Yazar: prosman@gmail.com

  • Dikkat! Stres Hasta Ediyor

    Bir yandan seçim sürecinin getirdiği karmaşa ve ülkemizin sosyoekonomik açıdan yaşadığı belirsizlik ve korku, diğer yandan öğrencilerin hayatlarını etkileyen LGS, YGS, KPSS,ALES, YDS gibi ucu bucağı olmayan sınavlar…

    Sağlık çalışanları başta olmak üzere, eğitim, emniyet , hukuk, belediye, basın,kamu ve özel sektörde çalışan  hemen hemen herkes iş ve gelecek kaygısı ile  stres içinde. Toplum gergin ve bütün bu karmaşayla nasıl baş edebileceğini bilemiyor. Doğal olarak da stresin neden olduğu bedensel ve ruhsal hastalıklar günden güne artıyor.

    Stres nasıl hasta ediyor?

    Organizma stres etkeni  ile tekrarlı, yoğun ve uzun süre karşı karşıya kalırsa , adapte olamıyor ve tükenme dönemi başlıyor. Bu dönemde bir takım sinir ve endokrin ( iç salgı bezleri) sistem hormonları devreye girerek başta adrenalin olmak üzere, kortizon salınımının artmasına, dengelerin bozulmasına  neden oluyor. Bağışıklık sisteminin yanı sıra vücudun tüm sistemlerini olumsuz etkiliyor.

    Stresin neden olduğu bedensel hastalıklar;

    Kalp Damar sistemi hastalıkları: Obesite,  Damar sertliği, Hipertansiyon,  Kalp ritim bozuklukları , Kalp krizi, Ani Ölüm

    Sindirim sistemi hastalıkları: Reflü, Miğde Ülseri, Ülseratif Kolit ,Crohn Hastalığı,  İrritabl Barsak Sendromu

    Bağışıklık sistemi hastalıkları: Eklem Romatizması, SLE, Tiroit hastalıkları, Kanser

    Deri hastalıkları: Sedef Hastalığı, Atopik Dermatit, Psikojenik Kaşıntı, Aşırı terleme

    Solunum sistemi hastalıkları: Astım, Hiperventilasyon sendromu

    Baş ağrıları : Migren, Küme Baş ağrısı, Gerilim Tipi Baş ağrısı

    Diğer: Şeker hastalığı, kısırlık gibi …

    Haftaya ‘stresin neden olduğu ruhsal hastalıklar’ da buluşmak üzere…

    stres-hasta-ediyor

  • Güvenli İnternet Kullanımı

    Maalesef her geçen gün çocuklarımızın başına gelen internet kazaları artıyor. Başlarına kötü şeyler gelmeden anne babalar çocuklarını bilinçlendirmeli ve onlara doğru yolu öğretmelidir. Çocuğunuza uygulayabileceğiniz  mini bir  test;

    Sorular:

    1. Çok yakın bir arkadaşınız Facebook şifrenizi istedi, ne yapardınız?
    2. İnternetten on line oyun oynadığın bir kişi seninle dışarda görüşüp diğer video oyunlarını paylaşmak istiyor. Sen ne yapardın?
    3. Deniz, Gökçe’nin doğum gününe gidiyor ve orada  Gökçe’nin bazı akrabalarıyla sohbet ediyor. Ertesi gün Deniz Facebook sayfasını açtığında ,  Gökçe’nin amcasının ona arkadaşlık isteği gönderdiğini  görüyor. Deniz bu kişiyi çok fazla tanımıyor, sence Deniz ne yapmalı?
    4. Ayşe internetteki bir oyun odasında tanımadığı biriyle konuşmaya başlıyor,  birkaç konuşmadan sonra kendinden yaşça büyük olduğunu anlıyor ve bu kişi ona uygunsuz mesajlar atmaya başlıyor, bu durumda Ayşe ne yapmalı?
    5. Bir kafeye gittiniz ve annenize ait bir kredi kartıyla güvenli bir internet sitesinden alışveriş yapacaksınız, neye dikkat ederdin?

