Yazar: prosman@gmail.com

  • MESLEK SEÇİMİ TESADÜFLERE BIRAKILMAMALI

    fotograf

    “ Kızım mimar olmak istiyor, oysa ben aile şirketimizde çalışması için işletme okumasını istiyorum”

    “ Oğluma Makina Mühendisi olmasını söylüyorum, oğlum ise ille de diş hekimliği okumak istiyor, başarılı olamaz ki, biliyorum boşuna heves ediyor “

    “ Kızımın tiyatroya ilgisi çok fazla. Ama günümüz koşulları malum, sanatçılar iş bulamıyorlar, öğretmen olsa bari , KPSS sınavı ile atanır belki”

     

    Üniversite sınavları bitti. Şimdi hem gençleri hem de ailelerini tercih telaşı saracak. Ancak yine kafalar karışık , mesleği neye göre seçecekler? Hayallerine göre mi, ailelerinin isteğine göre mi? İş imkanı ya da para mı, yoksa puanım nereyi tutarsa mı?

     

    Oysa ki meslek seçimi tüm yaşamımızı etkileyen, kişiliğimizi, yaşam biçimimizi, çevremizi, ilişkilerimizi, geleceğimizi belirleyen rastlantılara bırakılmayacak kadar önemli bir karardır. Belki de hayatımızın en önemli kararıdır. Bu önemli karar alınırken gençler kadar aileleri de dikkatli olmalıdır. Aileler çocuklarına rehberlik etmeli, yardımcı olmalı, ancak kesinlikle zorlayıcı olmamalıdır.

     

    Meslek seçiminizi yaparken DİKKAT EDİN !  

    • Aceleci davranmayın
    • Başkasını memnun etmek için karar almayın
    • Annenizin ya da babanızın hayallerinde yatan ancak bir türlü gerçekleştiremediği meslekleri mecburiyetten seçmeyin
    • Yaş, boy, cinsiyet , sağlık durumunuz ( geçirilen hastalıklar, psikolojik rahatsızlıklar v.b) engel ( özür ) durumunuz gibi fiziksel özelliklerinizi dikkate alın
    • Genel yetenek düzeyiniz, alışkanlıklarınız, değer yargılarınız, iletişim beceriniz , duygusal durumunuz gibi kişilik özelliklerinizi dikkate alın,
    • Okul başarı düzeyiniz, çalışma alışkanlıklarınız, güçlü ve zayıf yönleriniz, motivasyon şekliniz , boş zamanlarınız değerlendirme yeteneğiniz gibi akademik özelliklerinizi dikkate alın
    • Ailenizin sosyo-ekonomik durumu, arkadaş ilişkileriniz, daha önceki okul deneyimleriniz gibi sosyolojik özelliklerinizi dikkate alın
    • İlgi duyduğunuz meslekleri tanımak için yeterince araştırma yapın. Meslek sahipleri ile konuşun hatta mesleğin icra edildiği ortamlarda bulunun.
    • Meslek seçimi konusunda çeşitli envanterler uygulanıyor, profesyonel destek alabilirsiniz.
  • DEPREYON TEDAVİSİNDE İLAÇ ŞART MI?

    depreyon

    “Ben ilaçların bir işe yaradığını düşünmüyorum”

    “ Arkadaşım bir kutu ilaç bitirmiş hiçbir işe yaramamış”

    “ Yan etkisi çok diyorlar , konuşarak tedavi istiyorum“

    “ İlaçlar bağımlılık yapar kullanmak istemiyorum”

    “ 2 yıldır ilaç kullanıyorum , başka bir yöntem yok mu”

    “ Arkadaşım bana şu ilacı tavsiye etti, içtim bir işe yaramadı “

     

    Bu ve benzeri onlarca söylemle her gün karşılaşıyorum. Özellikle depresyon, anksiyete, panik atak tedavisinde ilaç içmek istemeyen ya da doktor doktor dolaşıp farklı ilaç deneyen ve iyileşmeyeceğine inanan birçok danışanım var.

    Oysa ki tıpta ’ HASTALIK  ‘ yok ‘HASTA ’  vardır. Yani her hasta kendine özgüdür ve kendine özel bir tedavi protokolü olmalıdır. Çünkü yaşadıkları olaylar, depresyona giriş nedenleri ya da çevresel faktörleri farklı farklıdır.

    Depresyon tedavisinde amaç, kişinin yaşadığı belirtilerin tam olarak yatışmasını sağlamanın yanı sıra toplumsal ve iş yaşamındaki işlevselliğini yeniden kazanmasını sağlamaktır. Bu nedenle sağlıklı bir tedavi  ne sadece ilaçla ne de sadece psikoterapi ile mümkündür.  Her ikisinin de beraber olduğu PSİKOFARMAKOTERAPİ dir.

