Yazar: prosman@gmail.com

  • ÇİFT TERAPİSİNDE ÇOCUKLUK ÇAĞI TRAVMALARI 

     

    ÇİFT TERAPİSİNDE ÇOCUKLUK ÇAĞI TRAVMALARI 

    14 yıllık evliyiz, 10 yaşında kızımız , 4 yaşında oğlumuz var. Çocuklar olana kadar eşim benimle ve evle daha ilgiliydi. Cinsel hiçbir sorunumuz yoktu. “Bir an önce  şu iş bitse de eve gitsek “ diye düşünüyorduk. Hamile kaldığımı öğrendiğimiz gün heyecandan ölecektik  neredeyse, ancak ne zaman ki oğlumuz doğdu, annesi ve babası bizim eve çok sık gelmeye başladılar, eşimin keyfi kaçtı. Bir süre sonra işlerim uzadı, toplantım var bahanesi ile eve gelmemeye , küçük şeylere çabuk sinirlenmeye, yerli yersiz benimle kavga etmeye başladı. Önceleri uykusuzluk, çocuk derken pek alttan alamıyordum ama sonraları alttan almaya hatta boş vermeye başladım. Ben çocuğa yoğunlaştıkça onun öfkesi daha da arttı.

    Ara sıra dalgın ve mutsuz olduğunu fark ediyordum ama bu kadar kötüleşeceğini eşimin depresyona gireceğini, kendini bizden, işten , arkadaşlarından soyutlayacak kadar geri çekileceğini hiç düşünmemiştim. Bir türlü konuşmayı başaramıyoruz, çocuklar babalarını özlüyorlar, oyun oynamak , sinemaya , parka gitmek istiyorlar. Bense aşık olup evlendiğim adamı kaybetmenin şaşkınlığı ve derin bir yalnızlık içindeyim . Ne yapacağımı şaşırdım, bize neler oldu doktor hanım?

    BUZ DAĞININ ALTI “ TERK DEPRESYONU “

    Bu örnekte olduğu gibi evlilik hayatı aslında kendi doğumumuzla birlikte geldiğimiz aileye psikolojik geri dönüşün bir yansımasıdır. Eğer çiftlerden biri veya her ikisi büyüdükleri aile içinde duygusal ihmal edilmiş , anne ve babalarına güvenlerini yitirmiş, onlardan koşulsuz sevgiyi alamamış, hatta anne veya babası tarafından terk edilmiş ise, yıllar sonra bütün bu yaşanılanlar danışanların öfke duygularını ‘ İÇE YA DA DIŞA YANSITMASINA ‘ neden olur.

    Çift terapisinin ilk aşamalarında bireysel öykü almaya başladığımda; Ahmet beyin 4 çocuklu bir ailenin tek erkek çocuğu olduğunu, kendisi 2 yaşındayken ticari yaşamında alacak verecek davasından babasının bir kavgaya karıştığını ve daha sonra yaklaşık 7 yıl hapis yattığını, bu süreç içinde annesinin tek başına çocuklara bakmakta zorlandığı için Ahmet ‘i başka bir şehirde yaşayan halasına bıraktığını, zaten maddi durumları kötü olan halasının yanında kendini bir yük, işe yaramaz bir sığıntı gibi hissettiğini, babası hapisten çıktıktan sonra da 9 yaşında tekrar ailesinin yanına döndüğünü öğreniyorum.

    2-9 yaş arasındaki bu süreçte her ne kadar halası ona ikinci annelik yapsa da aklı erdikçe; “ Neden kardeşlerimi değil de beni bıraktı annem” sorusunu kendine sıkça sorduğunu ve hem annesi hem de babası tarafından terk edilmişliğin acısı içinde gün geçtikçe büyüttüğünü öğreniyorum.

    Babası döndükten sonra aile bir arada yaşamaya başlamış, maddi durumları düzelmiş, daha iyi bir evde oturuyor, daha iyi arabalara biniyorlardı. Hatta ortaokul ve liseyi özel bir kolejde okumuştu, ama aksi, sinirli , sürekli bağıran babasına nerdeyse hiç karşılık vermeyen alttan alan annesine bir yandan acıyor, bir yandan da onu terk edip gittiği için içten içe öfke duyuyordu.

    Ahmet bey yıllar sonra çok başarılı bir okul hayatı geçirmiş, Mimar olmuştu. Hiç kimseye muhtaç olmamak için çok çalıştığını ve “ Olur da benim başıma bir şey gelirse çocuklarım rahat etsin” diyerek bankada yüklü miktarda para biriktirdiğini söylüyordu.

    GEÇMİŞİN TAMİRİ İÇİN SAHNE YENİDEN KURULUR 

    Bir yandan Ahmet beyin çocukluğunda yaşadığı Terk Edilmenin yarattığı korkunun ve depresyonun  şimdi nasıl yeniden canlandığının farkına varmasıyla çalışırken bir yandan da kendini babası yerine, eşini de annesi yerine koyarak çocukluğundaki sahneleri farkında olmadan yeniden canlandırdığını , yeniden terk edilmekten ne kadar korktuğunu ve bu duyguları tamir etmeye çalışırken nasıl işlerin daha da çıkmaza girdiğini fark etmesine çalışıyordum.

    Sonunda çift yaşanılanları anlamlandırmaya başlamış, Ahmet beyin eşi ondan ilgisini ve sevgisini geri çekmesinin ne kadar yanlış olduğunu fark etmiş, buz dağının altını gördükleri için açık iletişim kurarak problemlerini çözmeyi başarmışlardı.

     

     

  • MUTLU VE UYUMLU BİR İLİŞKİ İÇİN 

    MUTLU VE UYUMLU BİR İLİŞKİ İÇİN 

    Bin bir güzel hayalle kurulan yuvaların, el emeği göz nuru serilen çeyizlerin, en içten dilenen “ Bir yastıkta kocayın” dileklerinin bir ömür boyu sürmesini kim istemez ki!

    Ancak görüyoruz ki ülkemizde de evlilik kurumuna olan güvensizlik giderek artmakta, çiftler evlilik bağlarını sürdürmekte zorlanarak en ufak problemlerde önce yastıklarını, sonra yataklarını , sonra odalarını, en sonunda da yollarını ayırmayı seçmekte ve boşanma oranları hızla artmakta.

    Oysa ki mutlu ve uyumlu bir ilişki içinde yaşamak sanıldığı kadar  zor değil,

    ÇİFTLER İŞİN CİDDİYETİNDE DEĞİL

    “Evlilik, ‘BEN, SEN ile, BEN’i koruyarak ve SEN’i yok etmeden BİZ olmak istiyorum’ demektir, Çiftler birlikte mutlu olacaklarını düşündükleri biriyle yeni bir hayata adım atarken işin kolayına kaçmadan  birbirlerini anlamaya ve aralarındaki uyumu korumaya çalışmalı, birbirlerini kafalarındaki kadın / erkek rollerine sokmaya zorlamamalıdır.

    Mutlu bir evliliğin sırrı iletişimden geçer. Gerçekten konuşabilmeli, birbirinizi suçlamadan, eski defterleri açmadan, birbirinizin ailesini işin içine karıştırmadan duygu ve düşüncelerinizi BEN diliyle aktarabilmeli, birbirinize kızdığınızda küçük bir sakinleşme arası verdikten sonra problemi çözmek adına sürekli adımlar atmalısınız.

    Ne göz temasını, ne gönül temasını ne de ten temasını koparmamalı ,karşılıklı saygı sınırını asla aşmamalısınız.

    EVLİLİKTE MUTLULUK VE UYUM İÇİN…

     “1- Sevginizi açıkça gösterin. Eşinize onu sevdiğinizi sözlerle ve davranışlarınızla ifade etmekten asla vazgeçmeyin. Sevmek ve sevildiğini bilmek herkes için öncelikli bir ihtiyaçtır. Evliliklerde yapılan en büyük hata bir süre sonra eşlerin birbirlerine sevgilerini ifade etmemeye başlamalarıdır. Eşinize onun sevgi dilini kullanarak onu sevdiğinizi anlatmayı hiç bırakmayın.

    2- Değer verdiğinizi hissettirin. Eşinizi beğendiğinizi, ona değer verdiğinizi, saygı duyduğunuzu gösterin. Düşüncelerine değer verin ve onu yargılamadan dinleyin, onaylayın, takdir edin, asla başkalarıyla kıyaslamayın ve kesinlikle aşağılamayın. Eşinizin duygu ve düşüncelerini anlamak için empati yapın. Üzgün, tedirgin, gergin olduğunda onunla konuşarak neler hissettiğini anlamaya çalışın.

    3- Değiştirmeye çalışmayın. Hiç kimse mükemmel değildir. Her insanın iyi ve kötü yanları, olumlu ve olumsuz özellikleri olabilir. Eşinizin olumsuz özelliklerine değil, olumlu özelliklerine ve iyi yanlarına odaklanın. Olumsuz özelliklerine tolerans göstererek, oluşabilecek anlaşmazlıkları ve çıkabilecek tartışmaları önlemiş olursunuz.

    4- Sır saklamayın. Eşinize asla yalan söylemeyin ve ondan hiçbir şey gizlemeyin. Evliliğin temel direklerinden biri güvendir. Eşinizin güvenini sarsacak her türlü söz ve davranıştan kaçının. Güven bir kez sarsıldığında, yeniden eskisi gibi sapasağlam olması çok zordur.

    5-Öfkenizi kontrol edin. Sinirlendiğinizde eşinizi kıracak herhangi bir söz sarf etmemek ya da ona zarar verecek bir davranışta bulunmamak için öfkenizi kontrol altında tutun. Eğer öfkenizi kontrol edemiyorsanız sakinleşene kadar eşinizin yanından uzaklaşın.

    6-Özür dileyin. Yaptığınız hataları olgunlukla kabul edin ve özür dileyin. Ama dileğiniz özrü o hatayı bir daha yapmamak için verdiğiniz bir söz olarak kabul edin ve hatalarınızı tekrarlamamak için çaba gösterin.

    7- Sorumlulukları paylaşın. Ortak yaşamın tüm sorumluluklarını ve yapılması gereken işleri adil bir biçimde paylaşın. Evliliğin ve günlük yaşamın tüm yükünü eşinizin omuzlarına yüklemeyin.

    8- Birbirinize özel zaman ayırın. Eşinizle baş başa zaman geçirmek için fırsatlar yaratın. Birlikte daha fazla şey paylaşmaya, ortak zevkler yaratmaya çalışın. Gelecekte hatırlamaktan mutluluk duyacağınız güzel anılar inşa edin. Flört dönemlerinize geri dönün.

    9- Kendinize de özel yaşam alanı yaratın. Eşinizin ve sizin sadece evliliğinize adanmış tek bir hayatınız olmadığını kendinize ait de bir yaşamınız olduğunu unutmayın. Her ikiniz de bireysel ilgi alanlarınız ve hobilerinize zaman ayırın. Kişinin kendine özel zaman ayırmasına ‘bireyselleşme’, çift olarak başka çiftlerle bir arada olmalarına ise ‘sosyalleşme’ adını veriyoruz. Sosyalleşen ve bireyselleşen bir çift hem kendini özgür hisseder hem de ‘biz kimliği’ geliştirebilir ve bu kimliğini koruyabilir.

    10- Cinsellikte uyumu yaşayın. Mutlu bir evlilik için gerekli olan duygusal birlikteliğin yanı sıra, düzenli ve sağlıklı bir cinsel birlikteliğin de olması gerekir. Eşinizle romantizm ve erotizmin uyumunu yaşadığınız bir cinsel yaşamınızın olasına özen gösterin.

    11- Evlilik terapistine başvurun. Evlilik terapisi sadece çatışmalı çiftler için var olan bir yöntem değil aynı zamanda hem ilişkisel hem de cinsel uyumsuzlukların çözümünde ya da zenginleşmesinde önemli bir katkı yapabilir. Bu nedenle alanında uzman bir evlilik terapistinden destek almaktan da asla çekinmeyin.”

