Yazar: prosman@gmail.com

  • Çocuklarımızı Bağımlılıktan Nasıl Koruruz?

    Bu mektup size…..

    Sevgili anne ve babalar,

    Çocuklarımız her geçen gün madde bağımlılığı tuzağına daha fazla çekiliyor. Başta kapı maddesi olarak tanımladığımız sigara ve alkol gibi kullanımı kolay ve zararsız gibi gösterilen maddeler ile alıştırılıyorlar. Ardından da bir ileri aşama olan esrar, extasy, kokain, bonzai, eroin bağımlılığı tuzağına düşürüyorlar.

    Ancak anne babası ile sağlıklı bağ kurabilmiş, yeterli sevgi ve ilgiyi alabilmiş, kuralların ve sınırların net olduğu bir ailede yetişmiş gençler herhangi bir maddenin esiri olmaya ihtiyaç duymuyorlar. Bu nedenle çocuklarınızla kurduğunuz iletişimin kalitesi çok ama çok önem arz ediyor.

    Unutmayalım ki çocuklarınızı bağımlılıktan ancak özgür, bağımsız, sorumlu, sınırlarını bilen, özgüvenli yetiştirerek korumanız mümkündür.

    Çocuklarımızı Madde Bağımlılığından Nasıl Koruruz?

    İşte önerilerim:

    • Başta siz sigara , alkol gibi maddelerden uzak durarak ona iyi bir model ve örnek olun
    • Maddeler ve olumsuz etkileri hakkında onları sürekli korkutmayın, akıl vermek yerine yeterince bilgilenip onunla gerçek bilgilere dayalı konuşun
    • Çocuğunuzun arkadaşlarını ve onların ailelerini tanıyın ve arkadaşlıklar kurun. Mutlaka birlikte vakit geçirin
    • Evdeki, okuldaki, sosyal yaşamdaki sorumluluklarını onun yerine yüklenmeyin.
    • Sınav odaklı, performans kaygılı, şartlı , takdir ve onay peşinde koşan bir genç yetiştirmeyin
    • Çok fazla baskı kurup, onun hayatını avcunuzun içine alıp yönlendirmeyin . İstemediği şeylere “ HAYIR “ diyebilmelerini sağlayın.
    • Sizden korkmadan, okulda ya da sosyal ortamda yaşadığı olayları size anlatmasını sağlayın. Unutmayın ki korku; ardından yalan getirir.
    • Sınırlar koyun, bu sınırlar “esnek ama gevşek değil”, “belirli ama katı değil”, “ tutarlı ama değişmez değil”, “yaptırımı olan ama zorlayıcı değil” nitelikte olmalıdır.
    • Evde belirlenen sınırlara ve kurallara önce siz uyun , çocuğunuz uymuyor ise suçlayıp cezalandırmak yerine birlikte nedenlerini konuşun
    • Aile içinde zaman zaman sorunlar yaşayabilirsiniz. Yaşadığınız anlaşmazlık ve tartışmalarda hiç sorun yokmuş gibi davranmayın. Olayları görmezden gelip sahte bir uyum içinde yaşayıp, hep bir tarafın ezdiği, diğer tarafın boyun eğdiği sağlıksız bir ilişki sürdürmeyin.
    • Sorunlarınızın çözümünde çocuklara sarılıp, onları kullanmayın. Çatışmaları çocuklarınız üzerinden yönetmeyin.

    Tabi sadece sizlerin doğru yaklaşımı yetmez, bu konuda çok ciddi çalışmaların devlet eli ile yürütülmesi ve gençler için yeni politikaların geliştirilmesi gerekiyor. Başta Gençlik ve Spor Bakanlığı olmak üzere , Milli Eğitim Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ortak çalışmalara imza atmalıdır.

    Yerel yönetimler gençlerin sağlıklı vakit geçirebilecekleri ortamlar yaratmalı, her türlü sanatsal faaliyete ve spor aktivitesine ücretsiz katılımlarını sağlamalı, onları özendirmeli ve teşvik etmelidir.

  • Depreyon Tedavisinde İlaç Şart Mı?

    • “Ben ilaçların bir işe yaradığını düşünmüyorum”
    • “ Arkadaşım bir kutu ilaç bitirmiş hiçbir işe yaramamış”
    • “ Yan etkisi çok diyorlar , konuşarak tedavi istiyorum“
    • “ İlaçlar bağımlılık yapar kullanmak istemiyorum”
    • “ 2 yıldır ilaç kullanıyorum , başka bir yöntem yok mu”
    • “ Arkadaşım bana şu ilacı tavsiye etti, içtim bir işe yaramadı “

    Bu ve benzeri onlarca söylemle her gün karşılaşıyorum. Özellikle depresyon, anksiyete, panik atak tedavisinde ilaç içmek istemeyen ya da doktor doktor dolaşıp farklı ilaç deneyen ve iyileşmeyeceğine inanan birçok danışanım var.