    Cevaplar:

    1. Şifreniz sizin özelinizdir. Kimseye söylemeyin, ama söylemek zorunda kalırsanız, işiniz biter bitmez  şifrenizi değiştirin. Arkadaşınızla yaşayacağınız olası bir olumsuzluk, şifrenizin kötü niyetle kullanabilme ihtimali yaratabilir.
    2. Kesinlikle ailene haber vermelisin, hatta buluşma sırasında sizi gözlemleyebileceği bir yerde olmasını sağlamalısın. Kötü bir durumda size en çok destek verecek kişiler ailenizdir, unutmayın.
    3. Ailesine haber vermeli, bu konudaki düşüncelerini öğrenip  ortak arkadaşları var mı diye bakmalı. Eğer ortak tanıdıkları yoksa asla bu teklifi kabul etmemeli.
    4. Tanımadığın kişiyle asla sanal ortamda bile olsa bir  iletişim kurmamalıdır. En doğrusu mesaja cevap vermemek, görmezden gelmektir.
    5. Alışveriş sitelerine eviniz dışındaki bilgisayarlardan bağlandığınızda, tüm bilgiler başkaları tarafından görülebilir.  Bu nedenle asla başka yerlerde on line alışveriş yapmamalı.

     

    güvenli internet

  • Psikoonkoloji

    ( Kanser Hastalarının Psikolojik Desteğe İhtiyacı var  )

    Bütün fiziksel hastalıklar, kişilerin fizyolojik ve psikolojik bütünlüğüne karşı tehdit oluşturur, varoluşsal kaygı yaratır. Hastalar bedensel zorlanma yaşadığı gibi, ruhsal ve sosyal açıdan da çeşitli zorlanmalar yaşarlar.

    Grip gibi basit görülen bir hastalık bile bazen hastayı kaygılandırabilirken, beden bütünlüğünü ya da işlevselliğini bozan diğer hastalıklar  psikolojik olarak ciddi yıkımlara neden olabilir. Bunların en başında da hastaların ciddi kaygı ve korku yaşadığı kanser gelmektedir. Çünkü kanser belirsizlikler içeren , ağrı ve acı ile ölümü çağrıştıran, suçluluk duygusu, terk edilme korkusu, panik ve kaygı yaratan bir hastalık olarak algılanır.

    Elbette kanserli hastanın yaşına, hastalığının çeşidine, evresine ve psikososyal çevresine göre  hastanın yaşadığı psikolojik sorunlar da değişmektedir. Ancak hastalığın çeşidi ve evresi ne olursa olsun, hem hastanın hem de yakınlarının psikolojik destek almaya ihtiyacı vardır.

    Özellikle tanı aşamasında ailelerin bize en sık sorduğu soru, “ hastalığını söyleyelim mi?  saklasak olmaz mı ? “ sorusudur. Her hastanın kendisi hakkında gerçeği öğrenmesi doğal ve temel hakkıdır. Bu nedenle hastaya umudunu yok etmeden, gerçeği kabullenişini kolaylaştıracak şekilde söylenmelidir. Zaten gerçeği saklasanız bile aile bireylerinin beden dilleri bir şeylerin ters gittiğini hastaya hissettirecektir.

    Benim de Psikoonkoloji dersleri aldığım Konsültasyon- Liyezon Psikiyatristi Prof.Dr.Sedat Özkan hocamın yaptığı araştırmalarda hastaların yaşadığı en sık psikolojik sorunlar:

    1.Uyum bozukluğu

    2.Anksiyete bozukluğu

    3.Depresyon

    4.Organik beyin sendromu(ani serebral yetmezlik , kemoterapiye bağlı psikiyatrik sorunlar)

    5.Kişilik bozukluklarıdır

    Kanserli hastaların ilk psikolojik tepkileri nelerdir ve nasıl davranılmalıdır?

