Kategori: Evlilik Terapisi

  • Çağımızda Yeni Bir Kavram; “ Aile ve Evlilik Terapisi “

    “Evliliğimizde sorun var“, “Beni hiç anlamıyor ” “ Kendimi ona tam ifade edemiyorum” ” Önceden böyle değildi, eşim şimdi çok değişti. ” ” Hiç ilgi göstermiyor, hep beni suçluyor” ” Hayatında başkaları olduğunu düşünüyorum, buna dayanamıyorum “ “ Ayrılmak istiyorum, çocuklarım için katlanıyorum “ gibi cümlelerle gelirler çiftler terapi odasına…
    Bazen de asıl sorunu örterek; depresyon, psikosomatik şikayetler ( baş ağrısı, kalp çarpıntısı, baygınlık hissi , v.b.gibi) veya fobik reaksiyonlarla bize başvururlar. Çiftlerde ortaya çıkan bu gibi sorunlar, aslında problem diye görülmeye başladığı zamandan çok daha öncelerde başlamıştır. Fakat yaşam döngüsünün çeşitli devrelerinde (evlilik, çocukların doğumu, çocukların okulu, eşlerin iş-meslek rolleri, geleceği yapılandırma) çiftler belirli amaçlar üzerine odaklandıklarından ilişkinin yürümesini engelleyen “nedenleri ” görememişler ya da görse de farketmemeye, fark etse de bir süre sonra bunun değişeceğine kendini inandırmaya çalışmışlardır. Bir gün bu yaşam döngüsü içinde ani ve büyük değişimler, zorlanmalar ya da kayıplar yaşandığında , çiftler o ana kadar belki de hiç yapmadıkları, yada bazen düşündüğü hatta bazen deneyime geçirdiği “kendinin farkındalığı” üzerine yoğunlaşmaya başlamışlardır. Bir de eğer yaşanılan problemlerin temelinde cinsel işlev bozuklukları ( cinsel isteksizlik, vaginusmus, erken boşalma, orgazm olamama ) yatıyor ise ilişkide o ana kadar çıkıp da baş edilebilen sorunlar bir anda üstesinden gelinemez bir hal almaktadır.

    Çözüm noktasında ise eskiden aile büyükleri ya da dışarıdan kişiler devreye girerdi. Ancak geleneksel yaklaşımlar ve çözüm önerileri yetmemeye başladı çünkü zamanında ve doğru müdehaleler ile farkındalıklar kazandırılamaz ve çözümler işlevsel olmaz ise benzeri sorunlar yeniden görülmekte ve her seferinde daha büyük bir dalga halinde evlilik kurumunu tehlikeye düşürmektedir. Her ne kadar
    Türk toplumunun büyük kısmı “ Ben deli miyim? “ diyerek kaçsa da , gerçeklerle yüzleşmek istemeyerek sorumluluğu karşı tarafa atsa da , çiftler problemlerine objektif yaklaşabilecek , farklı bir bakış açısı getirebilecek profesyonel Aile ve Evlilik Terapistine ihtiyaç duymaktadırlar.

    En çok merak edilen sorular: Terapistler nasıl yaklaşıyor? Terapi odasında neler oluyor?

    Burada esas nokta çiftin terapi odasına getirdiği sorun, gerçekten sorun mudur? Sorun kime göre sorundur? İçsel çatışmaların bir ürünü müdür? Yoksa evlilik en baştan yanlış bir zeminde mi kurulmuştur? Bütün bunlara cevap alabilmek için ilk olarak aile genogramını çıkarıyor ardından da geçmiş yaşantıların öyküsünü alıyoruz. Evliliğin kuruluş aşamasındaki önemli kilometre taşlarını belirliyor ve bu güne kadar yaşanılan ilişki krizlerinin nasıl atlatıldığını yani çiftlerin kriz çözme becerilerini ölçüyoruz. Daha sonra çiftleri ayrı ayrı alarak ayna yöntemi ile karşı tarafı yargılamadan, suçlamadan sadece kendi dünyalarında neler olduğunu anlayabilmelerini sağlayacak içsel yolculuklarına eşlik ediyoruz. Böylece aslında karşılanmayan ihtiyaçlarının neler olduğunu, hangi yanlış düşünce , tutum ve davranış içinde olduklarını fark ediyorlar. Aynı dili konuşabilmek adına hem terapi odasında bilgilendirmeler yapıyor, hem de bilişsel değişikliklerine katkıda bulunacak uygun kaynaklar öneriyoruz. Sonra da çözüm yollarını birlikte irdeliyor, mutlaka ev ödevleri vererek terapi odasında gerçekleşen düşünsel değişimlerin davranışlara aktarılarak pekişmesine yardımcı oluyoruz. Bu bilişsel ve davranışçı terapi tekniklerinin yanı sıra çeşitli psikoterapi tekniklerini de altta yatan başka problemlerin tanımlanması ve çözümlenmesinde kullanıyoruz.

    Eşim katılmak istemiyor, mutlaka birlikte mi gelmeliyiz?
    Eğer terapi programına katılmaya eşlerden biri isteksiz ise, evlilik danışmanlığı diğer eşle yürütülebilir. Böylece bir eşle terapist arasında iletişim kanalları açık kalarak evlilik sorunlarının çözümü konusunda çifte müdahalede bulunma imkanımız olur. Ama araştırmalar göstermektedir ki, çiftin birlikte evlilik danışmanlığına devam etmesi, evlilik sorunlarının çözümünde, tek bir partnerin kişisel danışmasına göre daha etkilidir. Çünkü sadece evde gerçekleşen olayları dinlemenin yanı sıra seanslar sırasında çiftin iletişim ve etkileşimindeki bozuk yapıları gözlemleyebilmek ve bu bozukluklara yerinde müdahale edebilmek de terapinin başarısını arttıracaktır.

    Unutmayalım ki toplumsal mutluluğumuz, refahımız ve güvenliğimiz sağlıklı aile yapısı ile mümkündür. Sağlıklı çocuklar sağlıklı evliliklerde yetişir, sağlıklı evlilikler de sağlıklı bireylerden oluşur. Evliliğinizde yaşanılan problemler kangrene dönüşmeden önce fark edip, çözüm yollarını aramanız dileği ile…..

  • SEVGİ DİLİNİZİ BİLİYOR MUSUNUZ?

    • “Bir kez olsun bana çiçek getirmedi, küçücük bir hediye almadı, beni sevdiğini görmek istiyorum”

    • “ Bir fincan kahve yapsa, sabahları ben uyanmadan kahvaltı hazırlasa, evdeki küçük tamirleri ben söylemeden yapsa, ne olur? Beni sevdiğini davranışlarıyla göstermesini istiyorum”

    • “ Eve gelince bana sarılmaz, saçımı okşamaz, cinsel birliktelik haricinde bana dokunmaz. Beni sevdiğini, küçük dokunuşlarla hissettirsin istiyorum”

    • “ Ne yapsam beğenmiyor, başkalarının yanında sürekli eleştiriyor, küçük düşürüyor. Ne var sanki biraz da takdir etse? Seni seviyorum, demek bu kadar zor mu? Beni sevdiğini duymak istiyorum”

    • “ Evde sürekli iş yapıyor, temizliği, bulaşığı hiç bitmiyor, birlikte vakit geçirmek, sohbet etmek, gülmek istiyorum. Beni sevdiğini birlikte yaşayarak hissetmek istiyorum”

    Bütün bu serzenişler, sevgililerin SEVGİ DİLLERİ’nin farklılığından kaynaklanıyor. Oysa ki ömür boyu mutlu bir beraberliğin ve sevginin hep canlı kalabilmesinin sırrı sevgi dillerinin keşfedilmesinde.

    Çoğu ilişki “aşk “ la başlar. Ama maalesef sürdürmek için aşk yetmez. Aşık olmak; “çiftleşme davranışının genetik olarak belirlenmiş içgüdüsel bir ögesi” olarak tanımlanıyor;

    Aşık olmak iradi bir fiil yada bilinçli bir seçim değildir,
    Aşık olma hali çaba göstermeden yaşandığı için gerçek sevgiyi tam olarak yansıtmaz.
    Aşık olan kişinin diğer kişinin gelişimine yardımcı olmada gerçek anlamda desteği yoktur.

    Oysa ki sevgi irade ile , emekle gelişir, bu yüzden “aşk” tutkusu bitip gerçek dünyaya dönüldükten sonra bile sevme kapasitesi hep kalır. Bu nedenle hem kendinizin hem de sevgilinizin sevgi dilini keşfetmelisiniz.

  • Eşinizin sevgilisi olun, annesi değil!

    Son zamanlarda eşinin eve geç gelmesinden şikayet eden danışanım; “ artık eşim bana eskisi gibi romantik davranmıyor, uzun saatler işte kalıyor. Sonra da eve gelip , yorgunum diyerek yastığını alıp başka odaya gidiyor. Anlamıyorum bu adam neden bu kadar değişti ? ” diye soruyordu.
    Eşini dinlediğimiz zaman ise; “ doktor hanım, eşim anne olduktan sonra çok değişti. Evde sürekli eşofmanla dolaşıyor, yemek ve temizliğe takmış durumda. Sürekli beni kontrol ediyor. Öğlen yediğim yemekten, giydiğim kıyafete kadar bir çocukmuşum gibi müdahale ediyor. Oğlumuz doğduğundan beri 3 kişi bir yatakta yatıyoruz. Bazen geceleri üzerimizi örtüyor. Boğulduğumu hissediyorum” diyordu.

    Eşinizi çocuğunuz gibi görmeyin

    Bazen kadınlar anne rolüne öyle kaptırırlar ki kendilerini , eşlerine de tıpkı çocuklarına davrandıkları gibi davranırlar. Onu korur ve kollarlar, her istediklerini anında yapmaya çalışırlar. Aşırı derecede verici ve fedakar olurlar. Bunu kendilerince problem etmezler ama en küçük fırsatta da şikayet ederler.

    Başlangıçta bu ilgi ve alaka erkeklerin hoşuna gidiyor gibi görünse de bir süre sonra eşlerini, hayat arkadaşları, aşık oldukları kadın gibi değil de anneleri gibi görmeye başlarlar. Bu durum çiftin arasındaki sağlıklı iletişimi azalttığı gibi cinsel enerjiyi de azaltır.

    Kendinize bir sorun;

    • Eşinizin, yemek yeme, giyinme tarzı ve diğer konularında bir anne gibi üzerine düşüyor musunuz?
    • Sürekli onu kontrol etme ihtiyacı duyuyor musunuz?
    • Bir anne şefkatinde yaklaşıyor, koruyup kolluyor musunuz?
    • Eşinizin adına, onun iyiliği için ama ondan da habersiz, çeşitli kararlar alıyor musunuz?
    • Yatak odanızda çocuklarınızla uyuyor, eşinizi oturma odasında yatmaya mecbur bırakıyor musunuz?

    Eğer cevabınız “EVET “ ise hemen bu gün bir değişim kararı alın.
    Unutmayın ki onun bir annesi zaten var, ikinci bir anne sevgisine değil, hayatı paylaşacak, onu tutkuyla seven bir sevgiliye ihtiyacı var.

  • GÖKTEN 3 ELMA DÜŞSE … AŞK- HAZ – EVLİLİK

    En eski çağlardan bu yana , gölge gibi peşimizi bırakmayan aşk…Temelinde yalnız ana-babamızın değil, ondan önceki sayısız kuşağın da ağır mirasını barındırıyor. Yüreğimizde uyuklayan , zaman zaman bilinç dışına taşan duygular, nice tarihi aşkların mirasını kanıtlıyor.

    Aşkı merak etmek, büyük ve özel soruları dile getirmek , insanların ruhlarının en derinini merak etmek değildi sadece, aynı zamanda kavgayı, savaşı, iktidarı, dini, ölümü de merak etmekti.

    Aşkın ayak izlerini ararken, noter belgeleri ve nüfus cüzdanları aşkı aşk olmaktan çıkarıp değersiz kayıtlara dönüştürmeye başlamıştı bile. Geriye sanat ve edebiyat kalıyordu bir tek; mektuplar, günlükler, şiirler, şarkılar, tablolar , resimler , heykeller….

    Tarihçiler aşkın kırıntılarını hep aradılar, yapılan kazılarda, çanak- çömlek kırıklarında , süs eşyalarının kalıntılarında , taşlara oyulmuş resimlerde…Ancak kökenine dair ne bir iz, ne bir fosil , ne de bir anlatı bulamamışlar. On milyonlarca yıl önce bir gün, belki de bir gece, bir el oynadı, bir söz söylendi , bir duygu doğdu…Sonra da bu derin duyguya “ aşk” mı dediler acaba?

    Aşkın tarihine dair pek çok kaynak araştırdım, En derli toplusu Dominique Simonnet ve arkadaşlarının derledikleriydi. Aşkın tarihini “Duygu( Aşk ), Evlilik, Cinsellik(Haz)” gibi üç kelimede özetliyorlardı. Ama yaşanmışlığı öyle üç çerçeveye oturtuyorlardı ki ; katılmamak mümkün değil…

    • Aşkın da hazzın da olmadığı evlilikler
    • Haz barındırmayan aşk evlilikleri
    • Evlilik olmadan yaşanan aşkın hazzı…

    Aşkın da hazzın da olmadığı evlilikler :Prehistorik dönemlerde, erkekle kadın arasında duygulara hele de hazza yer yoktu, evliliklerin kurulmasındaki amaç, çocuklar dünyaya getirmek, mirası ve soyun devamını güvenceye almaktı. Böylece; aşkın da hazzın da olmadığı evlilikler yapıldı.

    Haz barındırmayan aşk evlilikleri : Rönesans döneminde ; cinsel baskılar arttıkça, küçük küçük isyanlar başladı. Kadın ya da erkek evleneceği insanı sevse, nasıl olurdu? Çıkar evliliği yerine aşk evliliği onlara ne kaybettirirdi? Ancak hala cinsellikte haz kabul edilemezdi , böylece haz barındırmayan aşk evlilikleri yaşandı.

    Evlilik olmadan aşkın hazzı : Yirminci yüzyılın başlarında , cinselliğin üstündeki örtü kalkmaya başladı ve zincirler kırıldı, bedenlerin ve zihinlerin özgürleşmesi hızlandı. Evlilik olmadan aşkın hazzı yaşanmaya başlandı. Ancak bu sahnenin ters yüzü de tuhaftı, geçici bir hevese dönüştü, bu sefer de bedeli aşk ödedi…

    Ya bu gün yolun neresindeyiz? Hala evliliklerin bir çoğu çocuklar dünyaya getirmek, mirası ve soyun devamını güvenceye almak amacıyla kuruluyor, genellikle kadınlar ( erkekleri de yadsıyamayız) aileleri tarafından zorla evlendirilmeye çalışılıyor. Ya da mantık evliliği yaptım masalı ile kendilerini kandırmaya devam ediyor …

    Aşk evliliği olarak başlayan evliliklerde ise çiftler duygusal beslenmelerine devam etmediklerinde, birbirlerine karşı duyarsızlaşmaya başlıyorlar, evlilikleri rutin bir hayata dönüşüyor, içinde haz barındırmayan, tek düze, sıkıcı …

    Evlilik olmadan aşkın hazzını yaşamaya çalışanlar, iki arada sıkışıp kalıyor, toplumsal baskılar mı, yaşamak istedikleri aşk mı? İki uç da keskin bıçak, hangi yöne gitseler canları acıyor.

    Aşkın tarihi yolculuğunun sonunda insanoğlu, her üçünü de istiyor… Yani; haz veren, aynı zamanda da evlilikle de sonuçlanacak, kalıcı bir aşk…

    Her üçünü de bulmanız dileğiyle…

  • Aile Terapisi

    Aile ve Evlilik Terapisi nedir ve ne değildir?

    Aile bireyleri arasındaki ilişkileri ele alıp, (ya da ailenin bir alt birimi; örneğin eşler ya da anne-çocuk, baba- çocuk ya da  kardeşler arası) yaşadıkları  sıkıntılı ve zor süreçleri hem bireyin psikodinamiklerini kollayarak hem de bireyin sistem içinde değerlendirilmesine olanak tanıyarak ortak meselelerini belirlemelerine, sorunlarını sıralamalarına ve  çözümleri için işbirliği yaparak çalışmalarına olanak sağlayan en yaygın ve pratik yaklaşımlardan birisidir.

    Aile terapisi, bir aile üyelerini bir araya toplayarak, amatörce konuşmalar yapmak ve ya kendi sağduyusuna güvenerek öğütlerde bulunmak değildir. Ailenin bir üyesinde ortaya çıkan belirti ve ya sorunun ya da birkaç üyenin birlikte yakındıkları bir sorunun aile üyeleri ile toplu oturumda konuşup, sadece dile getirmesiyle herkesin sorunu artık bildiğini ve bunu kendiliğinden çözebileceklerini sanmaktan ibaret de değildir.

    Normal-anormal, sağlıklı-sağlıksız, fonksiyonel-disfonksiyonel aile gibi tanımlarda ve ayırımlarda bulunulması söz konusu olmadığı gibi, terapi ortamında haklı- haksız,    suçlu-suçsuz ayrımının yapılması da asla söz konusu değildir.

    Aile ve Evlilik Terapisti, yeterli psikoterapi eğitimi ve deneyiminin yanı sıra özellikle aile terapisi yolundaki teknik yöntemleri de bilen, ayrıca uygulamada da belli bir klinik deneyime sahip kişilerdir.

    Aile terapisinin amacı nedir? Hangi durumlarda gereklidir?

    Aile içinde yaşanan zorluk ve sıkıntı ailenin bir ya da birden çok üyesinde, çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. İşleyişte zorluğu olan ailelerde çoğu zaman; bir kişinin belirlenmesi ile problemin kaynağı olarak tüm sorumluluğu o kişiye atfetme yönünde bir savunma mekanizması görülebilmektedir. Bu kişiler ise, sıkıntıları ile baş etmekte zorlanmakta ve kendi sıkılmışlığını, basılmışlığını, bastırılmışlığını ve bunalmışlığını ifade edememekten dolayı mağdur/muzdarip olmakta ve yakınmaktadır. Hem belirlenmiş kişinin hem de bütününde ailenin sıkıntılı döngüsünden çıkabilmesi ve sistemin rahatlatılması için, terapötik müdahaleye gereksinim duyulmaktadır.

  • Kadına Yönelik Şiddete Son

    2014 Türkiye’sinde eğer hala kadına yönelik şiddetten bahsediliyorsa, şiddeti önlemek için yeterince önlemler alınamıyorsa , şiddetin boyutu ölüme kadar gidiyorsa , sadece devletin ilgili kurumları değil, bu ülkenin bütün bireyleri bu kötü tablodan sorumludur.

    Kadın cinayetleri ana haber bültenlerinde ya da gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde sıradanlaşıyorsa, artık okumak bile istemiyorsak, şahit olmamak için gözlerimizi kapatıyor, kulaklarımızı tıkıyorsak daha çok karanlık günler var demektir önümüzde.

    Kadına yönelik şiddet neden yaşanıyor?

    Kadınlar erkek egemen toplumlarda daha sık şiddete maruz kalıyor. Aynı zamanda toplumun hukuksal, ekonomik, geleneksel, siyasal ve eğitimsel yapısı içinde kadın ayrımcılığa uğruyor ve erkeğe bağımlı olmak zorunda kalıyor. Erkeğin yasalardan ve ataerkil geleneklerden kaynaklanan üstün konumu, kadının erkeğe hizmet etmesi ve erkeğin alınacak kararlarda söz sahibi olmasını “doğal” gören bir bakış açısına sahip olması da maalesef şiddeti besliyor.  

    Kadınlara yönelik şiddet her boyutta;

    1. Fiziksel şiddetKadının eşi ya da partneri tarafından fiziksel saldırıya uğraması. Bazen basit gibi görünen bir tokat bazense acil servise başvuracak, ölümcül olacak kadar  şiddetli…
    2. Cinsel şiddet: Kadının rızası olmadan cinsel ilişkiye zorlanması, sadece bedensel değil,  duygusal da saldırıya uğraması
    3. Duygusal şiddet : Çoğunlukla aşağılama, bağırma, yetersiz olduğunu söyleme, hiçbir şey beceremediğini, çocuklarına bakamadığını söyleme, patolojik düzeyde kıskançlık, korkutma, batıl inançlar veya paranoya düzeyinde inanmama, yorucu ve yıldırıcı baskılar.
    4. Ekonomik şiddet: Eğer kadın çalışıyorsa; parasını elinden alma, ekonomik anlamda onu kullanma . Kadın çalışmıyorsa onu parasız bırakma, harcadığı her kuruşun hesabını vermeye mecbur bırakma , çalışmasını engelleme .