    Oysa ki tıpta “HASTALIK” yok “HASTA” vardır. Yani her hasta kendine özgüdür ve kendine özel bir tedavi protokolü olmalıdır. Çünkü yaşadıkları olaylar, depresyona giriş nedenleri ya da çevresel faktörleri farklı farklıdır.

    Depresyon tedavisinde amaç, kişinin yaşadığı belirtilerin tam olarak yatışmasını sağlamanın yanı sıra toplumsal ve iş yaşamındaki işlevselliğini yeniden kazanmasını sağlamaktır. Bu nedenle sağlıklı bir tedavi  ne sadece ilaçla ne de sadece psikoterapi ile mümkündür.  Her ikisinin de beraber olduğu PSİKOFARMAKOTERAPİ dir.

    İLAÇLAR ARABANIN BENZİNİ GİBİDİR

    Son model bir araba düşünün , evinizin önünde park edilmiş ve sizden kullanmanız isteniyor. Eğer hiç benzini kalmamışsa bu arabayı çalıştıramazsınız bile. İlaçlar arabamızın benzini gibidir. Ancak bir bardak benzinle de çalışmaz , deponun tam dolabilmesi için zamana ihtiyaç vardır. Bu nedenle  ilacın yararlı etkilerinin görülebilmesi için;

    • Doktorunuzun önerdiği ilacı  zamanında ve düzenli almalısınız
    • faydasını hissetmek için 2-4 hafta gibi bir sürenin geçmesi ne müsaade etmelisiniz
    • Kendinizi iyi hissetseniz bile depreşmeyi ve yinelemeyi önlemek için en az 6 ay – 1 yıl kullanmaya devam etmelisiniz
    • Kendi başınıza bırakmamalı, doktorunuzun kontrolünde azaltılmış dozlarla bırakmalısınız
    • Bağımlılık yapma riski olan ilaçlar yeşil veya kırmızı reçete ile verilir. Beyaz reçete ile aldığınız ilaçlar bağımlılık yapmasa da çok uzun süre kullanımı çeşitli yan etkilere sebep olabilir, bu nedenle doktorunuzun tavsiye ettiği çeşitli testleri yaptırmalısınız

    PSİKOTERAPİ SÜRÜCÜ KURSUNA BENZER

    Arabanıza benzin koymak yetmiyor elbette. Eğer arabayı kullanmayı bilmiyorsanız veya ehliyetiniz var ama hala direksiyon eğitimine ihtiyacınız varsa ; yine arabayı kullanmakta zorlanırsınız. Eğer yeterince öğrenmezseniz kaza yapma riskiniz hep yüksek olacaktır.

    Psikoterapiyi sürücü kursu gibi düşünün. Araba gibi kendinizi ve sorunlarınızı iyi tanımalısınız, trafik kuralları gibi bireysel ve toplumsal yaşamanın kurallarını iyi bilmeli ve uygulayabilmelisiniz , arabanızın yedek parça ihtiyacı gibi hayatınızda sahip olduğunuz yeteneklerinizi, kişisel ve genetik özelliklerinizi iyi bilmeli , gerekirse yeni donanımlar edinmelisiniz.

    • Arabayı kullanmayı gerçekten bilmiyor olabilirsiniz, nerde hayatın frenine nerede gazına basacaksınız ,
    • Araba kullanmayı biliyorsunuzdur ama kısıtlı imkanlara sahibim diye bir kısır döngü içinde dolanıp duruyor olabilirsiniz
    • Gitmeyi düşündüğünüz hedefiniz net olmayabilir, sürekli yolunuzu değiştiriyor olabilirsiniz
    • Hedefiniz için gerekli donanıma sahip olmayabilirsiniz
    • Gerekli donanıma sahipsinizdir ama ya farkında değilsinizdir ya da donanımlarınızı yanlış kullanıyorsunuzdur

    İşte bu nedenle hayatınızda yaşadığınız güçlüklerle baş edebilmek için sadece ilaç tedavisi yetmemektedir. İlaç tedavisinin yanı sıra geçmiş bireysel ve ailesel öykünüzün alındığı, neden sonuç ilişkisinin kurulduğu , mevcut kişisel özelliklerinizin ortaya çıkarıldığı, yeni bir bakış açısı ile yeni  davranışlar kazanmanıza yardımcı olacak psikoterapi tedavisi de görmelisiniz.

     

    depresyon-tedavisi-ilac

  • Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar

    BANA BİRŞEY OLMAZ DEMEYİN

    CİNSEL YOLLA BULAŞAN HASTALIKLARA DİKKAT EDİN

    Evli ya da bekar, genç ya da yaşlı pek çok danışanımın cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusunda hem çok bilgisiz hem de çok cesur olduklarını görüyorum.

    “ Bana bir şey olmaz”  , “ bir kereden bir şey olmaz” ,  “korunmama ne gerek var “ gibi düşünceler ile partnerleri ile güvensiz ve güvenliksiz cinsel ilişkiye girdiklerini öğreniyorum.

