“Evlilikte Aldatma ve Türleri” konulu bölümüyle “Ruh Cerrahı” programımız Türkiye Klinikleri TV program arşivimize eklenmiştir.
#evlilik #aldatma #drobenejder
“Evlilikte Aldatma ve Türleri” konulu bölümüyle “Ruh Cerrahı” programımız Türkiye Klinikleri TV program arşivimize eklenmiştir.
#evlilik #aldatma #drobenejder
Bağlanma korkusu;
Çağan Irmak’ın müthiş ses getiren filmini hatırlıyorsunuz değil mi? Issız Adam…
Yarım kalmış bir aşk hikayesini anlatıyordu. Seyreden herkesi çok etkilemişti o film, kadınlar ağlayarak çıkıyor, erkekler “ ben o filme gitmesem “ diye kaçıyordu. Çünkü bu film, bir aşk hikayesinin, tarafların birbirini sevmediği için değil , kadın ve erkeğin korkuları yüzünden nasıl sona erdiğini anlatıyordu.
Duygularını göstermekte zorlanan, hiçbir ilişkiye bağlanmak istemeyen , korkan bir Issız Adam vardı karşımızda. Kendine kurduğu bir dünyanın içinde yaşayan, yalnız , oradan oraya savrulan , kısa süreli hazlarla mutlu olmaya çalışan… Her ne kadar bağlanmaktan korksa da , doğum günü pastası için ortadan kaybolan çalışanlarını göremeyince bağlandıklarını kaybetmekten ne kadar çok korktuğunu o an hissetti.
Çağan Irmak filmin merkezine bağlanma korkusunu yerleştirmişti. Herkesin hayatında yarım kalmış aşklar , ilişkiler vardır. Bu yarım kalmış aşkların temelinde sevgisizlik değil, korkular , kaygılar vardır. Dile gelmemiş, söylenememiş pek çok korku, kaygı tüketir ilişkileri. Zihinler hep geriye gider. Geçmişteki sevgili unutulmaz, her mutsuzlukta, her kalp sızısında geçmiş hatırlanır.
Bağlanma; sevmek, içe bağlı olmaktır. Bağlılığın oluşması için kişinin özgür iradesi önemlidir. Ayrılmaktan korktuğu için değil ya da karşı tarafın kendini ilişkide tutmaya zorlamasından değil, kalmayı kendi iradesi ile seçmesidir. Flört etme, nişanlı olma ya da evli olma bir kişinin bağlı olduğunu göstermez.
Bağlanma ihtiyacı beraberinde korkuları da getirir. Bir şeyin varlığı sizi ne kadar mutlu hissettirir ise yokluğu ya da yok olma ihtimali de o kadar kaygılandırır ve korkutur. Bilinç altı bir süreçle “Üzüleceğim “ diye geri çekilir , kaçar. Bu korku hayata, aileye, işe, genel insan ilişkilerine dair olabileceği gibi kişinin duygusal ilişkilerinde de söz konusu olabilir.
Bağlanma korkusunun temellerinde;
Terk Edilme Korkusu: Terk edilme korkusu yaşayan kişilerin geçmişlerinde bu korkuyu doğuracak temel olaylar vardır. Ailesi ile ilgili, özellikle de annesiyle ilgili böyle bir deneyim yaşamış olma ihtimali daha fazladır. Küçük yaşlarda yaşanan bu deneyim her defasında aynı şeyi yaşayacakmış gibi korku hissettirir.
Acı Çekme Korkusu: Küçük yaşlarda annesinden ayrılmak zorunda kalan ya da güvensiz bir ortamda bulunmuş acı çekmiş kişiler bir daha aynı acıyı yaşamamak için savunma mekanizması geliştirirler. Bilinç altına bastırdığı bu duygudan kaçmak için çeşitli davranışlar sergilerler. Karşı tarafa kendini değersiz, yetersiz, sevilmiyormuş gibi hissettirirler.
Kültürümüzde çocuğu sütten kesmek için annesinden uzaklaştırır, başka bir yere götürüler. Oysa ki henüz meme dönemindeki bir çocuğu annesinden bir hafta- bir ay ayrı tutmak son derece sakıncalıdır. Bu durum çocukta derin acı ve güvensizlik oluşturur. Anne geri döndüğünde ise artık çocuk hiçbir zaman eskisi gibi aynı güveni duymaz ve bağlanmaz.