    1.Aşama Şok hali : birkaç saatten , birkaç haftaya kadar uzanan söyleneni işitmeme, hastalığa inanmama , gerçeği kavramada güçlük gibi şok hali yaşar hastalar. Panik ve çaresizlik içinde hastalığı inkar etme eğilimine girerler.

    Bu aşamada  hastaya zaman tanınmalı, umut olacak olumlu mesajlar verilmeli, tedavi seçenekleri tüm ayrıntıları ile anlatılmalı, ailesel destek verilmelidir. Hastanın duygularını aktarmasına zemin hazırlanmalı ve sabırla yardımcı olunmalıdır.

    2.  Aşama Duygusal Tepki : Hasta zamanla gerçeği kabullenmeye başlar, ancak hastalığın başına getirebileceklerinden dolayı korkar ve aşırı kaygı duyar. Dikkat dağınıklığı, ağlama, huzursuzluk, iştahsızlık yaşar.  “ Neden ben ? “ diye sorar ve   önce kendini suçlar. Daha sonra eşini, çocuklarını veya en yakınındakileri suçlar. Yok olma, ayrılık ve ölüm korkusu nedeni ile aşırı öfke duyar. Bazen bu öfkelerini, doktoruna, hemşiresine veya diğer aile bireylerine yansıtır.

    Bu aşamada hastanın kızgınlık ve isyanını dışarı vurmasına müsaade edilmeli, düşüncelerini ve duygularını aktarırken, hastayı yargılamadan dinlemelidir. Eğer hastalar kızgınlık ve isyan duygularını yeterince ifade edemezlerse depresyona girerler. Mutlaka profesyonel destek alınmalıdır.

    3. Aşama Uyum süreci: Artık hasta kabulleniş sürecine girer, tüm enerjisini ve ruhsal gücünü iyileşmeye adamak ister. Hastalığı ile birlikte yaşamayı öğrenmeye başlar.

    Hasta kimliğini, yaşam sürecini ve amacını yeniden gözden geçirir ve sorgular. Çevresindeki herkesten güven ve destek ister.

    Bu aşamada tedavisini üstlenen tüm doktorlarının tedavi seçeneklerini ve aşamalarını hastasına ayrıntısı ile anlatması hastaların uyum sürecini kolaylaştıracaktır. Doktorlarının ve ailesinin desteği hastaya yeniden savaşma ruhu kazandıracak,  iyileşeceğine dair pozitif inanç ile tedavisine dört elle sarılacaktır.

     

    psikoonkoloji

  • Cinsel İsteksizlik

    Cinsel isteksizlik nedir?

    Azalmış cinsel istek, yeterli cinsel uyarı olmasına rağmen cinsel fantezilerin ve cinsel etkinlikte bulunma isteğinin az olması veya hiç olmaması, cinsel arzu duyulmaması durumudur. Halk arasında “frijidite” ya da “cinsel soğukluk” olarak da adlandırılmaktadır.

    Sebepleri nelerdir?

    Fiziksel Faktörler:

    •  Yaşlanma ve menopoz,
    •  kullanılan bazı ilaçlar,
    •  böbrek, karaciğer ve kalp yetmezliği, tiroid hastalıkları, şeker hastalığı ve yüksek tansiyon gibi kronik hastalıklar,
    •  multipl skleroz, Parkinson gibi nörolojik problemler,
    •  ameliyatla rahmin alınması, hormonal dengesizlikler,
    •  doğumdan sonraki lohusalık ve emzirme dönemleri,
    •  cinsel organlarının yapı ve fonksiyonlarının bilinmemesi,
    •  Vajen ve rahim ağzı enfeksiyonları,

    Psikolojik Faktörler:

    •  Vajinismus,
    •  aşırı stres, eşler arasındaki geçimsizlikler ve çatışmalar,
    •  evlilikle ilgili problemler,
    •  beden şekli ile ilgili kaygılar, bıkkınlık,
    •  cinsel travmalar, tecavüz,
    •  ailede birinin ölümü, çocuk doğumu, taşınma gibi önemli yaşam olayları,
    •  ilişkiye gerekli özenin gösterilmemesi,
    •  cinsel ilişki ile bazı olumsuz anıların yerleşmesi,
    •  cinsel ilişkide bulunmanın bir suç veya günah olarak algılanması
    •  anksiyete ve depresyondur.