    Kaynak: “ Evlilik ve Çift Terapisi”, Gerald Weeks  , “Kadınca” Dr.Cem Keçe 

  • Evlilik Terapisi Çiftle Yapılan TANGOYA benzer 

    Evlilik Terapisi Çiftle Yapılan TANGOYA benzer 

    Günümüzde evlilik terapisine yaklaşımda hala  sorun yaşayan çiftlerden birisi “ Bence biz bir Evlilik Terapisine gitmeliyiz “ dediğinde diğeri “ biz bu kadar zamanda problemimizi çözemedik, bizi hiç tanımayan birisi nasıl çözecek , o bizi ne anlar ki  “  diyerek karşı çıkmakta.

    Oysa ki Evlilik Terapisi ;

    Buzdağının görünmeyen kısmını keşfetmekle başlar;

    • Evlilikte yaşanılan şu anki sorunun altında üzeri örtülmüş olan  asıl problem nedir?
    • Çiftin aileleri ile, sosyal koşulları ile, çevre ile aralarındaki ilişkiler ağı nasıldır?
    • Eşlerin yaşadığı problemlere diğer aile bireylerinin , aile köklerinin veya toplumsal değerlerinin katkısı nedir?
    • Yaşanılan davranış sorunlarının temelinde ne var? Bu davranış neye hizmet ediyor? Hangi düşüncenin ürünü? gibi sorulara yanıt ararız.

    Geçmiş yaşam öyküsü ile bize ne anlatıyor? Bunları bulmaya çalışırız, örneğin;

    • Çözülmemiş çocukluk travmaları nelerdir? ( Terk edilme, ret edilme, ihmal edilme, değersizlik, sevilmeme gibi duyguları hangi travmaların ürünüdür)
    • Çözümlenmemiş çocukluk travmaları hangi duyguları yaşamalarına neden olmaktadır? ( Yakınlık kuramama, bağlanamama, içe yansıtma, suçlama, bölme gibi hangi  savunma mekanizmalarını kullanıyor )
    • Çocukluk döneminde halledilmeyen işler nasıl tekrar tekrar önlerine geliyor ve sanki bugüne ait gerçek bir sorunmuş gibi  nasıl yaşanıyor?

     

    Tüm bu sorulara yanıt ararken bir yandan bireysel iyileşme sağlanırken bir yandan da evliliğin aldığı yaralar sarılmaya çalışılır. Evlilik Terapisi çiftle yapılan tangoya benzer, birbirlerinin ayaklarına basmadan yaşadıkları sorunları keşfedip çözmelerine yardımcı olur.

     

  • İLGİZİLİK EVLİLİKLERİ  ZORA SOKUYOR

    İLGİZİLİK EVLİLİKLERİ  ZORA SOKUYOR  

     “ Eşim eskisi gibi ilgili değil artık doktor hanım; eskiden günde üç dört defa arardı, eve gelmeden önce sürprizler yapardı. Yolda yürürken elimi tutar, annesine gittiğimizde masadan kalkmamı bile istemezdi. Şimdi her şey değişti sanki, kocamın benden her geçen gün uzaklaştığını hissediyorum. Sanki beni arzulamıyor artık,birkaç kez reddedildim, bu gururumu çok incitti. Sürekli nedenini anlamaya çalışıyorum; acaba kilo mu aldım? Bebeğimiz oldu göğüslerim mi sarktı, beni sıkıcı mı buluyor? SORULAR, SORULAR ? Aklımda binlerce soru var ? Ne yapacağımı bilmiyorum “

    Bu ve benzeri şikayetleri olan çiftlerden bir çoğu yukarıdaki örnekte olduğu gibi daha evliliklerinin ilk yıllarında bu sıkıntıları yaşamaya başlıyorlar. Aslında sanılanın aksine çiftlerin iş güç, eş dost, çoluk çocuk gibi günlük meşgalelere kapılarak birbirlerinden uzaklaşmaları , o ilk günkü heyecan,  tutku ve büyünün bozulması , şehvet duygusunun yoksullaşması bir sorun değil doğal bir süreçtir. Kadın ve erkeğin doğasındaki farklılıklar doğru anlaşılmaz ise  evlilikte yaşanılan  inişler  ve çıkışlar sonucu büyük kazalara  neden olabilir.

    KADINLARIN % 72 si ŞİKAYETÇİ

    Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) tarafından Türkiye’de düzenlenen bir ankette ;  3 bin 290 evli kadına ‘Kocanızın sizi ilk günkü gibi arzuladığını düşünüyor musunuz?” sorusu sorulmuş, katılımcıların yüzde 72’si bu soruya ‘Hayır’ yanıtını vermiş. Bu çarpıcı sonuç bize gösteriyor ki evliliklerinin bir döneminde kocaları tarafından artık arzulanmadığını hisseden , yatakta reddedilen kadınlar azımsanmayacak kadar çok ve benzer duygu durum evrelerinden geçmekteler;

    Evliliğinin rutine bindiğini ve artık eskisi gibi arzulanmadığını düşünen kadın;

    1. Evrede önce kendini suçlar. “Ben çirkinim. Bedenim çekici değil. Artık eskisi gibi seksi değilim ve kocama yetmiyorum” diye düşünür.
    2. Evrede eşini suçlamaya başlar. ‘Beni anlamıyor, dinlemiyor. Artık bana yeterince ilgi göstermiyor’ der.
    3. Evrede ‘paranoya hali’ başlar , eşinin kendisini aldattığını, başka bir kadın olduğunu düşünür.
    4. Hatta daha da ileri gider ve dördüncü evrede eşinin eşcinsel olduğundan bile şüphelenir.
    5. Evrede depresyona girer, yetersizlik duygusu giderek artar,
    6. Evre SEÇİM evresidir; ya bu durumu kabullenecek, ya boşanacak ya da bir terapiste giderek gerçekte neler olduğunu anlamaya çalışacaktır.

     

     

     

     

     

     

    ERKEN TEŞHİS EVLİLİĞİ  KURTARIR !

     

    • Var olan sorunu yok sayıp , durumu olduğu gibi kabullenme seçeneği; elbette doğru bir seçenek olmayacaktır. Çünkü bu seçenek sadece evliliğin birkaç yıl daha sürmesini ancak çözümsüzlüğün getirdiği mutsuzlukla sürmesini sağlar.

     

    • Boşanma seçeneği ise bir çiftin elinden gelenin en iyisini yaptığı halde yürümeyen evliliklerde düşünülmelidir. Oysa en son söylenmesi gereken ‘ BOŞANALIM ‘ kelimesi şimdi gençlerin ağzından o kadar kolay çıkan bir kelime oldu ki !