Ayrılamama, Özgürlüğünü Yitirme Korkusu: Ayrılamama korkusu ilişkiye bağlanma korkusunu açığa çıkarır. Genellikle kendilerine güveni düşük kişilerdir ve reddedilmekten korktukları için kendi istedikleri kişiler yerine kendini beğenen kişiler ile birlikte olurlar. Ancak bu durumda her ne kadar kendilerini güvende hissetseler de eşlerine yoğun duygular besleyemezler. Eşlerini zayıf, güçsüz , eksik bulsalar da gerçek duygularını söyleyemezler ve terk edilmekten korkarlar.
Bağlanma korkusu yaşayan kişilerin çoğu bu korkularının farkında değildir. Ancak kişi fark ederse bu konuşulur ve ilişki içinde çözümlenir.
Örneğin;
Evliliklerinin 12. yılında terapiye başvuran bir çift, son 3 yıldır çok kavga ettiklerini, ilişkilerinin düzelebileceğine dair umutlarını yitirdiklerini, son çare avukattan önce terapiste geldiklerini söylemişlerdi. Erkeğe göre eşi çok kıskanç, dayanılmaz derecede sorgulayan, bulduğu her açıkta olay çıkaran, çok söylenen, yıpratıcı bir kadındı. Kadına göre ise eşi; sorumsuz, evin bütün yükünü kadına yıkan, kendi başına planlar yapıp, sadece eğlenceye para harcayan, güvenilmez bir adamdı.
Bireysel ve evlilik öykülerini aldığımızda; Erkeğin evliliğin gündelik sorumluklarını almak istememesinin nedeni ebedi çocuk, genç kalmak istemesi olduğu anlaşılıyordu. Çünkü eğer “ eş” ya da” baba “ kimliklerini üstlenirse içinde dayanılmaz bir öfke ve sıkıntı oluşuyordu. Öfkelenmemek için her türlü sorumluktan kaçıyor; kaçamadığı zaman da zarar vererek patlıyordu. Karısına duyduğu öfkeyi onu sosyal ortamlarda yalnız bırakarak, pasif şekilde ifade ediyordu. Karısı bu izolasyon duygusunu reddedilmişlik olarak algılıyor ve eşini sert bir dille eleştiriyordu. Bu sözel saldırıya karşı adam atağa geçiyor ve bazen fiziksel şiddet uyguluyor bazen de evi terk etmekle tehdit ediyordu.
Erkek Kaçınan bir bağlanma stiline sahip yani bağlanmaktan korkuyordu.
Kadın ise doğduğu andan itibaren aileyi birleştiren bir arada tutan bir görev üstlenmişti. Annesi, babası, ablası hep ona güvenmiş, ailenin bütün sorunlarını yüklenen ve çözen bir kadın olup çıkmıştı. Hayırlı evlat, hayırlı anne olma yükü, kendi ihtiyaçlarını hep ikinci plana atmasına ve içinde biriktirdiği sıkıntıları paylaşamamasına sebep oluyordu. Kendini kurban rolüne koymuştu ve hep “muhtaç olunan” kişiydi. Sonuçta evlenince de eşine ; ailesine yaptığı gibi annelik yapıyordu ve koşulsuz destek sağlayarak bir gün eşinin de onun ihtiyaçlarını fark edip, gidereceğini düşünüyordu. Her ne kadar şikayet etse de parayı, güç ve kontrolü elinde tutuyordu ve eşim bensiz yapamaz diyordu.
Kadın Kaygılı Bağlanma stiline sahipti. Kendine olan güvensizliğini eşine dayandırıyor ve çaresiz, kurban rolünü sürdürüyordu.
Bu çiftin terapilerinin en önemli aşaması kendilerini ve geçmiş bağlanma stillerinin evliliklerini nasıl olumsuz etkilediğini keşfetmeleriydi. Bundan sonraki adım ise artık keşfedilenleri kabul etmek ve sağlıklı bağlanma stiline doğru geçiş yapmaya çalışmak…
Ülkemizde yapılan bir araştırmada ; toplumun yaklaşık %38 i Güvenli, %48,5 kaygılı , %13,5 ise kaçınan, güvensiz bağlanma stiline sahip olduğu tespit edilmiş.