    İLAÇLAR ARABANIN BENZİNİ GİBİDİR

    Son model bir araba düşünün , evinizin önünde park edilmiş ve sizden kullanmanız isteniyor. Eğer hiç benzini kalmamışsa bu arabayı çalıştıramazsınız bile. İlaçlar arabamızın benzini gibidir. Ancak bir bardak benzinle de çalışmaz , deponun tam dolabilmesi için zamana ihtiyaç vardır. Bu nedenle  ilacın yararlı etkilerinin görülebilmesi için;

    • Doktorunuzun önerdiği ilacı zamanında ve düzenli almalısınız
    • faydasını hissetmek için 2-4 hafta gibi bir sürenin geçmesi ne müsaade etmelisiniz
    • Kendinizi iyi hissetseniz bile depreşmeyi ve yinelemeyi önlemek için en az 6 ay – 1 yıl kullanmaya devam etmelisiniz
    • Kendi başınıza bırakmamalı, doktorunuzun kontrolünde azaltılmış dozlarla bırakmalısınız
    • Bağımlılık yapma riski olan ilaçlar yeşil veya kırmızı reçete ile verilir. Beyaz reçete ile aldığınız ilaçlar bağımlılık yapmasa da çok uzun süre kullanımı çeşitli yan etkilere sebep olabilir, bu nedenle doktorunuzun tavsiye ettiği çeşitli testleri yaptırmalısınız

     

     

    PSİKOTERAPİ SÜRÜCÜ KURSUNA BENZER

    Arabanıza benzin koymak yetmiyor elbette. Eğer arabayı kullanmayı bilmiyorsanız veya ehliyetiniz var ama hala direksiyon eğitimine ihtiyacınız varsa ; yine arabayı kullanmakta zorlanırsınız. Eğer yeterince öğrenmezseniz kaza yapma riskiniz hep yüksek olacaktır.

    Psikoterapiyi sürücü kursu gibi düşünün. Araba gibi kendinizi ve sorunlarınızı iyi tanımalısınız, trafik kuralları gibi bireysel ve toplumsal yaşamanın kurallarını iyi bilmeli ve uygulayabilmelisiniz , arabanızın yedek parça ihtiyacı gibi hayatınızda sahip olduğunuz yeteneklerinizi, kişisel ve genetik özelliklerinizi iyi bilmeli , gerekirse yeni donanımlar edinmelisiniz.

    • Arabayı kullanmayı gerçekten bilmiyor olabilirsiniz, nerde hayatın frenine nerede gazına basacaksınız ,
    • Araba kullanmayı biliyorsunuzdur ama kısıtlı imkanlara sahibim diye bir kısır döngü içinde dolanıp duruyor olabilirsiniz
    • Gitmeyi düşündüğünüz hedefiniz net olmayabilir, sürekli yolunuzu değiştiriyor olabilirsiniz
    • Hedefiniz için gerekli donanıma sahip olmayabilirsiniz
    • Gerekli donanıma sahipsinizdir ama ya farkında değilsinizdir ya da donanımlarınızı yanlış kullanıyorsunuzdur

    İşte bu nedenle hayatınızda yaşadığınız güçlüklerle baş edebilmek için sadece ilaç tedavisi yetmemektedir. İlaç tedavisinin yanı sıra geçmiş bireysel ve ailesel öykünüzün alındığı, neden sonuç ilişkisinin kurulduğu , mevcut kişisel özelliklerinizin ortaya çıkarıldığı, yeni bir bakış açısı ile yeni  davranışlar kazanmanıza yardımcı olacak psikoterapi tedavisi de görmelisiniz.

     

     

     

     

     

  • Bu mektup size…..

    Sevgili anne ve babalar,

     

    Çocuklarımız her geçen gün madde bağımlılığı tuzağına daha fazla çekiliyor. Başta kapı maddesi olarak tanımladığımız sigara ve alkol gibi kullanımı kolay ve zararsız gibi gösterilen maddeler ile alıştırılıyorlar. Ardından da bir ileri aşama olan esrar, extasy, kokain, bonzai, eroin bağımlılığı tuzağına düşürüyorlar.

     

    Ancak anne babası ile sağlıklı bağ kurabilmiş, yeterli sevgi ve ilgiyi alabilmiş, kuralların ve sınırların net olduğu bir ailede yetişmiş gençler herhangi bir maddenin esiri olmaya ihtiyaç duymuyorlar. Bu nedenle çocuklarınızla kurduğunuz iletişimin kalitesi çok ama çok önem arz ediyor.

     

    Unutmayalım ki çocuklarınızı bağımlılıktan  ancak özgür, bağımsız, sorumlu, sınırlarını bilen, özgüvenli   yetiştirerek  korumanız mümkündür.

     

    Çocuklarımızı Madde Bağımlılığından Nasıl Koruruz?

     

    İşte önerilerim:

     

     

    • Başta siz sigara , alkol gibi maddelerden uzak durarak ona iyi bir model ve örnek olun

     

    • Maddeler ve olumsuz etkileri hakkında onları sürekli korkutmayın, akıl vermek yerine yeterince bilgilenip onunla gerçek bilgilere dayalı konuşun

     

    • Çocuğunuzun arkadaşlarını ve onların ailelerini tanıyın ve arkadaşlıklar kurun. Mutlaka birlikte vakit geçirin

     

    • Evdeki, okuldaki, sosyal yaşamdaki sorumluluklarını onun yerine yüklenmeyin.

     

    • Sınav  odaklı, performans kaygılı, şartlı , takdir ve onay peşinde koşan bir genç  yetiştirmeyin

     

    • Çok fazla baskı kurup, onun hayatını avcunuzun içine alıp yönlendirmeyin . İstemediği şeylere “ HAYIR “ diyebilmelerini sağlayın.

     

    • Sizden korkmadan, okulda ya da sosyal ortamda yaşadığı olayları size anlatmasını sağlayın. Unutmayın ki korku; ardından yalan getirir.