     

    • Son seçenek aslında ilk seçenek olmalıdır, yani; yaşanan sorunun köklerine inmek ve gerçekte bu evlilikte neler olduğuna bakmak çok daha akılcı ve çözümcül olacaktır.

     

    Örneğin ; sorunun kökünde erkeğin eşine duyduğu kızgınlık ve öfke yatıyor olabilir. Karısı tarafından sürekli eleştirilen, asla takdir edilmeyen, başkalarıyla kıyaslanan, yaptıkları onaylanmayan, sık sık terslenen, sürekli şikayet edilen erkek eşine duyduğu kızgınlık ve öfkeden dolayı ondan uzaklaşmış olabilir. Bu durum defalarca tekrarlandığında eğer çift bu konuyu açıkça konuşmuyor ise erkek giderek duygularını  içe atıp, davranışlarıyla tepkisini gösteriyor olabilir.

    Unutulmamalıdır ki sorunlar ne kadar erken tespit edilirse , ilişki o kadar yara almadan  kurtulacaktır.

     

    NOT: Danışan öyküleri etik ilkeler gereği değiştirilmiştir.

    Haftaya çözüm önerilerimi paylaşacağım

     

     

     

     

     

     

     

     

  • ÇOCUKLARIMIZ YENİ YILDAN NE BEKLER?

     

    İşte yine yepyeni bir yıla girmeye hazırlanıyoruz. Geçtiğimiz günlerde milletçe yaşadığımız üzücü, bir daha asla tekrarını istemediğimiz olaylardan sonra yeni yılın getirdiği heyecan, coşku, hayaller ve ümitler insana bir parça da olsa yaşama sevinci ve tutkusu veriyor.

    Yeni yıl deyince aklımıza; açacağımız bembeyaz sayfalar, yenilikler, yeni vaatler, sözler, planlar, yeni birliktelikler ve yepyeni sorumluluklar gelir. Bir bakıma tüm insanların yeni yıldan beklentileri farklı farklıdır. Bazıları yeni yıldan başarı, para, şans, sağlık ve aşk isterken kimileri de sadece barış, huzur ve mutluluk ister. Beklentiler farklı olsa da hepimizin ortak beklentisi olduğu bir gerçek. Çocukların istekleri ise yetişkinlerin isteklerinden daha az ve masumdur; iyi bir karne, ödevden başarılı not alma, çok istediği bir oyuncak ya da beğendiği ayakkabının ya da elbisenin onun olmasıdır. Aslında çocukların yeni yıldan beklentileri bundan çok daha fazladır ve tümünü gerçekleştirmek biz ebeveynlerin görevidir. Bu görevleri yeni yılın ilk günlerinde hatırlamakta yarar var. Öyleyse çocuklar yeni yıldan neler bekliyorlar ve anne baba olarak onlara neler vermeliyiz? Gelin hep birlikte bir bakalım.

    Çocuklar yeni yıldan güven istiyorlar. Onlar sadece çocuk olma haklarını istiyorlar. Anne- babalarını yanlarında dimdik ve tutarlı görmek istiyorlar. Sevgi dillerinin keşfedilmesini bekliyorlar. Çocuklar kendilerini sevmenin sadece arada bir başlarını okşamak, hediye vermek olmadığını erişkinlerden daha iyi biliyorlar. Gereksinim duyduğunda ebeveynlerinden yakınlık ve ilgi bekleyen, fikirlerine değer verilen ve önemsenen, güven duyulan ve sorumluluklar verilen, iyi yaptığı şeyler için övülen, gurur duyulan, yaptıklarında hataya yer verilen ve olduğu gibi kabul edilen çocuklar olarak yeni bir yıla girmek istiyorlar. Onlara olan sevginizin başarı ya da başarısızlıklarına bağlı olmadığını, var olmalarının sizin için ne kadar önemli olduğunu ve ne olursa olsun onları daima seveceğinizi bilmek istiyorlar.

    Öyleyse bu Yeni Yılda yapılması gerekenler listemize bunları en başa ekleyelim;

    • Çocuklarınıza var olmalarının sizin için ne kadar önemli olduğunu hissettirin.
    • Yaptıkları ve ilgilendikleri şeylerin sizin için ne kadar önemli ve değerli olduğunu gösterin.
    • Ne yaparlarsa yapsınlar onları bağışlayın ve sevgi ile emniyette olduklarını hissettirin.
    • Ortak yapacağınız faaliyetler bulup birlikte zaman geçirin.
    • Duygularını, düşüncelerini, sevgisini, başarı ya da başarısızlıklarını, hayal kırıklıklarını aile fertleriyle rahatça paylaşabilen çocuklar yetiştirebilin.

    Çünkü çocuklar sahip olunan en değerli ve en nadide elmaslardır. İnce ince işlenen emek zahmet hazırlanan, zarif iğne oyaları gibidir. Yeter ki onların dilini keşfedelim. Yeter ki barış, huzur, mutluluk dilediğimiz güzel günleri yaşarken, geleceğimiz olan çocuklarımızı kırmadan, küstürmeden, ağlatmadan, üzmeden yeni bir yıla girelim. Yetişkinlerden istedikleri az ve çok masum olan bu dilekleri yeni yılda onlara hediye edelim. Mutlu ve huzurlu bir dünyaya kavuşacağımız yılın bu yıl olması dileğiyle hepinize şimdiden mutlu yıllar.

    Psikolog Gözde Nur Yalmancı

  • KUMAR BAĞIMLILIĞI

    KUMAR BAĞIMLILIĞI

    Maaşlarının 3 katından fazlasını İDDİA  ya da AT YARIŞI gibi oyunlara yatırdığını söyleyen bir danışanım eşinden boşanmak istediğini söylüyordu. “ 7 yıllık evliyiz, iki çocucğumuz var, evin ihtiyaçlarını bile maaşımızla tam karşılayamıyorken bir de gidip sürekli parayı kumara yatırıyor doktor hanım, başka çarem kalmadı, ya boşanıyoruz avukata gidelim ya da tedavi olmayı kabul et “ dedim .