Aynı araştırmada; her iki bireyin de kaçınan, güvensiz bağlanma stiline sahip olduğu evliliklerin sık görüldüğünü göstermekte. Ancak bu durum çiftleri mutsuz etse de , evlilikleri kötü bile gitse ; boşanmak yerine, evliliği sürdürdükleri anlamını taşımakta.
Evlilik uyumu ve doyumu açısından bakıldığında; her iki çiftin de Güvenli Bağlanma stiline sahip olduğu evliliklerin daha uyumlu ve doyumlu yaşanma ihtimali çok yüksek.
Kadının Güvenli bağlanma stiline sahip olduğu, erkeğin ise Kaygılı bağlanma stiline sahip olduğu evliliklerde ise anlaşma daha iyi , toplumsal dengeler açısından her ne kadar sıkıntı yaşansa da sürdürülebilir bir evlilik yapısı vardır.
Erkeğin Güvenli, kadının ise Kaygılı bağlanma stiline sahip olması, aşırı güvensizlik ve kıskançlıkları evliliğin kalitesini düşürmekte , kavgaların sık yaşanmasına sebep olmaktadır.
GÜVENLİ BAĞLANMA:
KAYGILI BAĞLANMA
KAÇINAN BAĞLANMA:
Evliliği bir ilişkiden ayıran en önemli fark; sadece duygusal bir bağa değil, hukuki bir sürece de dayalı olmasıdır. Birlikte çocuk sahibi olmak, ev, araba gibi çeşitli mallar edinmek veya borç sahibi olmak evliliği hukuki bir zemine oturtur.…Bu nedenle anlaşmazlıklar yaşandığında ne yazık ki başladığı gibi güzel ve medeni bir şekilde bitmeyebilir.
Aslında bir ilişkide karşılıklı iletişimin yetersiz olması, kişilik yapılanma bozukluklarının olması ayrılığı ve boşanmayı sancılı bir hale getirir. Eğer her iki tarafında rızası ile bitmiyorsa bir ilişki; istemeyen taraf için son derece acı veren bir süreç başlar… Kişinin kendisini bırakılan, yetersiz, değersiz, kusurlu hissetmesine neden olur. Ayrılık ve “ bırakılmışlık” hissi onun dünyasında bir kişilik sorununa dönüşür.
“ O beni beğenmiyor ve istemiyorsa, kimse beni beğenmez ve istemez” diye düşünülür. Bir süre sonra değersizlik hissi yerini öfkeye bırakır, karamsarlık ve çökkünlük hali ile geçici depresyon yaşayabilir.
Bazen bu öfkeyi yenebilmek için tekrar ilişkiyi başlatıp, bu sefer bırakan taraf kendisi olmak ister, partnerini kıskandırmak için yoğun çaba göstermeye başlar ve asıl mesajı “ beni kaybettin ama ne kadar değerli birini kaybettiğini fark et” mesajıdır. Ayrıldığı için pişman olmasını ister.
Aslında ayrılık; birini bırakmak değildir. Kimse kimseyi bırakmaz. Bırakıldığını hissedenin de bıraktığını söyleyenin de kendine güvenle ilgili yetersiz duyguları vardır. Bir ilişki karşılıklı özgür irade ile başlar, yaşanır ve karşılıklı anlaşmazlıklarla, hatalarla duygu kaybına sebep olduğunda biter.
Ayrılık Nedenleri
Ayrılık nedeni ve bu süreci atlatış şekliniz daha sonraki ilişkilerinizde ne yaşayacağınızı, nasıl ilişkiler geliştireceğinizi, ne tür sorunlarla baş etmek zorunda kalacağınızı belirler. En sık görülen ayrılık nedenleri:
1. Aldatmak ve aldatılmak: Yaşanılan ilişki içinde her iki tarafın da çözülememiş duygusal sorunu var demektir. Duyguları azalan taraf, bu süreci izleyememiş, duygularının neden azaldığını görememiş, karşı tarafa aktaramamıştır. Karşı taraf ise ilişki içinde eşinin ilgisinin ve duygusunun azaldığını ya fark edememiş, ya da sorgulamamıştır. Her iki taraf da kaybetme korkusuyla problemleri görmezden gelmiş, çözüm yolları üretmek yerine kaçmayı tercih etmiştir.