     

     

    • Sınırlar koyun, bu sınırlar  “esnek ama gevşek değil”, “belirli ama katı değil”, “ tutarlı ama değişmez değil”, “yaptırımı olan ama zorlayıcı değil” nitelikte olmalıdır.
    • Evde belirlenen sınırlara ve  kurallara önce siz uyun , çocuğunuz uymuyor ise suçlayıp cezalandırmak yerine birlikte nedenlerini konuşun
    • Aile içinde zaman zaman sorunlar yaşayabilirsiniz. Yaşadığınız anlaşmazlık ve tartışmalarda hiç sorun yokmuş gibi davranmayın. Olayları görmezden gelip sahte bir uyum içinde yaşayıp, hep bir tarafın ezdiği, diğer tarafın boyun eğdiği sağlıksız bir ilişki sürdürmeyin.

     

    • Sorunlarınızın  çözümünde çocuklara sarılıp, onları kullanmayın. Çatışmaları çocuklarınız üzerinden yönetmeyin.

     

    Tabi sadece sizlerin doğru yaklaşımı yetmez, bu konuda çok ciddi çalışmaların devlet eli ile yürütülmesi ve gençler için yeni politikaların geliştirilmesi gerekiyor. Başta Gençlik ve Spor Bakanlığı olmak üzere , Milli Eğitim Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ortak çalışmalara imza atmalıdır.

     

    Yerel yönetimler gençlerin sağlıklı vakit geçirebilecekleri ortamlar yaratmalı, her türlü sanatsal faaliyete ve spor aktivitesine ücretsiz katılımlarını sağlamalı, onları özendirmeli ve teşvik etmelidir.

     

     

     mektup-madde-bagimliligi

  • Doğru Hedefe Yürüyün

    Doğru Hedefe Yürüyün

    Üniversite öncesinde hangi okul ve bölüm tercih edilmeli?

    Çocuğum için en doğru meslekler hangileri?

    Çocuğum üniversitede hangi bölümlerde başarılı olabilir?

    Çocuğuma hangi eğitimleri aldırmalıyım?

    Çocuğumun mesleki hayatına faydalı olabilecek faaliyetler neler?

    Çocuğum hangi mesleği seçerse mutlu ve verimli olabilir?

     

    Eminim sizler de pek çok danışanım gibi , çocuğunuz için bu ve benzeri sorulara yanıt arıyorsunuzdur? Meslek seçimi konusunda gençlere danışmanlık verirken en sık kullandığımız bilimsel  envanterlerin başında Holland Mesleki Tercih Envanteri geliyor.

    John Holland,  insanların, kişilik özellikleri ve ilgi alanlarının altı grupta toplanabileceğini göstermiş ve Tipoloji Kuramı olarak bilinen kişilik kuramını geliştirerek , kişiliklerine uygun olan meslekler seçen kişilerin daha mutlu ve başarılı olacağı sonucuna varmış.

    Holland’ın kuramında tanımladığı 6 kişilik tipi:

    1. Realistik Tip: Uygulamacı, maddeci ve diğer insanlarla iç içe olmayı tercih etmeyen kişilerdir. Güçlü ,somut ve ayakları yere basan faaliyetlere ilgi duyarlar, kişilerarası ilişkilerdeki becerileri zayıftır.
    • Mekanik, el becerileri, teknik ve tarımsal beceriler ve uygulamalar ve somut problem çözme gerektiren iş çevreleri bu kişilik tipine uygundur.
    • Objeler, araçlar, makineler, aletler, bitki ya da hayvanlarla çalışmaktan hoşlanırlar.
    1. Araştırmacı Tip: çözümleyici, kendi düşünce ve hislerine kulak veren ve karmaşık konulara ilgi duyan kişilerdir. Bilimsel yöntemlere önem verirler, sosyal ve liderlik becerileri gelişmemiştir.
    • Matematik ve fen bilimlerinde ( Tıp, eczacılık vbg. )yeteneklidirler.
    • Bilimsel, meraklı, çalışkan ve bağımsız olma eğilimindedirler.
    • Gözlem yapmak, öğrenmek, araştırmak, analiz etmek, değerlendirmek ve ölçmekten hoşlanırlar.
    1. Yaratıcı Tip : yaratıcı, ifade etme yeteneği olan, hassas ve kalıpları kabul etmeyen kişilerdir. Özgürlüğe, belirsizliğe ve estetiğe itibar ederler ve düzenli bir şekilde bilgi işleme becerileri yoktur.
    • Sıradanlıktan uzak, sanatsal ve sezgisel yetenekleri vardır.
    • Dil, sanat, müzik ve/veya drama becerilerini geliştirirler.
    • Yaratıcılık, hayal ve imgelemeye izin veren ve yapılandırılmamış etkinliklerle uğraşmaktan hoşlanırlar.
    1. Sosyal Tip: işbirliğine önem veren, ahlaklı, sorumlu, anlayışlı ve dost canlısı olmaya yatkın kişilerdir. Kişilerarası ilişkilere değer verirler, mekanik ve bilimsel becerilerden yoksundurlar.
    • Sözel becerileri iyidir.
    • İnsanlarla çalışmaktan hoşlanırlar.
    • Yardımsever ve arkadaşça olma eğilimindedirler.
    • Bilgilendirme, aydınlatma, öğretme, yardım etme, eğitme veya tedavi ve iyileştirmeden hoşlanırlar.

     

    1. Girişimci Tip: hırslı, dışa dönük, baskın ve kendine güvenli kişilerdir. Politik ve ekonomik alandaki başarılara itibar ederler ve bilimsel yetenekleri gelişmemiştir.
    • Liderlik etmekten, insanları etkilemekten, ikna etmekten, yönetmekten ve iyi performans ortaya koymaktan hoşlanırlar.
    • Satış veya insan yönetme etkinlikleri içeren işleri tercih ederler.
    • Tutkulu, dışadönük, enerjik ve kendilerine güvenli olma eğilimindedirler.

     

    1. Düzenli Tip: Gelenekçi tipler metotçu, kalıpçı, vicdanlı, yaratıcı olmayan ve uygulamacı olma eğiliminde olan insanlardır. İşte düzenlemeye ve başarıya değer verirler ve sanatçılık becerisinden yoksundurlar.
    • Bilgileri temiz ve sıralı bir şekilde tutarlar.
    • Düzenlidirler, masa işleri ve sayısal etkinliklerde yeteneklidirler
    • Kayıt tutma, hesaplama, bilgisayar kullanmayı gerektiren işleri tercih ederler.
    • Sorumlu, bağımlı ve ayrıntıya dikkat etme eğilimindedirler.fotograf
  • Kuşlar Uçar, Balıklar Yüzer, Çocuklar Oyun Oynar…

    oyun-terapisi

    Oyun oynamak, çocukların en doğal , kendilerini en rahat ifade edebildikleri ortamdır.  Oyun bir çocuğun gelecek için bir rol provasıdır. Nasıl ki yetişkinler gelecekteki yaşamlarını çalışarak kazanıyorlarsa; çocuklar da kişilik, beceri ve zekâ bütünlüklerini oyun yoluyla geliştirirler. Oyun oynayan çocuk, ilgilerini keşfeder ve bu deneyimlerini mesleki ve özel yaşantısında geliştirir. Ayrıca çocuğun; oyun oynayarak bilişsel gelişim, kas gelişimi, el-göz koordinasyonu gibi yaşam boyu kullanacağı becerileri de desteklenmiş olur.

    Bana en çok sorulan soru “ Çocuklarla nasıl terapi yapıyorsunuz, onlar sizin dilinizi nasıl anlıyorlar ? “  sorusu oluyor? Oysa ki onlar bizim dilimizden değil, biz onların dilinden konuşuyoruz, yani  oyun oynayarak Terapi yapıyoruz.

    Dünyada ilk defa oyun terapisi  Byron E. Norton ve Carol Crowel Norton tarafından geliştirilmiştir. Bu terapi şeklinde esas olan şey, oyunu terapistin değil, çocuğun kendisinin yönetmesidir. Çocuk bu yolla duygu, düşünce ve travmalarını özgürce dışa vurur ve bu onlarda sorunlarla yüzleşme, sorunların üstesinden gelme becerilerini geliştirir. Oyun dünyasında çocuk, kendi gerçekliğiyle yüzleşir ve iç dünyasında olup bitenleri terapi odasındaki oyuncakları kullanarak, uzman bir oyun terapisi gözetiminde, tiyatral bir şekilde ifade eder.

    Örneğin Carl Gustav Jung, bunu şu şekilde tarif eder: “Çocuk aslanmış gibi yapmaz, aslan olur.” Çoğu zaman çocuk, terapistle rol değişimi yapıp, “Şimdi sen ben oluyormuşsun, ben de anne ya da baba (çocuk kiminle problem yaşıyorsa)” gibi söylemlerle, terapistten o durumlar içine girmesini ve kendi hissettiği duyguyu terapistin de yaşamasını ister.  Ya da, kendi vücudunda ağrıyan yeri göstermez, onun yerine oyuncak bebeğinin kolunu gösterir ve bundan duyduğu acıyı tarifler ve duygusunu dışarı çıkartır. Bu duygular güçsüzlük, aşağılanma, hor görülme, cezalandırılma, değersizlik gibi duygular olabilir.

    Oyun Terapisinin  5  Aşaması vardır

    Kliniğimizin Pedagog’u Gözde Yalmancı oyun terapisinin aşamalarını şöyle anlatıyor;

    1. İlk aşamada çocuk; odayla, terapistle ve kendine dair yeni beklentileriyle tanışır.
    2. İkinci aşaması olan güven testi aşamasında, terapist ve çocuk arasında çocuğun yaşadığı stresli yoğun duygusal tecrübeyi yansıtan bir oyun yarattıklarında terapötik bir bağ geliştirir ve böylece çocukta güven duygusu oluşur. Kızgınlık, hayal kırıklığı, öfke, korku, saldırganlık, güvensizlik, çatışma ve kıskançlık gibi duygularını dışa vurur ve oyun ortamında bu duyguları yeniden yaratırlar.
    3. Üçüncü aşama bağlılık aşamasıdır. Çocuk fantezi oyunlar kurmaya ve terapisti bu oyunlara dâhil etmeye başlar.
    4. Dördüncü aşama olan terapötik büyüme aşamasında sahip olduğu duygusal acılarla yüzleşmesiyle ve terapistin düzeltici tepkileriyle birlikte çocuk kişisel güçlenme hissini geri kazanmaya başlar.
    5. Son aşama ise sonlandırma aşamasıdır ve oyun gerçek yaşam içi prova temasını işlemeye başladığında sonlandırma uygundur. Bu sürecin sonunda çocuk terapistine “Hoşça kal” diyebilecek hale gelir.

    Bütün bu aşamalarda çocuklar,  içsel çatışmalarını metaforlar aracılığıyla ifade ederler. Bu metaforlar her zaman bir mesaj taşır. Çocuklar metafor içindeyken yalan söyleyemezler. Yaşadıkları esas olayları maskelenmiş şekilde terapistine sunarlar. Buradaki amaç çocuğun metafor içindeyken tekrar bunalmadan, travmatize olmadan sorunları ile yüzleşmesini sağlamaktır. “Filler ve Çocuklar asla unutmaz” sözünde olduğu gibi, çocuklar örtük anıları terapiye mutlaka getirirler.

    Oyun Terapisi Hangi Problemlerde Etkilidir?

    • Kaygılar, Korkular ve diğer Anksiyete Sorunları
    • Çocukluk Depresyonu
    • Travmatik bir olayın ardından yaşanan sorunlar (Travma Sonrası Stres Bozukluğu)
    • Dikkat Eksikliği ve DEHB (Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu)
    • Öğrenme Güçlüğü
    • Çocuklarda Görülen Saldırganlık
    • Dürtüsellik / Impulsivite
    • Okuma ve Konuşma Bozuklukları
    • Özgüven Sorunları
    • Sosyal Gelişim Sorunları, Utangaçlık ve İçe Kapanıklık
    • Psikolojik Ağrılar, Çocukta Baş Ağrısı ve Karın Ağrıları
    • Boşanma Sonrası Adaptasyon Sorunları
    • Ailede kayıp ve yas yaşayan çocuklar
    • Evlat edinilmiş çocuklarda, bağlanma ve adaptasyon süreci
    • Mutizm
    • Cinsel istismar ve diğer istismar  türlerine maruz kalmış çocuklar Vb.

    Yetişkinler için ‘psikolojik danışmanlık’ kavramı ne ise, çocuklar için de ‘oyun terapisi’ bir anlamda odur. Çocuklar oyun terapisi sırasında kullandıkları metaforlarla iyileşirler ve metaforlar sözcüklerden çok daha fazlasını anlatır bize. Çocukların metaforlarını duyabilmek için geç kalmayın.

  • Çocuklar Neden Hırsızlık Yaparlar ?

    drobensosyalmedyafotr-01

    5 yaşına kadar çocuklarda mülkiyet duygusu tam gelişmediğinden , etraflarındaki hoşlarına giden ya da ihtiyaç duydukları tüm eşyaları kendilerinin zannederek almaya çalışırlar. Eğer aile bireyleri çocuğa mülkiyet kavramını doğru anlatamazsa ve başkalarının haklarına saygı duyması gerektiğini gerek kendi davranışları ile örnek olarak, gerekse hikayeleştirerek anlatmazlarsa çocuk bu kavramı öğrenemeyecektir.
    Bu nedenle 5 yaşına kadar çocuğun çalma davranışı ciddi bir sorun olarak görülmemekte ancak yetersiz eğitim aldığının bir kanıtıdır. Eğer çocuk ihtiyaç duyduğu kendi eşyalarına yeterince sahipse ve ilkokul çağlarında kendi harçlığını düzenli alıyorsa bu davranışı giderek ortadan kalkacaktır.
    8 yaşından itibaren mülkiyet duygusu gelişen çocuklar, gelişim aşamalarında içinde bulundukları sosyal çevreye adapte olmaya çalışırlar. Uyum ve davranış bozukluğu belirtisi olan çalma davranışı , eğer hala devam ediyor ise tehlike çanları çalmaya başlamış ve mutlaka altta yatan sebep araştırılmalı demektir.
    Hırsızlık nedenleri:
    Patolojik olmayan hırsızlık:
    1. Yarar sağlamayan hırsızlıklar; genelde çocuklar bu şekilde çalarlar
    2. Cömertlik hırsızlığı ; çaldığı objeyi dağıtır, başkalarının gözünde değerli olmak için yaparlar
    3. Gereksinim hırsızlığı; yoksul veya evden kaçan çocuklarda görülür. Çocuğun çok istediği ama almadığı bir şeyi almak için yaptığı hırsızlıktır.
    Ancak hırsızlığın kötü bir şey olduğunu içselleştirmiş olan çocuklarda her ne kadar ihtiyaçları olursa olsun çalma davranışı görülmez. Eğer ailelerinden bu davranışı öğrenmişlerse normalleştireceklerdir.

    Patoljik Hırsızlık:
    1. Saldırgan; başkasına zarar vermek amacıyla yapılan hırsızlıktır.
    2. Dürtüsel; çalma eğilimi istemsiz, düşünülmeden ve plansızca dürtüsünü kontrol edemediği için gerçekleşir
    3. Zevk amaçlı ; daha çok ergenlerde ve çeteleşme eğilimi olan gençlerde görülen ve çalmanın yarattığı hazzın ve heyecanın peşinde koşmalarından dolayı gerçekleşir.
    4. Telafi hırsızlığı; sevgi eksikliği olan, çekingen, aşağılık duygusu içinde çocukların yaptığı davranıştır. Bazen kardeş kıskançlığı, bazen aile içinde yaşanan problemlerin bir yansıması çocuğun dikkat çekme davranışı şeklinde olabilir.
    Çocuk alamadığı sevgiyi ve doyumu kendi olanakları ile gerçekleştirir. İç dünyasında yaşadığı OEDİPUS çatışmasının dışlaştırılmasıdır. Burada babanın yerini jandarma, polis, yargıç alır.