    Eşi ise yaşadıklarını şöyle anlatıyordu;” aslında bağımlı falan değilim. Lise 2 den beri arkadaşlarla ganyan bayine takılırız. Başlangıçta öylesine harçlıklarımızla oynuyorduk, hatta bir keresinde 1500 Tl kazandım. Benim için büyük paraydı ama sonra üst üste kaybetmeye başladım. Üstüne düğün borçlarımız eklendi, bu son olacak bir kez daha oynayıp bırakıcam dedim. Eşimden habersiz bütün altınlarını sattım, kazanacağıma emindim. Kötü bir niyetim yoktu, kazandığım parayla tekrar altınları yerine koyacaktım. Ama şanssızlık işte hepsini kaybettim. Bu sefer altınları yerine koymak için diğer tüm şans oyunlarına para yatırmaya başladım.

    Eşim fark edince çok kötü kavga çıkardı, aileme söyledi. Babam ödemeyi kabul etti, büyük bir badire atlattık. 1 yıl oynamadım. Bir gün arkadaşım geldi, çok güvendiği bir at olduğunu bu sefer kesin kazanacağını söyledi ve onunla ortak girmemi istedi. Teklif çok cazipti kabul ettim, sonrası ise işte bildiğiniz gibi, yine her şeyi berbat ettim. “ HAYIR”  diyemiyorum, eşimi ve çocuklarımı seviyorum, ayrılmak da istemiyorum. Ben şimdi ne yapacağım doktor hanım?

    DUYGUSAL GÜVENSİZLİK

    Yukarıdaki danışan örneğinde de gördüğümüz gibi, at yarışı, iddia, makine oyunları ya da kağıt oyunlarına olan ilginin hobi olmaktan çıkıp, patolojik kumar bağımlılığına dönüştüğünü çok görüyoruz. Özellikle de ulaşılabilirliği kolaylaştıran bilgisayar ve cep telefonları gibi teknolojik gelişmelerin de kumar bağımlılığının artışında rolü büyük.

    Aslında özgüveni düşük, gerçekleri kabul etmede isteksiz, “Hayır” deme becerisi düşük, hayalperest, neden sonuç ilişkisini kurmakta güçlük çeken kişilerin kendisine ve çevresine zarar verecek düzeyde kumar oynadığını görüyoruz.

    Yaşamlarındaki gerçeklerden uzaklaşmak ve problemlerini unutmak isteyip, mevcut problemlerini yadsımanın kolaylığını keşfettiklerinde, geçici haz duygusu peşinde  kendini ispat edebilme duygusu içinde var olmaya çalışıyorlar.

    TANI KRİTERLERİ:

    • Zihin meşguliyeti: Kişinin aklında sürekli kumar oynama davranışlarının olması.
    • Tolerans: İstediği heyecanı sağlayabilmek için giderek artan miktarlarda parayla kumar oynaması.
    • Kaçış: Sorunlarından kaçması veya kendisini rahatsız edici duygulardan uzaklaşması için kumar oynaması.
    • Peşine düşme: Para kaybettikten sonra kaybettiklerini kazanmak için tekrar kumar oynaması. Kaybettiklerinin peşine düşmesi patolojik kumar bağımlılığının en önemli belirtilerinden biridir.
    • Yalan söyleme: Kumar alışkanlığının seviyesini gizlemek için aile üyelerine, danışmana ve diğer kişilere yalan söylemesi.
    • Yasa dışı eylemler: Kumar alışkanlığını finanse edebilmesi için yasal olmayan işlere girişmesi.
    • Zarar görmüş önemli ilişkiler: Kumar oynama davranışı yüzünden ilişkilerini, mesleğini ve eğitimsel olanaklarını tehlikeye atması veya kaybetmesi.
    • Bailout: Kumar sonucunda yaşadığı mali sıkıntılardan kurtulması için çevresindekilere güvenmesi.
    • Kontrol kaybı:  Kumar alışkanlığını kaybetmesi kontrol edebilmesi ya da kesebilmesi için tekrar eden başarısız denemelerde bulunması.

    Kumar oynayan kişilerde bu belirtilerden 5 veya daha fazlasının olması patolojik kumar bağımlılığının, 3 veya 4 tanesinin olması problem olabilecek kumar alışkanlığının, 1 veya 2 tane olması riskli kumar oynama alışkanlığının göstergesidir.

     

    Not: Haftaya Kumar Bağımlılığının tedavisini paylaşacağım.

    Danışan Öyküleri etik ilkeler gereği değiştirilmiştir.

     

  • Çocuklarınıza Cinsel Eğitimi Doğru zamanda doğru bilgilerle vermelisiniz

     

    Çocuklarınıza  Cinsel  Eğitimi Doğru zamanda doğru bilgilerle vermelisiniz

    Cinsellik biyolojik ve sosyal olarak inşa edilen, kültürel ve dini inançları yansıtan bir olgudur.

    Anne babalar çocuklarıyla konuşmaktan utandıkdıkları için bu konuda konuşmayı sürekli ertelerler.

    Çocuklar ise tüm masumiyet ve saflıkları ile öğrenmeye ve meraklarını gidermeye yönelik sorular sorarlar. Çoğu anne baba bu sorulara hazırlıksız yakalanırlar ve beklenmedik anda gelen bu sorular kaygı yaratır. Kaygı da hata yapma olasılıklarını arttırır.

    Ebeveynler çocuklara duyusal uyaranları nasıl yorumlayacaklarını ve deneyimlerini tanımlarken hangi kelimeleri kullanacaklarını öğretirler. Ayak parmağı ya da göbeği gıdıklandığında agulayıp kahkaha atan bebek, cinsel organına dokunulduğunda aynı tepkiyi verir. Bebek, vücudunun bu kısmının cinsel bir bölge olduğunu henüz öğrenmemiştir. Çünkü yetişkinlerin zihinlerindeki cinsel kavram ve düşüncelere sahip değildir. Çocuk için burası zevkli tepkiler veren vücudun her hangi bir bölümüdür. Anne babaların bu bölgeler hakkında nasıl tepkiler verdiği ve onu nasıl tanımladığı önemlidir. Demek ki çocuklar için cinsellik yetişkinlerde olduğundan farklıdır.