Ayrılmaya gücü yetmeyen taraf başka bir ilişkiye tutunarak ilişkiden çıkmıştır. Kendini değerli hissetmeye, önemsendiğini, sevildiğini hissetmeye duyduğu yoğun ihtiyaç; aldatmaya doğru sürükler.
Aldatma nedeni ile biten ilişki; taraflardan birine derin bir güvensizlik ve öfke bırakırken, diğerine derin bir suçluluk ve pişmanlık bırakır. Bu durum iki tarafın da geçmişe saplanmasına ve gelecekte sağlık ilişki kurmasına engel olur.
2. Duygu kaybı : Çiftlerden birinin uzun süreli duygusal, cinsel , sosyal ihmali bir diğerinde yorgunluk ve bıkkınlık yaratır. Kendini anlatmak için harcadığı çaba, eşi tarafından anlaşılamazsa ve sorun hala aynı şekilde devam ederse, bir süre sonra bunun bir kişilik problemi olduğunu , o istemezse değişmeyeceğini anlarsa , ilişkiye olan inancını kaybeder. İlişkiden beklentileri kayboldukça geri çekilir.
3. Aile problemleri : Her ne kadar bir ilişki çiftin özgür iradesi ile başlar diyorsak da toplumumuzda aileler son derece etkin rol oynamaktadır. Ailelerin onaylamadığı bir evlilik , ilişkinin bundan sonraki süreçte devamlı sorun yaşayacağının işaretidir.
Çocuklarının birey olmasına müsaade etmeyen, eğer birey olurlarsa yalnız kalmaktan ve terk edilmekten korkan ebeveynler çocuklarının evlilik sürecini kabusa çevirebilirler. Sanki kendileri evleniyormuş gibi sürecin tamamında yer alırlar, her iki tarafa da söz hakkı tanımaz , sürekli eleştirir, memnuniyetsiz olurlar.
Ayrılık baskısını oluştururlarken sözde çocuklarının mutluluğunu düşünürler ancak tamamen kendi hırslarının ve beklentilerinin kurbanı olurlar. Sonuç; mahkeme salonlarında boşanan çiftler değil ailelerin kendisi olur.
• “Bir kez olsun bana çiçek getirmedi, küçücük bir hediye almadı, beni sevdiğini görmek istiyorum”
• “ Bir fincan kahve yapsa, sabahları ben uyanmadan kahvaltı hazırlasa, evdeki küçük tamirleri ben söylemeden yapsa, ne olur? Beni sevdiğini davranışlarıyla göstermesini istiyorum”
• “ Eve gelince bana sarılmaz, saçımı okşamaz, cinsel birliktelik haricinde bana dokunmaz. Beni sevdiğini, küçük dokunuşlarla hissettirsin istiyorum”
• “ Ne yapsam beğenmiyor, başkalarının yanında sürekli eleştiriyor, küçük düşürüyor. Ne var sanki biraz da takdir etse? Seni seviyorum, demek bu kadar zor mu? Beni sevdiğini duymak istiyorum”
• “ Evde sürekli iş yapıyor, temizliği, bulaşığı hiç bitmiyor, birlikte vakit geçirmek, sohbet etmek, gülmek istiyorum. Beni sevdiğini birlikte yaşayarak hissetmek istiyorum”
Bütün bu serzenişler, sevgililerin SEVGİ DİLLERİ’nin farklılığından kaynaklanıyor. Oysa ki ömür boyu mutlu bir beraberliğin ve sevginin hep canlı kalabilmesinin sırrı sevgi dillerinin keşfedilmesinde.
Çoğu ilişki “aşk “ la başlar. Ama maalesef sürdürmek için aşk yetmez. Aşık olmak; “çiftleşme davranışının genetik olarak belirlenmiş içgüdüsel bir ögesi” olarak tanımlanıyor;
Aşık olmak iradi bir fiil yada bilinçli bir seçim değildir,
Aşık olma hali çaba göstermeden yaşandığı için gerçek sevgiyi tam olarak yansıtmaz.