    Oysaki  Cinsel yolla bulaşan hastalıklar (CYBH) insanlık tarihi kadar eski olup gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde en önemli halk sağlığı sorunlarından birisi. Özellikle II. Dünya Savaşından sonra bir çok ülkede giderek artmakta ve  geri dönüşü olmayan ciddi sonuçlar doğurmakta.

    UTANMAYIN! ÇEKİNMEYİN! MUTLAKA HEKİME GİDİN !

    Toplumda cinsel yolla bulaşan hastalıkların sadece seks işçiliği yapan kadınlarda görüldüğü düşünülse de aslında cinsel yolla bulaştığı için bu hastalığı taşıyan partnerle birlikte olmuş erkeklerin ve/veya  onların eşlerinin de hasta olmaları kaçınılmaz.

    Cinsel yolla bulaşan hastalıklara karşı oluşmuş ön yargılar nedeniyle hastalar, utanırlar, hekime gitmekten çekinebilirler. Çoğu kez bu hastalıklar belirtisiz seyredebildiğinden kişi yakalandığı hastalığı günlerce hatta haftalarca farkına varmadan taşıyarak, başkalarına, eşine, nişanlısına veya sevgilisine bulaştırabilir. Bu  nedenle de tanı ve tedavi gecikebilir.

    Belirtileri nelerdir ?

    Bazen kişilerde hastalık belirtileri görülebilmesine karşın çoğu kez belirti vermeyebilirler. Ve bu sırada da ilişkide bulundukları eşlerine bulaştırabilirler.

    • Üreme organları ve idrar yolundan gelen kirli beyaz, sarı, sarı-yeşil, bazen kötü kokulu, bazen köpüklü olabilen normal zamanlarda rastlamadığımız akıntılar görülmesi,
    • Üreme organlarında yara, siğil, ülserler
    • Sık idrara çıkma,
    • İdrar yaparken yanma hissi ve/veya ağrı;
    • Cinsel ilişki sırasında ağrı,
    • Cinsel ilişkiden sonra kanama,
    • Üreme organları ve çevresinde kaşıntı;
    • Kasıklarda veya karnın alt bölgesinde ağrı,
    • Kasıklarda beze, şişmeler,
    • Ateş, halsizlik, yorgunluk gibi genel enfeksiyon belirtileri,
    • Eklem ağrıları, cinsel yolla bulaşan hastalıkların habercisi olabilir.

    Bulaşma yolları nelerdir?

    • Temel bulaşma yolu korunmasız yapılan cinsel ilişkidir. Birden fazla cinsel eşe sahip olmak, Cinsel eşin son bir yıl içerisinde CYBH geçirmiş olması,
    • Sadece normal (vaginal) cinsel ilişki ile değil, diğer cinsel ilişkilerde de (anal, oral) bulaşma riski vardır, hatta daha yüksektir.
    • Bu hastalıkların bazıları, enfekte anneden bebeğe gebelik sırasında, doğum sırasında, doğum sonunda yakın temas ve süt ile geçebilir;
    • kan ve kan ürünlerinin verilmesi sırasında;
    • hastalarla yakın temas ve enfekte olmuş eşyaların ortak kullanılması ile;
    • vücudun çeşitli yerlerine, delerek küpe vb takılması veya iğne ile dövme yaptırılması durumlarında da bulaşabilmektedir.
  • Çocukluk Çağı İhmal ve İstismarının Önlenmesi

    Her gün ismini ve yaşını bilmediğimiz çocuklar aile bireyleri tarafından fiziksel, cinsel ya da duygusal ihmal veya istismara uğruyor. Medya aracılığı ile duyduklarınızdan, gördüklerinizden başka nice içe atılmış öyküler, sessiz çığlıklar , kabus dolu günler yaşanıyor.

    Bütün bu gerçeklerle kaçarak değil, bilgilenerek ve etrafımızı doğru bilgi ile buluşturarak  savaşabiliriz.  Çocuklarımızı korumanın tek yolu eğitim .

    Çocuğuma cinsel bilgiler verirken nelere dikkat etmeliyim?

    Çocuklarınıza cinsel eğitim verirken ya da onun sorduğu bir soruyu cevaplarken,

    • Çocuktan talep geldiği zaman veya ana-baba gereksinim duyulduğunu hissettiği zaman verilen bilgi en uygunudur. 3 yaşından itibaren doğru bilgi ile çocuk buluşmalıdır.
    • Çocuğun gelişim dönemine uygun bilgilendirme yapılmalıdır. Yaşından fazla bilgi çocukta kafa karışıklığı yapabilir.
    • Kısa, gerçek ve net cevaplar vermelisiniz.
    • Yetişkinin beden dili, konuşulanların içeriğinden ve kullanılan dilden daha önemlidir. Bu nedenle konuşurken yüz ifadenize, ses tonunuza dikkat etmelisiniz.
    • Bilgi veren yetişkinle özdeşim, duygusal olgunluğu kolaylaştırdığı için kız çocuğuna annenin, erkek çocuğuna ise babanın bilgi vermesi daha doğaldır.
    • Gebelik ve doğumla ilgili bilgilendirmede, acılar ve sıkıntılar değil anne olmanın güzelliği anlatılmalıdır.
    • Cinsel organlar çeşitli adlandırmalar ile değil “vajina”, “penis” , “testis”, “meme” gibi bilimsel adları ile öğretilmelidir.
    • Erkek çocuğa, penise sahip olmanın bir üstünlük olmadığı yetişkinlerin bu organa odaklanmayıp doğal olarak algılamalarıyla öğretilebilir.
    • Çocuğun ana-babasının vücudunu görmek ister. Bunu doğal olarak kabul etmek gerekir. Çocuk ne kadar küçük yaşta anne baba farkını görürse o kadar az soru sorma ihtiyacı hisseder.
    • Reddetme ve azarlama tepkileri gösterilmemelidir. Çocuk kendini suçlu  hissetmemelidir.
    • 3-4 yaşından sonra cinsiyete uygun olarak giydirme ve rol beklentileri geliştirme, oyuncak seçimi, cinsel kimliğe  uygun ebeveyn ile iletişim önem kazanır.
    • Çocuğa cinsel organını keşfederken, bunu herkesin önünde uygun olmadığı anlatılmalıdır. Çocuğa vücuduna sahip çıkabileceği, başkalarının dokunma isteğine hayır diye cevap vereceği anlatılmalıdır.
    • Özellikle de çocuğa kendisinden büyük kişilerin cinsel organına dokunmasının uygun olmadığı anlatılmalıdır.
    • Cinsel istismara (saldırı, tecavüz, vb.) uğradığında hemen kendisini anlayabilecek, destek  ve yardımcı olabilecek bir yakını ile bu durumu paylaşmalıdır.

    Adana_ABdestekIstismar_60x77-02

  • Cinsel İstismarda En Büyük İhanet

    Bir çocuğun temel güven duygusunun geliştiği tek yer ailesidir. Aile bireylerini koşulsuz kabul eder, koşulsuz sever ve onlara güvenir. Anne, baba, abi, abla gibi birinci derece akrabalara güvenildiği kadar dede, amca, dayı, hala, kuzen, yeğen  gibi yakın akrabalar da çocuğun koşulsuz sevgi ve güven duyduğu kişilerdir.

    Çevreden gelebilecek her türlü tehlikeye karşı aile bireylerinin çocuğu koruyup, kollayacağı , her türlü iyiliği için onu gözeteceği düşünülür ki sağlıklı olanı da budur. Eğer bir gün çocuğun bu temel güven duygusuna ihanet edilecek olunursa ; ileride  mesleği ne olursa olsun, hayatı boyunca izlerini taşıyacağı , bedenini ve ruhunu daima kirlenmiş hissedeceği bir yaşamı yaşamak zorunda kalacaktır.

    İki çocuğu olan 42 yaşındaki kadın danışanım panik atak teşhisi ile beş yıldır tedavi görüyordu. Bu beş yılda pek çok ilaç değişilmiş, ilaçları aldığı zaman iyi, almadığı zaman da kendisini kötü hissediyordu. İlk panik atağını; yakın bir arkadaşının kendisinden istediği borç paraya;

    “ Ben de müsait değilim, kusura bakma , veremeyeceğim” dediği günün akşamında yaşamıştı.

    “ ya bir daha benimle konuşmazsa, ya arkadaşlığını keserse , ya bir daha beni sevmezse, arkadaşsız kalırsam “ diye korkmaya başlamıştı. . Daha sonra öyküyü derinleştirdiğimizde çocukluğundan beri pek çok kimseye “HAYIR “ diyemediğini , onlar ne isterse bu güne kadar elinden geleni yaptığını öğreniyoruz. Aslında yıllardır hayır diyemiyordu ama o arkadaşı onun çok değer verdiği , sevdiği , kaybetmekten korktuğu bir arkadaşı idi. Onun kırılacağını düşünmek bile kalbini sıkıştırmaya, nefesini daraltmaya yetiyordu. Belli ki bu duyguyu bir yerlerden tanıyordu. Hayır demekten korktuğu başka ne yaşamış olabilirdi?

    5-6 yaşlarındayken kendisinden 12 yaş büyük abisinin oyun oynarken yanına geldiği ve “gel atçılık oynayalım” dediğini hatırladı. Yüzü koyun yerde yatarken beline oturan abisinin penisinin bacaklarının arasında sürtündüğünü fark etti, o anda bunun kötü bir şey olduğunu fark etmişti  ama o çok güçlü olduğu için kaçamamıştı. Daha sonra her seferinde bu oyun biraz daha can acıtıcı bir hal almıştı. Ne zaman kaçmaya kalkışsa, ya da “HAYIR” diyerek direnmeye, abisi ”  annemi ve seni öldürürüm “ diye tehdit ediyordu.

    7 yaşındayken bir kez tüm cesaretini toplayarak annesine söylemeye kalktığında annesi ona bir tokat vurmuş “ sen ne o….bir kızsın, abiler hiç böyle bir şey yapar mı? Bir an önce büyü de seni evlendirelim “ demişti. O yaşta evlilik fikrinden çok korkmuş ve bir daha hiç kimseye abinin bu bitmek bilmeyen dokunuşlarını ve oyununu anlatamamıştı. Ta ki abisi askere gidene kadar “ HAYIR “ dememe oyunu sürmüştü. Abi askerden dönünce bir işe girmiş ve ondan çoook uzaklaşmıştı.

    Peki ruhundan , acıyan bedeninden, kırılan kalbinden, sarsılan güven duygusundan da uzaklaşabilmeyi başarabilmiş miydi ? Maalesef ki HAYIR   

    Not: Danışan öyküleri etik ilkeler gereği tamamıyla değiştirilmiştir.  

  • Mutsuzluk Bulaşıcı mı?

    1981 yılında Mersin’e taşınmıştık, daha 8 yaşındaydım. Oturduğumuz semtte yeni açılan bir market vardı. Okulumuz yakındı, yürüyerek giderdik, mutlaka oraya uğrar, çikolatalarımızı, bisküvilerimizi , sütlerimizi alırdık kardeşimle. İlk gittiğimizde para yerine elimizdeki karneleri uzatmıştık marketçi abiye. Yüzümüze tuhaf tuhaf bakmıştı; “ bu ne çocuklar ? “ diye sorduğunda “ siz buna yazıyorsunuz, babamız ay sonunda ödüyor bilmiyor musun ?” diye çıkışmıştık. Bize “ siz uzaydan falan mı geldiniz?” diye espri yapmış, elimizden tutup anneme götürmüştü. Annem gülmeye başladı; lojman hayatından geldiğimizi, orada bütün alışverişlerin lojman kantininden bu şekilde yapıldığını, çocuk olduğumuz için burada da böyle alışveriş yapıldığını sandığımızı söyleyince , marketçi abi de çok gülmüştü.

    Çok sonra anladım, meğer gerçekten de uzayda yaşıyormuşuz. Teyzemin kızının en büyük hayalleri olan üniversiteyi kazandığında “ üniversiteler çok karışık, kız başına uzaklarda okuyamazsın, kardeş kardeşi öldürüyor “ denilerek neden gönderilmediğini bilmiyordum. 1980 ihtilalini bilmiyordum, sıkı yönetim olmuş, onlarca insan sorgulanmış, hapislere atılmış, Pozcu da bile sokak savaşları yaşanmış , bilmiyordum. İzole bir hayatmış bizimkisi. Tek kanallı yıllar, gece 12 ‘de İstiklal Marşı ile kapanırdı televizyon, kardeşimle hafta sonları ayakta dinlerdik İstiklal Marşını, öyle kapardık televizyonu. Böyle canlı yayında şehirlerin bombalanışını izlemiyorduk, belki o yüzden paramparça olmuş çocuk cesetleri , çaresizlik içinde çırpınan anne çığlıkları girmiyordu rüyalarımıza. Elimizde bilgisayar da yoktu, kafası kesilmiş , kanlar içinde insanlar izlemiyorduk film gibi her dakika.

    En yakın arkadaşlarımdan biri Maria ‘ydı. Annesi İngiliz idi, ilk kez o zaman duymuştum Gayri Müslüm kelimesini. Ama bu günkü gibi kinle nefretle değil, sevgiyle… Annem bizi karşısına alıp ilk kez o gün öğretmişti ; insanları dinlerine, dillerine, ırklarına, mezheplerine göre ayırmamamız gerektiğini. Asıl olanın saygı, sevgi, dürüstlük, dostluk, kadir kıymet bilirlik olduğunu…

    Sonra başka bir semte taşındık. Çok şık görünümlü bir apartmandı. Sadece iki dairesi kiralıktı, diğerlerinde aynı soyadı taşıyan altı aile yaşıyordu. Çok sonra öğrendik, Siverek’ten kan davası nedeni ile Mersin’e taşındıklarını, güvenli olsun diye aynı apartmanda oturduklarını. Çocuğuz işte hemen kaynaştık onların da çocuklarıyla, arkadaş olmuş oyun oynuyorduk. Bir yıl sonra bu ailedeki arkadaşlarımızdan biri kanser oldu ve öldü. İlk kez bir cenazede ağıt yakma merasimi görmüştüm, annem de annesi kadar ağlamıştı, günlerce onları yalnız bırakmamıştık. Mahalledeki hiç kimse bunlar zaza cenazelerine gidilmez , ağlamayalım , acılarını paylaşmayalım dememişti.

    Benim çocukken öğrendiğim insani değerler şimdi ayaklar altında. Bugün hangi televizyon kanalını açsam kin var, nefret var, hakaret var…. Ölüler, yaralılar, bombalar var… Gazetede sürekli kesilen, bıçaklanan kadın cinayet haberleri var. Trafik kazaları, uyuşturucuya kurban gitmiş gençlerin öyküleri var…

    Çevremde mutsuz çocuklar, gençler, işsiz veya borç tuzağında boğuşan insanlar var. Sürekli eşiyle kavga eden arkadaşlarım, boşanıp dağılan yuvalar var. Artık gülmeye korkar oldum, sanırım mutsuzluk bulaşıcı. Ya bir çok kişi gibi kafamı kuma gömüp hiçbir şey yokmuş gibi davranacağım, ya da sahip olduklarıma şükredip, aktif bir vatandaş olarak üzerime düşen görevi yapacağım, yani ben annemi öğrettiği gibi bir hayat yaşayacağım…

    Not: Oy kullanmak bir vatandaşlık görevidir, sevgili okuyucularım demokratik bir hak olan oyumuzu kullanalım.

    Mutsuzluk

  • Tırnak Yemek

    Tırnak Yeme Nedir?

    Tırnak yeme, tırnağın veya kenarlarındaki dokunun diş ile koparılması veya kemirilmesi davranışına verilen isimdir. Aslında kopardıkları tırnakları yemez, tükürüp atarlar

    Tırnak yeme alışkanlığı nadiren 15 ay gibi erken dönemde  görülse de , genellikle 3-4 yaşlarında başlar. Duygularını sağlıklı aktaramayan veya aktarmaya çalıştığı duygularının anlaşılmadığını hisseden çocuklarda sık yaşanır.

    Sebepleri Nelerdir?

    Tırnak yeme alışkanlığı, çocuğun evde veya yakın sosyal çevresinde  tırnak yiyen birini görerek öğrenebileceği gibi  daha çok içinde yaşadığı  psikolojik çıkmazlardan kaynaklanabilir. Bunlar;

    • Üzüntü ve sıkıntı duyguları
    • Gerilim ve kaygı duyguları
    • Öfke ve saldırganlık duyguları
    • Değersizlik ve güvensizlik duyguları
    • Aile içi iletişim sorunları
    • ile içinde aşırı baskılı ve otoriter bir eğitimin olması
    • Boşanma veya  ayrılıklarda yaşanan kaos ortamı

    Nasıl Tedavi Edilir?

    Çocuğa düşünce ve duygularını daha sağlıklı aktarması öğretilmeli, eğer bunu başarır ise tırnak yeme alışkanlığının kolayca gerileyebileceği çocuğa söylenmelidir. Çocuk buna inandırıldığı zaman bu alışkanlıktan vazgeçmek için çaba gösterecektir.

    Çocuk bakı altına alınır veya sürekli uyarılır ise , bu bir işe yaramadığı gibi  bu alışkanlığın kökleşmesine ve başkalarını kızdırmak ve huzursuz etmek için bir araç olarak kullanılmasına neden olacaktır.

    En etkili yöntem 3-4 yaşlarına kadar bu alışkanlığın anne baba tarafından fark edilip uyarmak yerine görmezden gelinmesi, altta yatan bir sebep var ise hemen bunun önlemlerinin alınmasıdır.

    • Çocuğun hangi durumlarda tırnak yediği belirlemeye çalışılmalıdır.
    • Çocuğun gerginlik ve uyumsuzluk nedenleri iyice araştırılmalı ve bunlar saptanarak çözüm getirilmelidir.
    • Çocuğu azarlamak, korkutmak, ceza vermek gibi zorlayıcı yöntemlerin uygulanması yararlı olmamaktadır. Hatta kimi zaman daha ağır duygusal problemlerin çıkmasına neden olabilir.
    • Çocukları korku kaygı yaratacak durumlardan uzak tutmak gerekir.
    • Çocukları ara sıra başarılarından dolayı ödüllendirme bazı durumlarda yarar sağlayabilir. Ancak bunun kısıtlı ve uygun şekilde kullanılması gerekir. Aksi takdirde çocuk yeni ödüller almak için bunu kullanabilir.

     

  • Parmak Emme

    Bebekler ilk 1 yıl içinde dünyayı ağız yolu ile tanırlar. Çünkü anne karnından itibaren bebeklerin sahip oldukları en güçlü reflekslerden birisi emme refleksidir. Emme beslenmenin dışında aynı zamanda haz veren bir işlemdir. Bu nedenle bebekler ne bulduysa  ağızlarına götürmeye çalışırlar.

    Bazen bebeklerin kendilerini gergin hissettiği durumlarda ( uykuya geçiş, yalnız kalma, yoğun heyecan, sevinç gibi ) veya  annenin olmadığı durumlarda karşımıza çıkabilmektedir.

    Sebepleri Nelerdir?

    • Anneden erken ayrılık veya anneye aşırı bağımlılık
    • Sevgi ve güven eksikliği
    • Memeden erken ayrılma
    • Kardeş kıskançlığı
    • Ev içinde yaşanan gerginliklerin çocuğa yansıması
    • Erken memeden kesilip kaşıkla ek gıdaya zorlanan çocuklarda da parmak emme davranışına sık rastlanmaktadır.

    Nasıl Tedavi Edilir?

    • Parmak emme davranışı gösteren çocuk küçümsenmemeli, utandırmamalıdır.
    • Anne ve çocuk arasında kazanılması gereken bir savaşa çevrilmemelidir
    • Parmak emmenin damak yapısına parmağına zarar verebileceği çocuğa anlatılmalıdır.
    • Olumlu davranışlarına odaklanmak, sözlü övgüler ve teşvik edici minik ödüller kullanılmalıdır.
    • Parmağını emerek uyuyan bir çocuğun uykuya dalınca ağzından parmağı çekilmeli, anne veya babanın elini tutması istenebilir.
    • Masal anlatılarak uyuması sağlanabilir
    • Uykuya geçişte “geçiş nesnesi” dediğimiz oyuncak gibi benimseyebileceği objeler yatağına konulabilir,
    • Eğer hala parmak emme davranışı devam ediyor ise aile içinde çocuğu geren başka bir durum söz konusu olabilir, profesyonel yardım alınmalıdır.
  • Sigarayı Bırakmak ve Bağımlılıklarınızdan Kurtulmak; Ramazan ayında daha kolay

    Son on yıldır özellikle de gelişmiş ülkeler başta olmak üzere ülkemizde de sigara bağımlılığında mücadele yöntemleri geliştirlmeye başlanmıştır. Sigara içme yaşının çocukluk çağına düşmesi, kadınların sigara tüketimindeki artış, sigaranın neden olduğu ve özellikle AC kanseri ve KOAH gibi solunum yolu hastalıklarının 40 lı yaşlara düşmesine neden olmuştur.

    Sigarayı bırakmada en önemli yöntemlerden biri kişinin kendi iradesidir. Ancak sigaryı bırakmak isteyen kişilere bu iradelerini  teşvik edici veya kolaylaştırıcı yöntemlerle destek olmak gerekir.

    Yapılan çalışmalarda doktorun muayene esnasında sigara içen hastasına daha fazla vakit ayırarak telkinde bulunmasıyla bırakma oranı % 8, nikotin replasmanı ile % 25, ilaç tedavisi ile % 24-44 arasında değişmektedir. Ramazan ayı ve oruç bu iradeyi güçlendiren önemli faktörlerden biridir. Çünkü sigarayı bırakmada kişinin belli bir zamana şartlanması ve uzun süre sigara içmemesi nikotin ihtiyacını ve alışkanlıklarını azaltarak bırakmada kolaylaştırıcı rol alır. Oruç tutan kişiler nasılki zihinsel olarak birşeyler yememye ve içmemeye beynini hazırlıyor ise  oruçlu geçecek 14-16 saat sigara içmemeye ve bırakmaya da kendini hazırlarsa açlık hissi duymadığı gibi sigara içme ihtiyacı da duymayacaktır.

    İftar sonrası sigara içme hissi uyanırsa öncelikle nikotin içeren sebze ve meyve( marul, patlıcan, kuru üzüm vs..) tüketilmeli, evden sigara, kül tabağı ve çakmak uzaklaştırılmalı, sigara içmeye teşvik eden faaliyetlerden uzak durulmalıdır. İçmeyi kolaylaştırıcı haz kombinasyonlarından ( sigara içilen ortamlar, çay, kahve, kola gibi) uzak durmalı, sigarasız da çayın, kahvenin tadını daha iyi alabileceğini deneyerek  fark etmelidir. İçme duygusu dinmezse ortam değiştirilmeli, meşgul edici ve dikkat dağıtıcı faaliyetlerde bulunulmalıdır. Yinede başarılı olunamaz ise hekim kontrolünde destekleyici tedavi alınmalıdır. Dolayısıyla bir ay boyunca bu alışkanlığı kazanan ve sigarasızlığa alışan kişi bu alışkanlığını daha sonrada devam ettirirse sigarayı kolaylıkla bırakacaktır.

    Dr. Obengül EJDER  Aile Danışma Merkezi olarak “Sigara’yı bırakma tedavisi”ne sigara ile mücadelemizi daha etkili ve verimli kılabilmek için ayrı bir birim olan Sağlıklı Yaşam Kulübü Sigarayı Bıraktırma Merkezinde “ Sigarayı Bırakma Paketi”  ile   bireylerin sağlıklı yaşamalarını sürdürebilmelerine yardımcı oluyoruz. Bu paketin içinde,  sigaranın kişiye hangi ölçüde zarar verdiğini gösteren ;  AC Grafisi, Solunum Fonksiyon testi , karbon monoksit(CO) ölçümü’nün yanıo sıra , psikoterapi ile bütünleşmiş tetkik ve tedavi protokolleri ile başarılı bir tedavi hedeflenmektedir.