    Genel anlamda cinsel eğitim; çocukların ve ergenin bedensel, duygusal, sosyal, zihinsel ve cinsel gelişimlerini takip etmek, kız ve erkek rollerini kabul etmesine, kendi cinsinin özellikleri ve karşı cinsin özellikleri ile bir bütün içinde yaşamasına yardımcı olmak amacıyla verilen  bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışmalarıdır.

    Cinsel eğitim doğumdan başlayan ergenlik dönemini de içine alan uzunca bir süreçtir. Gerek anne, gerek baba tarafından verilecek cinsel eğitim, çocukların ve ergenin başka kaynaklara yönelmesini engelleyecektir.

    Cinsel eğitime başlamak için belli bir yaş bulunmamasına rağmen, anne babalar, çocukları okul öncesi dönemdeyken (3-4 yaş dolaylarında) ilk sorularla karşılaşırlar.

    Açıklamalar sade bir dille, rahat, utanmadan  ve bilimsel kaynaklardan yararlanarak yapıldığı takdirde gelecekte karşılaşılabilecek olası zorluklar yaşanmayacaktır.

    Anne babalar çocuğa iyi ve kötü dokunuşu ayırt etmeyi öğretmeli, uygun cinsel davranışın sınırlarını belirlemeli, çocuğu doğru cinsel bilgiyle donatmalılar.

    Demokratik aile ortamında yetişen çocukların, cinsel gelişim sürecinde sorun yaşama olasılıkları azdır. Merak ettiklerini rahatlıkla sorabilir ve uygun yanıtlar alabilirler. Kendilerine olan güvenleri nedeniyle  ve ne isteyip ne istemediklerini rahatlıkla ifade edebildikleri için cinsel tacize uğrama olasılıkları çok azdır. Çünkü bunu önleyebilirler. Herhangi bir duygusal açlık yaşamadıkları için, bu anlamda kendilerini kullandırmaları söz konusu değildir. Sağlıklı kız/erkek arkadaş iletişimini rahatlıkla kurabilirler.

    Ergenlik döneminde babası ile konuşabilen onun tarafından kabul gören ve aşağılanmayan , çocukluğundan itibaren baba oğul kaliteli zaman geçiren bir erkek ergenin cinsel kimlik bulma süreci sağlıklı geçecektir.

    Aynı şekilde annesi ile h,iç korkmadan, yalan söyleme ihtiyacı duymadan konuşabilen kız çocuğu da merak ettiği tüm bilgiyi annesinden alabildiğinde yanlış bilgilerle donanmayacak , sınırlarını bilecek ve ileride kendi cinsel kimliği ile barışık, sağlıklı bir cinsellik yaşayabilecektir.

    Gençlere verilecek cinsel eğitimde en önemli mesaj  , cinselliğin sadece kadın erkek arasındaki fiziksel bir ilişki olmadığı , aynı zamanda duygusal , sevgiye ve saygıya dayalı bir ilişki olduğudur.

     

    Cinsel İstismar nedir? Nasıl çocuğumu korumalıyım?

    Cinsel istismar, bir çocuk ya da yetişkinin başka çocuk/çocukların veya başka yetişkin/yetişkinlerin, istemediği cinsel davranışlarına maruz kalmasıdır. Cinsel istismar, genelde çocuğa yakın olan kişiler tarafından  gerçekleştirilmektedir. Bu tür eylemler yinelenen tarzda olduğunda çocuk için daha ağır sonuçlar doğurabilir.

    Çimdikleme, okşama, sıkıştırma, öpme, el ile sarkıntılık etme, laf atma, uygunsuz sözcüklerle rahatsız etme, cinsel ilişkiye teşebbüs, tecavüz cinsel istismar kapsamına girer. İstismarın verdiği hasar; sürekliliğine, çocuğun yaşına, istismar edenin çocuğa olan yakınlığına, bağlılık derecesine ve aradaki yaş farkına, fiziksel zorlama ve şiddet içermesine, istismar davranışının derecesine bağlı olarak değişir.

    Cinsel istismarın derecesi ne olursa olsun unutulmamalıdır ki kimse cinsel istismara maruz kalmak istemez; kimse cinsel istismarı hak etmez; hiçbir davranış cinsel istismarı, taciz ve tecavüzü haklı gösteremez ve her türlü cinsel istismar kanunlar ve toplum önünde suçtur.

    Çocuğumu cinsel istismardan korumak için ne yapmalıyım?

    • Anne baba olarak, cinsel istismar konusunda bilgili ve bilinçli olmalısınız
    • Çocuğunuza yeterince ilgi ve şefkat göstermeli,  güven ve sevginizi hissettirmelisiniz.
    • Çocukla açık iletişim kurmalı, sizden korkmamasını sağlamalısınız ki size olası yaklaşımları rahatlıkla anlatabilsin
    • Çocuğu severken sevgi göstermenin yolu ellemek, sağını solunu çimdiklemek, ısırmak değildir. Böyle sevilen çocuklar sevgiyi göstermenin yolunun “dokunmak” olduğu yargısına sahip olurlar. Bu da istismar ile sevgi göstermeyi ayırt edememelerine neden olur.
    • Yabancı insanlarla öpüşmemesi, yanına fazla yaklaşmalarına izin vermemesi ve kuşkulu davranışların neler olduğunu öğretilmelidir.
    • Hayır deme becerisi öğretilmelidir. Günlük yaşamda hayır diyemeyen çocuk böyle bir durumda da “HAYIR” deme becerisini gösteremeyebilir.
    • “ Hiç kimsenin senin, özel yerlerine dokunmaya hakkı yoktur. Hiç kimsenin seni, kendi özel yerlerine dokundurtmaya  da hakkı yoktur. Birisinin senden özel yerlerine dokunmanı istemesi ya da seninkilere dokunması saklayacağın bir sır değildir. Anlatmama sözü vermiş olsan bile, anlatırsan başına çok kötü şeyler geleceği söylenmiş olsa bile, böyle bir şey olursa anlatmalısın. Mutlaka söylemelisin. Sır saklaman gerektiği doğrudur. Ama bu saklanmaması gereken kötü bir sırdır.”

    Çocuğum ergenlik yaşında; onun cinsel istismara uğramaması için ne yapmalıyım?