    Nasıl tedavi edilir?

    Tedavi, neden olan faktörün ortaya konmasından sonra mümkündür. Tedavinin amacı eşler arasında bir uyum oluşturulması ve aralarındaki bozulan iletişimin yeniden düzenlenmesidir. Tedaviye “çift” olarak hastalar kabul edilmelidir. Herhangi bir organik hastalık saptanamamışsa isteksizliğin nedeni psikolojiktir. Bu durumda çiftlerin birlikte psikiyatrik yardım alması gerekmektedir:

    • Cinsel Terapi
    • Aile Terapisi,
    • Bedensel egzersizler,
    • Cinsel egzersizler,
    • Cinsel hayatta kısa ayrılıklardan sonra bir araya gelme, eğitim amaçlı erotik videolar seyretme, kıyafet değişikliği, tavırlardaki bir değişiklik, mekan değişikliği gibi küçük değişiklikler ve fanteziler yapılması vb. cinsel yaşama yeniliklerin kazandırılması,

    İlaç tedavisi: Testosteron hormonu, viagra, antidepresan ilaçlar, feromonlar ve Opti-S´xtiva yani kadınlar için yulaftan yapılma viagra   benzeri bitkisel afrodizyaklar.

  • Cinsel işlev bozukluğu nedir?

    Cinsel işlev bozukluğunun evrensel olarak kabul gören bir tanımı olmasa da cinsel yaşamından tatmin olmama ve bunun sürekli olması haline cinsel işlev bozukluğu denir.

    Cinsel işlev bozuklukları sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde cinsel fantezilerin ve cinsel etkinlikte bulunma isteğinin az olması ya da hiç olmaması ile belirlidir. Cinsel işlev bozuklukları belirgin bir sıkıntıya ve çiftler arasındaki ilişkide zorluğa neden olurlar.

    Başlatıcı etkenler, bir cinsel işlev bozukluğunun ortaya çıkmasında rol oynayan organik ve psikolojik çeşitli etkenleri içerir. Başta diyabet ve hipertansiyon gibi sistemik ve kronik bedensel hastalıklar ile depresyon, anksiyete bozuklukları ve psikozlar olmak üzere çeşitli psikiyatrik hastalıklar cinsel işlev bozukluklarının ortaya çıkmasında önemli bir rol oynarlar. Ayrıca tıpta yaygın olarak kullanılan çeşitli ilaçlar ile alkol ve uyuşturucu madde kullanımları da yine cinselliği olumsuz yönde etkileyen ve cinsel işlev bozukluklarına yol açan etkenlerin başında gelir.

    Cinsel istek, cinsel birleşme sıklığı ve ereksiyon gibi konulardaki abartılı performans beklentileri de, özellikle bu beklentilerin gerçekleşmediği durumlarda performans anksiyetesine yol açarak cinsel işlev bozukluğuna neden olabilmektedir.

    Çocukluk dönemi veya çok başarısız bir ilk cinsel deneyimden kaynaklanan korku, sıkılganlık, suçluluk ve aşağılık duygusu gibi psikolojik nedenler ve iç yasaklar insanlarda heyecan ve orgazma yol açan cinsel refleksleri sınırlamakta ve cinsel arzuyu azaltmaktadır. Genellikle cinsel sorunlar çocukluk dönemindeki yakınlarımız ve çevreyle oluşturduğumuz olumsuz ilişki kalıpları ve yaşantılarımızdan kaynaklanır ve özünde bir “ilişki” sorunudur.
    Cinsel işlev bozuklukları 5 alt grupta toplanır.