Aşık olan kişinin diğer kişinin gelişimine yardımcı olmada gerçek anlamda desteği yoktur.
Oysa ki sevgi irade ile , emekle gelişir, bu yüzden “aşk” tutkusu bitip gerçek dünyaya dönüldükten sonra bile sevme kapasitesi hep kalır. Bu nedenle hem kendinizin hem de sevgilinizin sevgi dilini keşfetmelisiniz.
Vajinismusun en sık nedenleri psikolojik kaygılardır. Kız çocuklarına öğretilen veya irademizin bilinçdışımıza kodladığı “cinsellik kötüdür”, “kızlık zarı çok değerli ve korunması gereken bir şeydir” düşünceleri bu problemin ortaya çıkmasında önemli bir yer tutar. Bazen neden cinsel bilgi eksikliği, basit bir utanma ve cinsel duygulardaki baskılanma olabilir. Bazen de altta yatan neden özellikle çocukluk dönemindeki travmatik bir yaşantıdır. Bu durumda geçmiş de yaşanmış taciz gibi travmatik olayların bilinçdışına itilen bugünkü izdüşümleri ve etkileri gibi daha karmaşık içsel çatışmalar, yanlış kalıplar yada zorlamalar beden-zihin bütünlüğünü bozup vajinismusa neden olabilir. M. Erickson’un dediği gibi “defolu bir öğrenme ve kabullenme” vardır.
Nedenleri davranışsal, bilişsel, dinamik ve varoluşsal modellere göre de ele alabiliriz. Yani geçmişte yaşanmış bir taciz, ensest ilişki yada kötü bir cinsel deneyimin kötü ve acı verici olarak değerlendirildiği davranışsal model, yine geçmişte maruz kalınan cinsel yasaklar ve abartılı ilk gece hikayelerin bilinçdışında oluşturduğu cinsellikle ilgili negatif şemaları içeren bilişsel model, daha çok Freud”un ruhsal gelişim evrelerinden cinsel kimlik gelişiminin ilk basamağı olan fallik dönem sorunlardan kaynaklanan dinamik model ve kadın kendini eşine ifade etmesi, farkında olmadan kendi varlığını eşine hissettirmesi ve istediği ilgiyi görmesi için başlattığı bilinçdışı otomatik hareketleri içeren varoluşsal model şeklinde nedenler ele alınabilir. Model veya modellerin çabuk tespiti vajinismus tedavisine yön verir. Örnek olarak; davranışçı ve bilişsel yöntemle başarıya ulaşan bir tedavi sonunda cinsel ilişki yaşanır ve sorun çözülür. Fakat vajinismus nedeni eşe ve yaşama karşı kendini var etme çabası gibi varoluşsal bir yapı ise, zamanla yaşanılan cinsel ilişkiye karşı bunaltı ve kaygı duyulmaya başlanır ya da yaşanılan ilişkiden yeteri kadar cinsel haz alınmaz. Nedeni bilenemez. Her şey yolundadır, yıllardır çekilen sorun çözülmüştür ama bir anda anlamsız bir boşluğa düşülür. İşte varoluşsal model bu sorunun çözümüne ışık tutabilir. Bu nedenle her vakaya davranışsal, bilişsel, dinamik ve varoluşçu yaklaşımları içeren “bütüncül psikoterapi” çerçevesinden bakmak doğru bir yaklaşım olacaktır.
Dinamik modele göre vajinismus; cinselliğin kirli ve kötü bir şey olarak görüldüğü bir savunma tepkisidir. Yani kadın, bilinçdışında, saldırgan ve tehditkar olarak algıladığı erkekle birleşmeyi reddeder. Vajinismuslu kadınlar annelerinin, kendisini ve çocuklarını korumaktan aciz, çaresiz ve bağımlı olduğunu düşünürler ve cinsel ilişkiyi annenin bu zavallılığıyla özdeşleşme çağrışımı yaptığı için, ilişkiye girmemeyi en iyi savunma olarak algılarlar. Sonuçta, vajina istem dışı kasılır, cinsel birleşme olanaksız hale gelir.
Nedenleri çoğaltmak mümkündür. “Hastalık yoktur hasta vardır” deyimini anımsatıp, en sık rastlanılan vajinismusa yol açan nedenleri genel olarak sıralayacak olursak: