmaları için aşırı uğraş verme
    • Ocağı, kapıyı, kesici , delici, elektrikli aletleri vs. denetleyip durma
    • Sürekli dua etme, bazı sözcükleri defalarca tekrar etme
    • İlerde gerekli olabilir diye çeşitli eşyaları biriktirme veya saklama
    Tüm bu takıntılı düşüncelerden kurtulmak için yapmak zorunda kaldığınız , tekrar eden davranışlarınız bedeninize veya aile yaşantınıza zarar verir hale gelebilir, sürekli hasta olduğunuzu düşünerek sık sık çeşitli doktorlara gitmeye, yoğun bunaltı hissine, uyku bozukluklarına, fazla miktarda alkol veya sakinleştirici ilaç içmenize neden olabilir.

  • Kanser Hastalarının Psikolojik Desteğe İhtiyacı var

    Bütün fiziksel hastalıklar, kişilerin fizyolojik ve psikolojik bütünlüğüne karşı tehdit oluşturur, varoluşsal kaygı yaratır. Hastalar bedensel zorlanma yaşadığı gibi, ruhsal ve sosyal açıdan da çeşitli zorlanmalar yaşarlar.

    Kanser belirsizlikler içeren , ağrı ve acı ile ölümü çağrıştıran, suçluluk duygusu, terk edilme korkusu, panik ve kaygı yaratan bir hastalık olarak algılanır.

    Elbette kanserli hastanın yaşına, hastalığının çeşidine, evresine ve psikososyal çevresine göre hastanın yaşadığı psikolojik sorunlar da değişmektedir. Ancak hastalığın çeşidi ve evresi ne olursa olsun, hem hastanın hem de yakınlarının psikolojik destek almaya ihtiyacı vardır.

    Özellikle tanı aşamasında ailelerin bize en sık sorduğu soru, “ hastalığını söyleyelim mi? saklasak olmaz mı ? “ sorusudur. Her hastanın kendisi hakkında gerçeği öğrenmesi doğal ve temel hakkıdır. Bu nedenle hastaya umudunu yok etmeden, gerçeği kabullenişini kolaylaştıracak , tedaviye uyumunu arttıracak bir şekilde hastalığı hakkında doğru bilgi verilmelidir.

    Hastaların en sık yaşadığı psikolojik sorunlar:
    1.Uyum bozukluğu
    2.Anksiyete bozukluğu
    3.Depresyon
    4.Organik beyin sendromu
    5.Kişilik bozukluklarıdır

  • Stresin neden olduğu ruhsal hastalıklar

    1.Somatizasyon bozukluğu; Tıbbi bir rahatsızlık olmaksızın vücudun çeşitli bölgelerinde ağrılar,bulantı,kusma,geğirme,el ayakta uyuşma,ses kısılması, adet düzensizliği gibi şikayetlerin görülmesi.

    2.Kaygı bozukluğu; Sürekli endişe içinde, her an kötü bir şey olacak korkusu yaşanır. Huzursuzluk, aşırı heyecan duyma, dikkatini verememe,uyku bozukluğunun yanı sıra nefes daralması, aşırı terleme, çarpıntı, titreme, baş ağrısı ve bulantı görülür.

    3.Depresyon: Enerji azlığı , hayattan zevk alamama, içe kapanma, iştah ve uykuda azalma karamsarlık, ümitsizlik, kendine güvenin azalması, değersizlik düşünceleri ile seyreder.

    4.Panik atak; Kendiliğinden ve ani bir şekilde başlayan ;çarpıntı, terleme, titreme, nefes darlığı, göğüste sıkıntı hissi, bulantı veya karın ağrısı,çıldıracakları veya bayılacakları korkusuna da kapılırlar.

    5. Sosyal fobi: Başkaları tarafından olumsuz değerlendirileceği kaygıları ile kendisini gözlemeye ve değerlendirmeye odaklanarak, tehlikeli ortamlar olarak düşündüğü ortamlardan kaçınırlar.

    6.Uyku bozuklukları: Stres, aşırı uyarılmışlık hali yaratarak uykuya dalmakta ve uykunun devamlılığında sorunlara neden olur, uyku kalitesini bozulur.