    • CİNSEL İSTEK BOZUKLUKLARI
      • Azalmış cinsel istek bozukluğu
      • Cinsel tiksinti bozukluğu
    • CİNSEL UYARILMA BOZUKLUKLARI
      • Kadında cinsel uyarılma bozukluğu
      • Erkekte Sertleşme Bozukluğu
    • ORGAZM BOZUKLUKLARI
      • Kadında orgazm yokluğu
      • Erkekte orgazm yokluğu
      • Erken Boşalma
    • CİNSEL AĞRI BOZUKLUKLARI
      • Disparoni (Cinsel ilişkide ağrı duyma)
      • Vajinismus
      • Genel tıbbi duruma bağlı cinsel işlev bozukluğu
  • Aile Terapisi

    Aile ve Evlilik Terapisi nedir ve ne değildir?

    Aile bireyleri arasındaki ilişkileri ele alıp, (ya da ailenin bir alt birimi; örneğin eşler ya da anne-çocuk, baba- çocuk ya da  kardeşler arası) yaşadıkları  sıkıntılı ve zor süreçleri hem bireyin psikodinamiklerini kollayarak hem de bireyin sistem içinde değerlendirilmesine olanak tanıyarak ortak meselelerini belirlemelerine, sorunlarını sıralamalarına ve  çözümleri için işbirliği yaparak çalışmalarına olanak sağlayan en yaygın ve pratik yaklaşımlardan birisidir.

    Aile terapisi, bir aile üyelerini bir araya toplayarak, amatörce konuşmalar yapmak ve ya kendi sağduyusuna güvenerek öğütlerde bulunmak değildir. Ailenin bir üyesinde ortaya çıkan belirti ve ya sorunun ya da birkaç üyenin birlikte yakındıkları bir sorunun aile üyeleri ile toplu oturumda konuşup, sadece dile getirmesiyle herkesin sorunu artık bildiğini ve bunu kendiliğinden çözebileceklerini sanmaktan ibaret de değildir.

    Normal-anormal, sağlıklı-sağlıksız, fonksiyonel-disfonksiyonel aile gibi tanımlarda ve ayırımlarda bulunulması söz konusu olmadığı gibi, terapi ortamında haklı- haksız,    suçlu-suçsuz ayrımının yapılması da asla söz konusu değildir.

    Aile ve Evlilik Terapisti, yeterli psikoterapi eğitimi ve deneyiminin yanı sıra özellikle aile terapisi yolundaki teknik yöntemleri de bilen, ayrıca uygulamada da belli bir klinik deneyime sahip kişilerdir.

    Aile terapisinin amacı nedir? Hangi durumlarda gereklidir?

    Aile içinde yaşanan zorluk ve sıkıntı ailenin bir ya da birden çok üyesinde, çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. İşleyişte zorluğu olan ailelerde çoğu zaman; bir kişinin belirlenmesi ile problemin kaynağı olarak tüm sorumluluğu o kişiye atfetme yönünde bir savunma mekanizması görülebilmektedir. Bu kişiler ise, sıkıntıları ile baş etmekte zorlanmakta ve kendi sıkılmışlığını, basılmışlığını, bastırılmışlığını ve bunalmışlığını ifade edememekten dolayı mağdur/muzdarip olmakta ve yakınmaktadır. Hem belirlenmiş kişinin hem de bütününde ailenin sıkıntılı döngüsünden çıkabilmesi ve sistemin rahatlatılması için, terapötik müdahaleye gereksinim duyulmaktadır.