    Çocuğunuzla bir arkadaş gibi konuşmalısınız, şu konularda onunla açık ve net konuşmalısınız…

    • Genç kendi cinsel arzularını ve sorunlarını bilmelidir.
    • Hoşlanmadığı bir durumla karşılaştığında net olarak hayır diyebilmelidir.
    • Yanlış anlaşılmamak için duyguları, davranışları ve sözlerinin uyum içinde olması gerektiğini bilmelidir.
    • Kendi başına gidip dönemeyeceği yere iyi tanımadığı birinin eşliğinde gitmemelidir.
    • Yaşı tutmuyorsa disko, bar, vb. yerlere gitmemeli, başkalarından içecek ve yiyecek almamalıdır.
    • Alkol ve uyuşturucular sağlıklı düşünmeyi ve kendini ifade etmeyi engelleyebileceği için bunlardan uzak durmalıdır.
    • Arkadaşının yönlendirici olmasına izin vermemelidir.
    • Süreklilik arz eden istismar davranışlarını mutlaka yakınlarına bildirmelidir.
    • Cinsel istismara (saldırı, tecavüz, vb.) uğradığında hemen kendisini anlayabilecek, destek  ve yardımcı olabilecek bir yakını ile bu durumu paylaşmalıdır.

     

  • Bu gün çocuk bayramı…

    Bu gün çocuk bayramı…

    Heyecanla hüzün arasında gidip geliyorum. Heyecanlanıyorum, çünkü; hangi yaşta olursak olalım, bir tarafımız hep çocuk kalıyor. Uçurtma şenliklerini, lunaparkları, palyaçoları hala çok seviyorum. Ne zaman elma şekeri görsem satın alasım geliyor.

    Hüzünleniyorum çünkü sahip oldukları çocukluklarının veya çocuklarının kıymetini bilmeyen o kadar çok aile var ki…

    Yıllar önce bir tüp bebek merkezinde danışmanlık yapıyordum. Çocuk sahibi olmak için o kadar çırpınıyordu ki insanlar , varlarını yoklarını harcıyorlardı. Bazen birbirlerini çok sevmelerine rağmen sırf çocukları olmadığı için boşanıyorlardı. Bir yandan buna şahit olurken, öbür yandan Aile Danışmanlığı yaptığım anne babaların çocuklarını dövmelerine, aşağılamalarına da şahit oluyordum.

    Biliyorum hayat koşulları zor, ama hep zordu ve zor olacak, çünkü Türkiye de yaşıyoruz, yani krizler ülkesinde, hangi sabah hangi gündemle uyanacağımzı belli değil. “Şu işlerim bir bitsin, şu sıkıntıları bir atlatayım, çocuklarımla ilgileneceğim, zaten hep onlar için çalışıyoruz” diyen anne ve babalar, ertelenen hayatlar… Ertelenen hayatların ardından   “ keşke “ lere dönüşen yaşlar.

    Çocuklarınıza sıkı sıkı  sarılın

    Nasıl ki, büyüdüğümüzde hep çocukluk anılarımızı özlemle anıyorsak, sizin çocuklarınız da büyüdüğünde kendi çocukluğunu hatırlayacak. Gelin henüz çocuğunuzun yaşam defterinin sayfaları yeni yazılıyorken , o sayfaları güzel anılarla, paylaşımlarla ve unutamayacağı duygularla dolduralım.

    Onlara zaman ayırın, sözlerini kesmeden ne demek istediklerini dinleyin. Günde 1 saat bile olsa göz göze diz dize oyun oynayın, onlara kendi anılarınızdan ve çocukluğunuzdan parçalar içeren hikayeler anlatın. Arkadaşlarıyla tanışın, bir arada zaman geçirmelerine fırsat tanıyın.

    Onların defterleri güzel yazılsın ki, bir gün kendi çocuklarının da sayfalarını güzel anılarla yazsınlar.

    Çocuklarınızın ve sizin yüzünüz, tıpkı 23 Nisan gibi her gün gülsün…

     

     

  • ERGENLİK DÖNEMİDEKİ KIZ ÇOCUKLAR VE CİNSEL GELİŞİMLERİ

     

    ERGENLİK DÖNEMİDEKİ KIZ ÇOCUKLAR VE CİNSEL GELİŞİMLERİ

    Neden ergenlik diye bir şey var? 13 yaşındayım ve ergenlik hakkında pek bir şey bilmiyorum, annem de anlatmadı. Bir çok şeyi okulda arkadaşlarımdan öğrenmek zorunda kaldım. Adet olmayı, farklı duygular hissetmeyi onlardan örendim. İlk adet olduğumda kendimi büyümüş gibi hissedeceğimi zannetmiştim. Oysa ki öyle olmadı. Hala çocuk gibi hissediyorum.Neden duygularım bedenim gibi büyümüyor? Çok karmaşık. Düşüncelerim esip geçiyor, duygularım çabuk değişiyor, bazen çok mutsuz oluyorum, bazen de yerimde duramıyorum. Çabuk sinirleniyorum.

    Odamı toplamak istemiyorum, banyo yapmam gerektiğini bile annem hatırlatıyor, ama girince de çıkmak istemiyorum. Neden böyle kötü kokuyorum bilmiyorum.

    Ablamla  çok kavga ediyoruz, ben onunla vakit geçirmek istiyorum. O beni yanında istemiyor.

    Sınıfta bazı kızlar erkeklerden hoşlanıyor , bu doğru mu bilmiyorum.Aileme söyleyebilir miyim? Bu yaşta sevgililik doğru mu?

    Büyümek istemiyorum çünkü korkuyorum. Tuhaf geliyor, üstlenmek gereken sorumluluklar var. Gelecek kaygısı, sınav, iş , evlilik, çocuk….

    KIZLARIYLA ANNELERİ KONUŞMALI

    İşte bu ve benzeri bir çok soru dolaşıp duruyor ergenlik dönemindeki kız çocuklarının kafasında . Hem bedensel, hem de duygusal ve cinsel gelişimlerini arkadaşlardan öğrenmek yerine annelerinden öğrenmeleri gerekiyor ki yanlış şeyler öğrenmesinler.