    Önerilerim:
    1. Çocuklarınıza aidiyet duygusunu ve başkalarının haklarına saygı duyması gerektiğini öğretin. Siz de doğru davranışlar sergileyerek, onlara örnek olun
    2. İlkokuldan itibaren yeterli harçlık verin ve parayı nasıl yönetmesi gerektiğini öğretin. Hatta biriktirme davranışı için teşvik edin
    3. Sevginizi koşulsuz şartsız hissettiririn. Ne aşırı serbest ve ilgisiz davranın ne de aşırı katı ve kuralcı.
    4. Eğer çocuğunuz küçücük de olsa bir şey çalmaya başlamışsa mutlaka konuyu ciddiye alın ve altında yatan başka bir sebep var mı araştırın.
    5. Tüm doğru yaklaşımlarınıza rağmen hırsızlığa devam ediyor ise mutlaka bir uzmandan yardım alın ( Psikoterapi ile gelişim süreci değerlendirilecek, oyun ve davranış terapileri ile problemin temel sebebi teşhis edilecektir. Çocuğun iç çatışmalarının yüzeye çıkarılması sağlandıktan sonra benlik güçlendirilmesi çalışmaları ile hırsızlık davranışı ortadan kaldırılmaya çalışılacaktır.

  • Çocuklar “HIRSIZ” olamazlar!!!

    drobensosyalmedyafotr-01

    9 yaşında, son zamanlarda okuldan arkadaşlarının ve öğretmenlerinin özel eşyalarını çaldığına dair şikayet alıyoruz. Defalarca konuştuk, “ çocuğum ne ihtiyacın var bunlara ? Herşeyin var, maddi durumumuz iyi, bu güne kadar ne istediysen aldık, hırsızlık çok kötü bir davranış “ şeklinde konuştuk. Ancak buna rağmen oğlum çalmaya devam etti. Odasının karıştırdım biraz, yatağının altında bir kutu buldum, bütün çaldığı eşyaları onun içinde saklıyor. Dün öretmeni aradı ve sınıfta bir cüzdan kaybolduğunu söyledi, bu safer babası çok sinirlendi ve maalesef dövdü. Sonra da çok pişman olduk, en iyisi profesyonel bir yardım alalım dedik. Çocuğum neden çalmaya ihtiyaç duyuyor ve bu problemi nasıl çözeceğiz doktor hanım?
    Terapi odasına bu aile geldiğinde anne hamileydi ve kucağında 2 yaşında bir kızı daha vardı. Önce anne ve baba ile yaptığım görüşmelerde aile yaşantılarının iyi olduğunu, maddi bir problemleir olmadığını, çocuklarına bilgisayar, tablet, cep telefonu dahil her yeni çıkan teknolojik alet ne varsa satın aldıklarını söylediler. Öyküye baktığımızda yeni bir kardeşin daha doğacak olması , üstelik anneye çok benzeyen ve sürekli şirinlik yapan bir kız kardeşin varlığı çocukta kıskançlık duygusu yaratmış olabilir mi acaba diye düşünmüştüm.
    Çalma Davranışı; Bastırdıkları Duyguların Birer Yansımasıdır
    Ancak oyun terapisi esnasında çocuğun Legolarla kurduğu şehirde iki ev inşa etmesi ve küçük askerlerin her iki ev arasında koşturarak savaş oyunu oynaması dikkatimi çekmişti. Daha sonra birlikte askerleri konuşturmaya başladık ki, her iki evde de anne diye hitap ettiği kadınlar vardı. Aslında Fatma annem olmasa bu evi patlatırdım ama o da hamile ve kardeşime kıyamadım diyince, çocuğun anesinin isminin kayıtlarımda Fatma olmadığını fark ettim.
    Vee oyunun sonunda çocuk anlatmaya başladı, aslında babasının hayatında başka bir kadın olduğunu , onun da hamile olduğunu, oğlunu haftada 2 gün bu eve götürdüğünü, orada babasıyla birlikte kaldıklarını ve ona bu da senin ikinci annen, ona “ anne “ diyeceksin , doğacak çocuğumuz da senin kardeşin şeklinde baskı yaptığını anlattı. Uzun süre bu aramızda bir sır ve annene anlatmayacaksın diyerek çocuğun taşıyamayacağı bir yükü omuzlarına yüklemişti.
    Çocuğun gerçek annesi bu durumu bir müddet sonra öğrendiğinde çocuğa küsüp sen bunu benden nasıl saklarsın diyerek tokat atmıştı. Aylarca eşiyle kavga etmiş,kız çocuğuna bile yeterince ilgi gösterememiş, üstelik bu psikoloji ile tekrar hamile kalmıştı. Daha sonra babası eşine bu ilişkinin bittiği yalanını söyleyerek oğlunu tekrar bu yalanın içinde yaşmaya mecbur etmişti.
    Bir süre sonra kendi annesi de hamile kalınca çocuk kimseyle bu problemi konuşamadığı için giderek içine kapanmış, okulda sorun çıkararak aslında anne ve babasının itibarını zedelemeye ve onlardan intikam almaya çalışmaktaydı.
    Tabi çocuklar bütün bu duyguları bastırdıkları için farkında olmadan ailenin problemlerini yansıtan birer aynadırlar aslında . Anne ve babanın saklamaya çalıştığı gerçekleri onlarla konuşunca çocuklarını nasıl ihmal ettiklerini, kendi dertlerinin ve öfkelerinin içinde kaybolduklarını , çocuğa taşıyamayacağı bir yükün sonuçlarını görmüş oldular.
    Not: Danışan öyküleri etik ilkeler gereği değiştirilmiştir. Haftaya Çalma davranışının nedenlerini ve çözüm önerilerimi paylaşacağım

  • DİZİ FİLM TADINDA HAYATLAR

    12697072_1075319115851806_9203594035091872030_o

    Günümüzde birçok dizi çekiliyor, kimisinin senaryosu, kimisinin oyuncuları, kimisinin de yönetmeni eleştiri alıyor. Hatta bazı diziler veya programlar için RTÜK’e binlerce şikayet telefonu yağıyor. Bazen de RTÜK tarafından “Türk örf, adet ve geleneklerine uygun değil” denilerek cezalandırılıyor.