  • Çocuklarınızı İnternet Tuzaklarından Koruyun

    Bir pazar günü, akşam üzeri gazetemi okuyordum, bir yandan da kızımın  tablet bilgisayarından radyo dinliyordum. Ara sıra bilgisayarına gelen mesajlar yüzünden müzik kesiliyordu, önce çok dikkatimi çekmedi, daha sonra mesajlar o kadar sık gelmeye başladı ki , bilgisayara bakma ihtiyacı hissettim. Biliyorum birbirmize ait özel eşyalarımızı karıştırmamlıyız, ancak bir anda karşıma açılan mesajları görünce şok oldum. Gözlerime inanamadım, bir arkadaşlık sitesinden geliyordu mesajlar ve cümlelerin çoğu cinsel içerikliydi. Kızıma küfrediyor, bir sürü hakaretler yağdırıyordu. Bir baba olarak ne yapacağımı bilemedim. Kan beynime sıçradı, hemen bilgisayarı alıp içeriye geçtim ve geçmişteki bütün mesajları okumaya başladım.

    Kızımın da küfürlü yazılara aynı şekilde cevaplar yazdığını gördüm. Daha kızım 15 yaşında , evde ne annesi ne de ben asla bu şekilde konuşmayız, bu kadar kötü kelimeyi nerden biliyor olabilir? O güne kadar böyle bir şeyin başımıza gelebileceğini hiç düşünmemiştim. İnanılmaz sinirlendim ve kızımın dersaneden gelmesini bekleyemeden önce bilgisayarı kırdım, sonra odasına gittim ve diğer eşyalarını karıştırdım, pek bir şey bulamadım ama eğer evde olsaydı galiba onu da feci şekilde dövebilirdim. Annesi beni zor sakinleştirdi.

    Bir saat sonra kızım eve geldi, gördüklerimi anlattım , elindeki telefonunu aldım ve onu da kırdım, sokağa çıkmasını yasakladım, servisin dışında başka hiçbir şeye binmemesini söyledim. Kızım da ağlamaya başladı, adamın birinin kendisini sürekli mesajlarla taciz ettiğini, korkusundan bize söyleyemediğini, yaklaşık üç aydır bunun devam ettiğini anlattı.

    Sabaha kadar uyuyamadık, ne yapıcağımı bilmiyorum, adamın mesajlarında ne ismi var, ne yaşadığı şehir, ne telefon numarası, nasıl bulacağım? Kızımı bu adamdan ve benzeri kişilerden nasıl koruyacağım. Biz kızımız evde , akşamları yanımızda diye güvende zannediyorduk, meğerse bilgisayar ortamı daha da tehlikeliymiş, şimdi ne yapmalıyız doktor hanım?

    Çocuklarınıza bilgisayar kullanmayı ve kurallarını öğretmelisiniz

    Çağımızın elbette vazgeçilmez araçlarından bir tanesi bilgisayar ve internet. Özellikle çocukların ve gençleirn bu hızlı iletişim ağına ayak uydurmaları çok kolay oluyor. Ancak henüz hiçbir hayat tecrübesi olmayan, masum çocuklarımız dışarıdan gelebilecek tehlikleden bir haber yaşıyorlar.

    Çünkü ne yazık ki anne babalarının çoğu ne bilgisayar kullanmayı biliyor, ne de internet kullanıcılığının kurallarını. Doğal olarak bilmedikleri bir konuda da çocuklarını uyaramıyorlar.

    Bazı anne babalar ise internet kullanmayı bilseler bile ya oyun sitelerinin, ya da seks sitelerinin bağımlısı olmuşlar bile. Böylece aile içinde çocuğa kötü örnek olduğunun farkına bile varamayan birileri oluyor.