    7.Alkol bağımlılığı; Aşırı stres, bunaltı ya da karamsarlık yaşayanlar bazen alkolü yatıştırıcı, rahatlatıcı olarak “ilaç niyetine” kullanmaktadırlar.

  • Geçmişin Kötü İzleri

    Günlük yaşamlarında pek çok kişi anne ve babalarının geçmişteki yıkıcı davranışlarının etkisi altında kaldıklarını hiç fark etmeden çeşitli sorunlarla boğuşuyorlar. Geçmişin bu kötü izleri bazen depresyon, panik atak gibi bireysel sorunlarla, bazen evliklerinde yaşadıkları ilişkisel sorunlarla, bazense iş ve meslek hayatlarındaki sorunlarla karşılarına çıkıyor.

    Örneğin,
    Bir şirkette yönetici olan 42 yaşındaki danışanım, 10 yıllık eşi ile ayrılığın aşamasına geldiklerini ve eşinin evi terk ettiğini söyledi. Eşi kocasının bir türlü kontrol edemediği öfkesi ve şiddet davranışları yüzünden profesyonel bir yardım alana kadar eve dönmeyeceğini söylemişti.
    Aslında ani öfke patlamalarının, kırıcı ve aşağılayıcı konuşmalarının farkındaydı ama yine de eşi tarafından bir gün terk edileceğini hiç düşünmemişti.

    Aile öyküsünü almaya başladığımda, başlarda ne kadar iyi ve fedakar anne ve babaya sahip olduğunu, onların hakkını asla ödeyemeyeceğini söylüyordu. Ancak öyküyü derinleştirdikçe, sinirlenip sesi titremeye başladı ve babasının küçükken onu nasıl aşağılayıp “ sen beş para etmeyen bir çocuksun, ileride bir baltaya sap bile olamazsın “ dediğini hatırladı.

    “ Babamın işi yoğun ve stresliydi, sürekli eve gergin gelir, tam olarak nedenini bilmediğimiz sebeplerden olay çıkarırdı, onu anlamadığımızı söyleyerek beni ve kardeşimi kemerle döverdi. Çok korkardım, bazen gardırobun içine saklanırdım beni bulamasın diye, beni kurtarmaya annemin bile gücü yetmezdi.”
    Annem sürekli ağlardı, “ gidelim bu evden “ dediğimde “ nereye gideriz, iki çocukla sokakta mı kalalım, baban aslında iyi biri “ der ve onu idare etmemiz konusunda sürekli bizi tembihlerdi.

    Babam ertesi gün elinde büyük oyuncaklarla eve gelir, bizi yemeğe götürür, sanki özür diler gibi iyi davranırdı. En çok da derslerime yardım eder, başarılı olmam için saatlerce öğüt verirdi. Belki de onun sayesinde okudum, şimdi yöneticiyim.

    Seanslar sırasında içinde duyduğu derin acı ve öfkenin asıl kaynağını fark etmişti. Yıllarca babasına duyduğu nefreti ve öfkeyi geliştirdiği çeşitli savunma mekanizmaları ile bastırmıştı. Ama ne zaman kendisi de bir strese girse bilinçaltı öfkesi devreye giriyor ve en yakınındakine yani karısına patlıyordu.

    İçindeki yara almış çocukla yüzleşmesini ve o çocuğu iyileştirmesi üzerine çalışmaya başladık. Bir süre sonra tıpkı diğer danışanlarım gibi, geçmişin izlerinden bahar temizliği yapar gibi kurtulmuştu.

    Anne ve babası tarafından çocukluk yılları sanki bir kimyasal maddenin toksik etkisi altında zehirlenmiş gibi geçen danışanlarımızın, yaşadıklarını yok saymalarını ya da unutmalarını elbette ki beklemeyiz. Ancak seansların sonunda çok iyi bilirler ki, çocukluklarında başlarından geçenlerden kendileri sorumlu değillerdir. Artık gelecekleri için yeni bir seçim yapabilirler ve bu yeni seçimin her adımından da kendileri sorumludurlar.