    Peki, bir düşünelim bakalım, bir gün bir telefon alsanız, senaryosunu, yönetmenliğini ve oyunculuğunu sizin ailenizin yapacağı bir dizi çekeceklerini ve adının da “BİZİM HAYATIMIZ ” olacağını söyleseler nasıl bir diziniz olurdu? Hiç düşündünüz mü?
    Seyredenler ne düşünürdü, kendilerine ne gibi örnekler alırdı?

    · İlk tanıştığınız andan itibaren yaşadıklarınız, aileleriniz arasındaki güç savaşı, birbirlerinin arkasından yapılan dedikodular.

    · Düğün günü yaşadıklarınız, bazen gelinlik, bazen düğün yeri bazen de altınlar nedeni ile çıkan tartışmalar. Hatta düğün günü çıkan kavgalar, çekilen silahlar, o anda boşanma isteği olanlar.

    · Dizinizde nasıl bir ilk gece yaşanırdı acaba? Son derece keyifli ve sağlıklı bir birliktelik mi? Yoksa “Vaginusmus” dediğimiz ilk gece korkusu ya da erkeğin yaşadığı erken boşalma, ereksiyon problemi nedeni ile kötü geçen bir gece mi? Bazı aile bireylerinin kapıda bacada “ille de kanlı çarşaf” diye sizden haber beklemesi mi?

    · Ailelerin evliliğinize alışma sürecinde “Bize az geldiniz, onlara çok gittiniz” tartışması yapması, anneleriniz yüzünden arada kalışınız, her iki tarafın tam bir avukat edası ile kendi tarafını savunması mı?

    · Hatta evliliğin daha ilk aylarında küçücük tartışma konularının büyütülmesi, evi terk edişiniz veya yaşanılan şiddet… Karakollara yapılan şikayetler, eşin nezarete yatması ya da boşanmak için soluğu mahkemede alışınız…

    · Bebek sonrası yaşanılan rol dağılımındaki dengesizlik, erkeğin eve gelir gelmez “Çok yorgunum” diyerek televizyonun karşısına geçmesi, geceleri yastığını alıp başka odada yatması,hatta küçücük tartışmada bebeğiniz ile sizi yalnız bırakıp annesine taşınması..

    · Ya da eşinizi gereksiz kıskançlıklar ile boğmanız… Sürekli memnuniyetsizliği ve mutsuzluğu dile getiren kadının karşısında, erkeğin evin içinde nefessiz kalması, yetersizlik duygusu ile daha da içe çekilmesi…Bir süre sonra nefes alacak başka mecralar araması…

    · Eşinizi ister başka bir duygusal ilişki ile ister tek gecelik ilişki ile aldatmanız, bazen onunla ayrı bir evde yaşıyor olmanız, hatta bu birlikteliğinizden olan çocuklarınız… Eşinizin tüm bu gerçeklerle yüz yüze kaldığında, yaşanılan hayal kırıklıkları, tartışmalar ve arada kalan çocuklar…

    • Kızınızın bir gece arkadaşları ile okuldan güle oynaya çıkıp, neşe içinde şarkılar söyleyerek geldiği , anne ve babanın huzur içinde olduğu bir dizi sahnesi mi? Yoksa hangi gün hangi saatte hangi bahane ile tacize veya tecavüze uğrayacağının belli olmadığı , kapkaça mı uğrar, kaçırılır mı, vahşice öldürülür mü diye endişelenildiği bir dizi sahnesi mi?

    • Kendi dizinizde baba karakteri, çocuklarıyla şakalaşan, onları dinleyen, ders dışı sohbetler eden, birlikte sinemaya, gezmeye giden bir rol de mi olurdu? Yoksa akşam televizyon, bilgisayar karşısında hiç kıpırdamadan oturan, çocukların gölgesinden korktuğu, odalarından hiç çıkamadığı, çocuklarına karşı sert, başlarını bile okşamayan ama en ufak hatalarında tokadı basan bir rolde mi?

    • Anne karakteriniz, hayatın koşuşturması içinde kaybolmuş, kendi için hiçbir şey yapmayan, sadece çocuğu için var olduğunu söyleyen… Çocuğunun fiziksel ihtiyaçlarının dışında duygusal ihtiyaçlarını görmezden gelen, sürekli eleştiren, kendi başaramadıklarını çocuğundan bekleyen bir karakterde mi olurdu? Yoksa mutlu, doyumlu, suçlamaya girmeden, duygu ve düşüncelerini kolaylıkla dile getirebilen, çocuklarına kölelik ederek değil de yol göstericilik yaparak annelik yapan karakterde mi olurdu?