    • İlk okul çağındaki çocuklarınızın cep telefonu ihtiyacı yoktur, onlara cep  telefonu almayın, evde bilgisayar kullanımı günde 30 dakikayı geçmemeli
    • Orta okul çağındaki çocuklarınızın telefonu varsa bile kısıtlı görüşmeye açık olmalı ve internete kapalı olmalı , evde bilgisayar kullanımı günde 45 dakikayı geçmemeli
    • Lise çağındaki çocuklarınızın cep telefonu ve bilgisayarları olabilir ancak ders çalışırken cep telefonları kapalı olmalı, evde bilgisayar kullanımları günde 1,5 saati geçmemeli
    • 18 yaşından küçük çocukların kullandıkları bilgisayarların ya da tabletlerin çocuk koruma programı olmalı, uyuşturucu kullanımını anlatan siteler gibi zararlı sitelere  veya  seks sitelerine girişleri engellenmeli
    • Çocuklarınıza internette girdikleri tüm siteleri takip ettiğinizi, tanımadığı kişilerle ne facebook ne de arkadaşlık siteleri aracılığı ile görüşmemeleri gerektiğini anlatmalsınız
    • Başkasının yerine hesap açmanın yasak olduğu gibi, diğer bilişim suçları konusunda da çocuklarınızı eğitmelisiniz
    • Çocuğunuzla sürekli iletişim halinde olmalı, kendini rahatsız eden ya da taciz eden kişiler olduğunda korkmadan sizinle paylaşması gerektiğini söylemelisiniz
    • Ailece birbirinize yakın olmalı, kaliteli vakit geçirmeli, çocuklarınızın gerçek hayatta sosyalleşmesine olanak sağlamlısınız

    cocuklar-internet

  • Kanser ve Desresyon

    Kolon kanseri olduğunu öğrenen 62 yaşındaki erkek hastam, hastalığını öğrendiği ilk süreçte , önce “ bu mümkün değil, bu doktorlar bir şey bilmiyor “ diyerek hastalığını red etmişti. Ardından Ankara ve İstanbul’da çeşitli üniversitelere ve  doktorlar gitmiş, defalarca tetkikler yaptırıp yanlışlık var düşüncesini ispat etmeye çalışmıştı. Oğlu ve eşi sürekli onunla didişiyor, “baba bak geç kalıyoruz, bir an önce ameliyat olman gerekiyor “ diyorlardı. Teşhisin kesinleşmesi ile birlikte artık hastalığı kabullenmek zorunda olan hastada birden yemek yemek istememe, aşırı uyku isteği, sinirlilik, hatta eşine bu güne kadar hiç yapmadığı kadar hakaret ve eleştiri içeren cümleler sarf ediyordu. Oğlunun dışarı çıkmasına müsaade etmiyor, en küçük bir sese bile tahammül edemiyordu. Giderek içe kapanmış, hem cerrahi müdehaleyi hem de tıbbi tedaviyi reddediyordu. Hiçbir güç onu hastanenin kapısından içeri sokamıyordu. Ailesi çaresiz kalmış ve benden yardım istemişti. Burada hastanın yaşadığı şey ölüm korkusu, çaresizlik, çevreye bağımlı olma korkusu gibi düşünce ve kaygıların tetiklediği depresyondu. Kanser hastalarının  % 50 si tanı, tedavi veya hastalığın herhangi bir aşamasında tıbbi ve psikoterapik desteğe ihtiyaç duyacak düzeyde  depreyona girerler. Antidepresan kullanımının yanında alacakları psikolojik destek , hastanın iyileşme sürecine kesinlikle katkıda bulunacaktır.

    Depreyon Belirtileri:

    • İlgi ve zevk azalması
    • Sıkıntı, bunaltı, halsizlik
    • Ağlama isteği, karamsarlık
    • Uyku bozukluğu
    • İştahta aşırı azalma  ya da artma
    • Aşırı sinirlilik
    • Ölüm korkusu
    • Bedensel şikayetlerde artış
    • İçe kapanma
    • Alkol kullanma isteği
    • Tedaviyi reddetme ya da geciktirme
    • İntihar düşüncesi

    Depresyon riskini arttıran sebepler:

    • Daha önceden depresyon hikayesinin olması
    • Alkol veya madde kötüye kullanımın olması
    • Kanserin ileri evrede veya uzak organ tutulumu yapmış olması
    • Yeterince aile ve çevresel desteğinin olmaması
    • Kontrol edilmekte güçlük çekilen ağrının olması
    • Kemoterapiye bağlı yan etki
    • Hormonsal veya nörolojik değişiklikler ( hipotirodi, böbrek yetmezliği vb. )