    Sigarayı bırakmaya kesin karar veren sigara bağımlısı hastalardayalı tıbbi tedaviler yanında hastalarımız randevulu olarak polikliniğimize başvurdukları takdirde muayene ve 2-4-6 haftalık kontrolleri yapılarak programa alınmaktadır. Belli aralıklarla bireysel ve grup terapileri ile tedavi desteklenmektedir.

    Sağlığını, geleceğini ve sevdiklerini düşünen hastalarımızı kendi istekleriyle başaracakları bu mücadeleye davet ediyor, sağlıklı ve sigarasız günlerde buluşmayı umut ediyorum.

  • Sanal mı, gerçek mi yaşamak istersiniz?

    13 yaşındaki bir danışanım; ” evde en sevdiğim zaman elektriklerin kesildiği zamandır” demişti. “ Çünkü bir anda bir mum ışığı yanar ve herkes birbirinin yüzüne o zaman bakar. Küçük bir çocuk gibi hala, korkuyorum, derim babama .Bilirim ki bir tek o zaman açar bana kucağını, annem bir tek o zaman azarlamaz beni”

    Televizyon, bilgisayar, cep telefonu derken bir ekrana bakar oldu herkes. Bu durumdan en çok aile bireyleri etkileniyor elbette. Sosyal paylaşım ihtiyacının, sesli hatta görüntülü sohbetin bir tık mesafede olması, çiftlerin birbirlerine olan ihtiyaçlarını azaltıyor. Bir çok işin internet ağı üzerinden gerçekleştirilebilmesi de eve iş getirilmesine, eşin ve çocukların özel zamanından çalınmasına neden oluyor.

    Sanal seks, cinsel işlev bozukluklarına zemin hazırlıyor

    Bir çok çift yatağa bile yatarken elinde cep telefonu ya da tablet bilgisayarla yatıyor. Teknolojinin yaşam alanlarına bu hızlı girişi ruh, beden , zihin bütünlüğü içinde gerçekleşen, “ haz alınan , haz verilen” bir eylem olan sağlıklı cinselliğin yaşanmasını engelleyip, daha yapay, daha ruhsuz , beklentisi yüksek ve daha bencilce olan sanal seksin tercih edilmesine  neden oluyor. Bir süre sonra sanal iletişim ve ilişki biçimi bağımlılığa dönüşüyor. Bu durum da çiftlerin orgazm olamama, ereksiyon problemi ya da erken boşalma gibi cinsel işlev bozuklukları yaşamasına zemin hazırlıyor.

    Sanal Yaşamın Ailenizi Bölmesin! İşte Önerilerim

    1. Eğer ev hanımı iseniz çocuklar okuldayken, eşiniz işte iken internette yapmanız gereken işlemleri yapın, çocuklar gelince kapatın
    2. Evde buluşulan saatlerde sürekli eleştiren, memnuniyetsiz, asık suratlı bir anne- baba olmayın. Aksine daha neşeli, paylaşımcı, sohbet eden, espri yapan , yaratıcı yanınızı ortaya çıkarın
    3. Eğer çalışıyor iseniz, eve iş getirmemeye özen gösterin. Mecbur kalırsanız, herkes yattıktan sonra işlerinizi internette tamamlayın
    4. Home ofis çalışıyorsanız , çalışma saatlerinizi aile düzeninize göre ayarlayıp, herkese eşit zaman ayırmaya gayret gösterin
    5. Siz işten , çocuklarınız okuldan döndükten sonra ortak yaşam alanlarınıza cep telefonlarınızı, bilgisayarlarınızı sokmayın. Mümkün olduğu kadar kapatın, imkansızsa sessize alın.
    6. Hafta sonlarını mutlaka ailece geçirin. Yüz yüze bakacağınız, el ele olacağınız çeşitli aktiviteler planlayın
    7. Çocuklarınızın arkadaşlarıyla oynayabilmesi için ortamlar yaratın, ev dağılır, kirlenir diye korkmayın
    8. Her fırsatta birbirinizin güzel ve güçlü yönlerini takdir edin, onaylayın.” Şımarır” diye sevginizi göstermekten çekinmeyin. Bazen bir sözle, bazen bir davranışla, bazen bir hediye ile  ruhlarına dokunun.
    9. Haftada bir gece eşinizle mutlaka dışarı çıkın; flört dönemlerinizde gitmekten hoşlandığınız yerlere gidin, eski arkadaşlarınızla buluşun veya ortak bir hobi edinin
    10. Cinsel istek ve arzularınızı eşinizle konuşmaktan çekinmeyin, haz alıp, haz veren doyumlu bir cinsel birliktelik için birbirinize zaman ayırın.