    Not: Gerçek danışan öyküleri etik ilkeler gereği değiştirilmiştir.

  • Çalınan Çocukluğum…

    Yedi yıllık evliyim, iki çocuğum var. Evliliğin yükü giderek tahammülümü azalttı. Evde her şeye çok bağırıyorum, eşimin en ufak isteklerine büyük tepkiler gösteriyorum. 3 yaşındaki oğlum hiç söz dinlemiyor, dayak atmak zorunda kalıyorum. Sonra da oturup ben ağlıyorum. Eşimle boşanmanın eşiğindeyiz. Galiba ben bu kötü hayatı hak ediyorum. Eşimin de çocuklarımın da hayatını mahvediyorum.
    Yaşamının en değerli varlıklarına bile sevgisini ve şefkatini ifade edemeyen bu danışanım, aslında bilinçaltına bastırdığı geçmişinin kötü izlerinin bir yansımasını yaşıyordu. Buz dağının altındakileri görebilmesi zaman alacaktı, ancak kendini geçmişinden özgürleştirebilmesi için bu farkındalığa ihtiyacı vardı;
    – Biz altı kardeşiz, ben en büyükleriyim, annem kendimi bildim bileli hastadır. Sürekli doktora giderdi. Ama ne ilaçlarını dosdoğru kullanırdı, ne de doktorun söylediklerini yapardı. Sanki hasta olmak hoşuna gidiyordu.
    – Sabahları kahvaltıyı hazırlayan , kardeşlerimi giydirip okula gönderen hep ben oldum. Annem bulaşıkları yıkamadan okula gitmeme izin vermezdi, o zamanlar bulaşık makinası da yoktu tabi. Elinden sigarası hiç düşmezdi, televizyonun karşısındaki sedirde oturur, bana emirler yağdırırdı; “ görmüyor musun dizim ağrıyor, kahrolası baban altı çocuğu attı gitti başıma, ömrümü tükettiniz, kazık kadar kız oldun , topla şu ortalığı “ diye bağırırdı. Kazık kadar kız dediği, daha 10 yaşındaydım. Anneme cevap vermeye ödüm kopardı, zaten sesim çıksa annem akşam babama şikayet ederdi.
    – Babam işten erken çıksa bile eve gelmez akşama kadar kahvede otururdu. Eve çoğunlukla sinirli gelir, “ annen ve kardeşlerin sana emanet demedim mi, nedir bu evin hali? Neden kardeşlerin yemeklerini yemedi? diye bağırır , tokadı basardı.
    – En büyük hayalim, büyüyünce hemşire olmaktı. Evde anneme baktığım gibi hastalara da bakacaktım, kendi evim ve çocuklarım olacak onlara hiç iş yaptırmayacaktım. Çok çalıştım, hemşire oldum. Artık bir işim, bir evim, eşim, çocuklarım var. Ama nedense bu içimdeki öfke dinmiyor, avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum.
    – Biliyor musunuz , ayrı şehirlerde yaşamamıza rağmen hala annemlerin her türlü problemi ile ben ilgileniyorum. Kardeşlerim buhar olup uçtu sanki…
    Dikkat!
    Evde anne babası tarafından çocukluk ihtiyaçları yıllarca görmezden gelinen bu danışanım gibi çocukluğu çalınmış olanlar,
    • Yalnızlık ve yoksunluk duyguları ile mücadele etmek zorunda kalırlar.
    • Kendi ihtiyaçlarını yok saymayı öğrenirler.
    • Küçükken örnek alabilecekleri bir ebeveynleri olmadığı için kendilerini kaybolmuş hissederler
    • Geçmişte duygusal olarak beslenemedikleri için, duygularını kapatırlar, sevgilerini gösteremezler.
    • Başaramadıkları her şey için kendilerini suçlarlar ve cezalandırırılar.
    • Gereğinden fazla sorumluluk yüklenirler
    • Hayat enerjileri azalır ve depresyona girerler
    Not:danışan öyküleri etik ilkeler gereği değiştirilmiştir.