    AİLE DESTEĞİ ÇOK ÖNEMLİ

    Aile bireylerinin hastayı ve hastalığı algılayışı direk hastanın kendisini etkiler. İlişkilerinde dengeli, duygularını rahat ifade eden, aile içi çatışmaların az yaşandığı , iş birliğinin fazla olduğu, rol karmaşasının yaşanmadığı ailelerde hastanın kanser hastalığına uyumu daha kolay olmaktadır. Aşırı koruyucu ya da katı tutum ve davranışlarla çatışmaların sık yaşandığı ailelerde,  rollerin net olmadığı, sevgi , saygı ve ilginin az olduğu ailelerde tam tersi  hastalığa uyum güçleşmekte depresyon artmaktadır. Elbette hastalığın uzaması, peryodik hastaneye yatışlar, aile bireylerinin fiziksel ve duygusal kaynaklarının tükenmesine ve desteğinin azalmasına neden olabilmektedir. İşte tam bu noktada kanser hastalarının psikolojik olarak desteklendiği kadar ,  aile bireylerinin de doğru yönlendirilmeye, bilgilendirilmeye ve psikolojik desteğe ihtiyacı vardır.  

  • Kadına Yönelik Şiddete Son

    2014 Türkiye’sinde eğer hala kadına yönelik şiddetten bahsediliyorsa, şiddeti önlemek için yeterince önlemler alınamıyorsa , şiddetin boyutu ölüme kadar gidiyorsa , sadece devletin ilgili kurumları değil, bu ülkenin bütün bireyleri bu kötü tablodan sorumludur.

    Kadın cinayetleri ana haber bültenlerinde ya da gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde sıradanlaşıyorsa, artık okumak bile istemiyorsak, şahit olmamak için gözlerimizi kapatıyor, kulaklarımızı tıkıyorsak daha çok karanlık günler var demektir önümüzde.

    Kadına yönelik şiddet neden yaşanıyor?

    Kadınlar erkek egemen toplumlarda daha sık şiddete maruz kalıyor. Aynı zamanda toplumun hukuksal, ekonomik, geleneksel, siyasal ve eğitimsel yapısı içinde kadın ayrımcılığa uğruyor ve erkeğe bağımlı olmak zorunda kalıyor. Erkeğin yasalardan ve ataerkil geleneklerden kaynaklanan üstün konumu, kadının erkeğe hizmet etmesi ve erkeğin alınacak kararlarda söz sahibi olmasını “doğal” gören bir bakış açısına sahip olması da maalesef şiddeti besliyor.  

    Kadınlara yönelik şiddet her boyutta;

    1. Fiziksel şiddetKadının eşi ya da partneri tarafından fiziksel saldırıya uğraması. Bazen basit gibi görünen bir tokat bazense acil servise başvuracak, ölümcül olacak kadar  şiddetli…
    2. Cinsel şiddet: Kadının rızası olmadan cinsel ilişkiye zorlanması, sadece bedensel değil,  duygusal da saldırıya uğraması
    3. Duygusal şiddet : Çoğunlukla aşağılama, bağırma, yetersiz olduğunu söyleme, hiçbir şey beceremediğini, çocuklarına bakamadığını söyleme, patolojik düzeyde kıskançlık, korkutma, batıl inançlar veya paranoya düzeyinde inanmama, yorucu ve yıldırıcı baskılar.
    4. Ekonomik şiddet: Eğer kadın çalışıyorsa; parasını elinden alma, ekonomik anlamda onu kullanma . Kadın çalışmıyorsa onu parasız bırakma, harcadığı her kuruşun hesabını vermeye mecbur bırakma , çalışmasını engelleme .

     kadına yönelik şiddet