    • Maalesef ki Türk örf, adet ve geleneklerine uygun değil diyerek cezalandırılan diziler, her gün bir evde canlı yayında zaten…

  • KARINIZIN ANNENİZ GİBİ OLMASINI BEKLEMEYİN

    12633586_1071346206249097_4765967152326298607_o   7 yıllık evliyiz, son 4 yıldır eşim evde bir yabancı gibi davranıyor bana. İşten gelince onu kapıda karşılıyorum, yüzüme bile bakmadan içeri giriyor, sadece çocuğu öpüyor, “ merhaba kızım neler yaptın bakalım” diyerek hemen onunla sohbet ediyor. Çoğu zaman “çok yorgunum” diyerek kanepede uyuyakalıyor.
    Hafta sonlarımız tam bir kabus, sabahları ses çıkmasın diye kızım ve ben erken uyanıp salonda vakit geçiriyoruz, öğleye doğru uyandığında kahvaltısını yalnız yapıyor. Sonra arkadaşlarıyla dışarı çıkıyor. Bakıyorum da sadece onların yanındayken mutlu, yüzü gülüyor, espri yapıyor. Genelde hafta sonları akşam dışarıda alkol alır, kimi zaman çakırkeyif gelir kimi zamansa sarhoş. Eğer çakır keyif geldiyse işte o zaman bana sarılır ve birlikte olmak ister. Eğer sarhoşsa yatağa nasıl yattığını bile hatırlamaz…
    Bazen sabırla düzelir diye bekliyorum, bazen de yanındayken mutlu, yüzü gülüyor, espri yapıyor. Genelde hafta sonları akşam dışarıda alkol alır, kimi zaman çakırkeyif gelir kimi zamansa sarhoş. Eğer çakır keyif geldiyse işte o zaman bana sarılır ve birlikte olmak ister. Eğer sarhoşsa yatağa nasıl yattığını bile hatırlamaz…
    Bazen sabırla düzelir diye bekliyorum, bazen de dayanamıyorum ve bağırıyorum sesimi duysun diye , ama adam sanki bir duvar , cevap bile vermiyor. Sonra ağlama krizlerine giriyorum, bir kez olsun yanıma gelip teselli etmiyor, küsüyorum, ben de gidip kızımla yatıyorum. “ Ne yapacağım ben doktor hanım? Boşanmak istemiyorum, eşimi seviyorum ama böyle de olmuyor “
    Çiftin tanışma ve evlilik öyküsünü almak için ikinci seans eşi ile görüştüğümüzde bambaşka bir hikaye çıkıyor ortaya.
    Evlendiğimiz günden beri her gün annemle ilgili sorunlar yaşıyor ve sürekli bana anlatıp kavga çıkarıyor, taraf tutmamı istiyor. Kendi annesi bizim evden çıkmıyorken “ artık senin annen bu eve girmeyecek” diyor, tam 3 yıl küstüler birbirlerine. Annemle eşimin arasını bulmaktan ben yoruldum. Tam ne haliniz varsa görün dedim ki kızımız oldu.
    Kızımız olduktan sonra problemler düzelir sandım bu sefer ”senin annen mi bakacak, benim annem mi? “ kavgası başladı. Çocuk olduktan sonra eşim sadece çocuğa odaklandı, onunla yatıyor. Kendimi bu evde sadece para getiren bir adam olarak görmeye başladım. Bir tek anneme gittiğim zaman huzur buluyorum, eşimi seviyorum ama birlikte vakit geçirmek içimden gelmiyor ….
    Çifte birbirinizin hangi yönlerini seviyorsunuz ? diye sorduğumda tam bir yanıt vermekte zorlanıyorlar çünkü ne kendilerini tam olarak tanıyorlar ne de birbirlerini…
    Öyküyü daha da derinleştirdiğimizde, her iki tarafın da kendi aile bireyleri arasındaki kopuklukları, anne baba modelindeki yetersizlikleri görüyoruz.
    • Babam anneme hep bağırırdı, çoğu zaman aşağılar, herkesin içinde küçük düşürürdü. Hayatım boyunca anneme çok acıdım, bir gün gelecek, büyüyeceğim ve annemi bu zor hayatından kurtaracağım, derdim. Şimdi eşim bizler için bu kadar fedakarlık etmiş olan annemi istemeyince çok kırılıyorum. Eşimden istediğim tek şey evle ilgilenmesi, yemek yapması ,çocuğa bakması.
    Bu öyküde psikolojik gelişim döneminde annesinden sağlıklı ayrımlaşamamış erkek çocuğun yıllar sonra eşini de annesi gibi görme isteği var temelde. O nedenle onunla alkol almadan cinsel birlikte olamıyor, evden uzak duruyor. Oysa ki zaten bir annesi var, ikinci bir anneye değil, eşe ihtiyacı olduğunun farkında değil. O nedenle annesine davrandığı gibi davranmaya devam ediyor.
    • Annem babaannem ve görümcelerinden çok çekmiş, gün yüzü görmedi, her ağladığında yanında ben olurdum. Babamdan nefret ederdim, babaannem yüzünden annemi üzüyor diye. İşte şimdi aynı şeyi ben yaşıyorum, eşim annesi yüzünden beni yok sayıyor.
    Bir kız çocuk annesiyle ittifak yapmayı çocukluk yaşlarında öğrenmişse, sürekli evdeki zayıf anne modelinin avukatlığını üstlenmişse, evlendiği zaman; çocukken gücünün yetmediği kişilere karşı kendi kayınvalidesinden öç almaya çalışacaktır. Kocası için kayınvalidesi ile girdiği bu rekabette kaybeden olacaktır.
    Diğer yandan yeni evindeki , kendi mutluluğuna değil,” annemi nasıl mutlu ederim? Diyerek, sürekli kendi annesini korumaya almaya çalışacaktır ki bu da çiftin arasının açılmasına, erkeğin kendini hem kayınvalidesinden hem de çocuktan dolayı ikinci plana atılmış hissetmesine, kadının ise takdir ve onay alamadığı için kendini değersiz ve işe yaramaz hissetmesine neden olacaktır.
    Not: Danışan öyküleri etik ilkeler gereği değiştirilmiştir.