    Kızlarınıza ergenlik dönemini şöyle anlatabilirsiniz;

    • 11 yaşından itibaren östrojen gibi bazı üreme hormonlarının etkisi ile yumurtalıklarında yumurta gelişmeye başlıyor. Gelişen yumurtalarından yapılan hormonların etkisi ile rahminde meydana gelen değişiklikler adet kanamasına yol açıyor.
    • Başlangıçta düzensiz ama birkaç ay içerisinde düzenli olarak adet kanamaların olacak, bu korkulacak bir şey değildir. Senin sağlıklı geliştiğinin bir göstergesidir.( Halka arasında kız çocuklarının adet kanama dönemlerine KİRLENME adı verilir ki biz bu tanımı doğru bulmuyoruz. Çünkü kız çocuğun bilinç altında “ben kötü, pis , kirli bir çocuk oldum “ imajı kalıyor )
    • Kadın bağı adında satılan pedlerini bu dönemde yanında taşımalı, tuvaletlere atmamalı, kapalı bir şekilde tuvaletin çöp kutusuna atmalısın.Bu dönemde istediğin kadar banyo yapabilirsin.
    • Yine salgılanan hormonlarının etkisi ile tüylenmelerinin olması, terinin kokması normaldır. Bu nedenle kişisel bakımına dikkat etmelisin.
    • Bedensel büyümenin hızına duygusal olgunlaşman yetişemez , bu nedenle çocuksu davranışların, sakarlıkların normal ( ergenlik döneminde bedensel gelişim hızlı gelişirken nörolojik gelişim daha yavaş olduğundan  özellikle kız çocuklarının basit işlerde bile sakarlık göstermeleri normaldir)
    • Karşı cinse karşı ilgi ve merak duyabilirsin. Ancak erkekleri tanımak için önce arkadaşlık seviyesinde kalmalısın. Bir yetişkin gibi davranmak ve yaşından önce paylaşımda bulunmak için acele etmemelisin .
    • Cinsellik bir kadınla erkek arasındaki sadece fiziksel bir ilişki değil, duygusal bir ilişkidir. Hem fiziksel hem de duygusal olarak olgunlaşmadan yaşanan cinsel yakınlaşma ya da cinsel ilişki fiziksel , duygusal, sosyal açıdan sana zarar verir.
    • Hiç kimse seni istemediğin bir davranışa zorlayamaz, “HAYIR “ diyebilmelisin.
    • Arkadaşlarınla zaman geçirmek istemen doğal , ancak hem okul hem sosyal hayat için planlı yaşamalısın.
    • Problemlerini açıkça bizimle konuşabilirisin. Her ne olursa olsun biz senin arkandayız , seni seviyor ve sana güveniyoruz.
  • UMUTSUZLUK

    UMUTSUZLUK

     

    “Artık hayattan hiçbir beklentim kalmadı”

    “Bu saatten sonra bir iş bulmam imkansız “

    “Eşim beni hiçbir zaman sevmeyecek, bu aşağılamalarının sonu gelmeyecek biliyorum”

    “Bu ülkede çocuğumun geleceğinden korkuyorum, eğitim sorun, uyuşturucu sorun, iş olanağı sorun, ötekileştirilmesinden korkuyorum ”

     

    Bu gibi umutsuzluk ifade eden cümleleri neredeyse her gün duyuyoruz çevremizden.

     

    Danışanlarım gelecekteki gerçek hedeflerine ulaşma olanaklarını kaybettiklerinde umutsuzluk tuzağına düşüyorlar. Bir çıkış yolu olduğuna ve yardım ile varlığında değişiklikler oluşabileceğine inandıklarında ise yeniden filizleniyor umut duyguları…

     

    Hedefe ulaşmadaki başarısızlık yargısı umutsuzluk duygusunun temelini oluşturuyor. Ayrıca;

     

    1. Yeteneğe karşı şans: Birey amaçlarına sahip olduğu yetenekleri ile değil de şans ile ulaşabileceğine inanır. Bu nedenle de hedeflerine ulaşabilmek için amaca yönelik davranışa daha az yönelir.

     

    1. Güvene karşı güvensizlik: Başkalarına karşı hissedilen güven, umut duygusunun gelişmesinde önemli bir rol oynar. Güven duygusu olmayan insanlar başkaları ile yola çıktıkları herhangi bir olayda , eğer başarısızlık yaşarlarsa, kendilerini değil de başkalarını sorumlu tutarlar.

     

    1. Uzun döneme karşı kısa dönem: Umut, kısa veya uzun dönemde ulaşabilecek hedefleri belirler. Konulan hedefe ulaşılması için geçen süre uzadıkça kişide umutsuzluk belirmeye başlar.

     

     

    DEPRESYONUN BAŞLICA BELİRTİSİ UMUTSUZLUKTUR

     

    Umutsuzluğun yer aldığı en önemli psikiyatrik bozukluklardan birisi depresyondur. Deprese hastaların %78’den fazlası geleceğe olumsuz bakar. ( Beck, 1963 )  Umutsuzluğa eşlik eden diğer bulgular ise :

     

    • değersizlik,
    • çaresizlik,
    • mutsuzluk,
    • kararsızlık,
    • eyleme geçememe,
    • işlerini sürdürememe
    • kendine güvensizlik ve suçluluk duygularıdır.

     

     

    İNSAN SEVİLMEK VE DEĞER GÖRMEK İSTER

     

    Yaşı kaç olursa olsun her insan ailesinde, okulunda, mahallesinde sevilmek ve değer görmek ister. Eğer ;

     

    1. Değerli, sevilen, istenen birey olmak yerine değersiz , istenmeyen olursa,

     

    1. Güçlü, üstün, güvenli bir ortamda olmak yerine güçsüz , ezilen ve güvensiz bir ortamda olursa,

     

    1. İyilik yapan ve seven olmak yerine saldırgan ve yıkıcı olmaya başlarsa ; kendini güçsüz ve çaresiz hisseder ki depresyon , böyle bir zeminde gelişir:

     

     

    Kendine güvensizlik ve suçlama arttıkça depresif kişi çevresine bağımlı  hale gelir. Daha sonraki dönemlerde umutsuzluk öylesine yoğunlaşır ki , kişi başkalarından gelecek yardıma umutsuzca sarılır. Doğru zamanda teşhis ve tedavi edilmezse depresyon derinleşir ve intihara kadar sürüklenebilir.

     

    Gelecek hafta depresyon tedavisini paylaşacağım; görüşmek üzere…