     kadına yönelik şiddet

  • Dr. Obengül Ejder boşanmaların çocuklar üzerindeki etkilerini anlatıyor…

    Boşanmalar çocukları nasıl etkiliyor?
    Kötü giden bir evlilikte çocuklar için boşanmak mı yoksa boşanmamak mı doğrudur?
    Boşanmaya karar verildiyse bu durum çocuklara nasıl anlatılmalı?
    Çocukların boşanmalardan olumsuz etkilenmemeleri için nelere dikkat etmeli?
    Boşanmaya karar veren çiftler bu süreci doğru yönetmek için kimden ne gibi destekler alabilir?

  • Sevgi Dilinizi Biliyor Musunuz?

    • “Bir kez olsun bana çiçek getirmedi, küçücük bir hediye almadı, beni sevdiğini görmek  istiyorum”
    • “ Bir fincan kahve yapsa, sabahları ben uyanmadan kahvaltı hazırlasa, evdeki küçük tamirleri ben söylemeden yapsa, ne olur? Beni sevdiğini davranışlarıyla göstermesini istiyorum”
    • “ Eve gelince bana sarılmaz, saçımı okşamaz, cinsel birliktelik haricinde bana dokunmaz. Beni sevdiğini, küçük dokunuşlarla hissettirsin istiyorum”
    • “ Ne yapsam beğenmiyor, başkalarının yanında sürekli eleştiriyor, küçük düşürüyor. Ne var sanki biraz da  takdir  etse? Seni seviyorum, demek bu kadar zor mu? Beni sevdiğini duymak istiyorum”
    • “ Evde sürekli iş yapıyor, temizliği, bulaşığı hiç bitmiyor, birlikte vakit geçirmek, sohbet etmek, gülmek istiyorum. Beni sevdiğini birlikte yaşayarak hissetmek istiyorum”

    Bütün bu serzenişler, sevgililerin SEVGİ DİLLERİ’nin farklılığından kaynaklanıyor. Oysa ki ömür boyu mutlu bir beraberliğin ve sevginin hep canlı kalabilmesinin sırrı sevgi dillerinin keşfedilmesinde.

    Çoğu ilişki “aşk “ la başlar. Ama maalesef sürdürmek için aşk yetmez. Aşık olmak; “çiftleşme davranışının genetik olarak belirlenmiş içgüdüsel bir ögesi” olarak tanımlanıyor;

    • Aşık olmak iradi bir fiil yada bilinçli bir seçim değildir,
    • Aşık olma hali çaba göstermeden yaşandığı için gerçek sevgiyi tam olarak yansıtmaz
    • Aşık olan kişinin diğer kişinin gelişimine yardımcı olmada gerçek anlamda desteği yoktur.

    Oysa ki sevgi irade ile , emekle gelişir, bu yüzden  “aşk” tutkusu bitip gerçek dünyaya dönüldükten sonra bile sevme kapasitesi hep kalır. Bu nedenle hem kendinizin hem de sevgilinizin sevgi dilini keşfetmelisiniz.

    Beş Farklı Sevgi Dili Var:

    1. Onay Sözleri:

    Sevginin en güçlü ifade şekillerinden biridir onay sözcükleri ve iltifatlar. Yeri gelir sadece      “ eline sağlık, teşekkür ederim ya da iyi ki varsın “ kelimeleri bile ömre bedel olur sevgili için.

    Söylemekten korkmayın. Sevdiğinize cesaret verin, yüreklendirin. Sadece başkalarının yanında değil, yalnız kaldığınızda da sözlerinizi sakınmayın.

    2. Nitelikli beraberlik :

    Aynı evin içinde ama ayrı hayatlar yaşamanın ‘birliktelik’ olduğu zannediliyor maalesef. Oysa ki eğer birbirinizin dünyasına değmiyorsanız, bir yıl sonra geçmişe baktığınızda anılarınıza gülmüyorsanız bilin ki nitelikli bir beraberlik yaşamıyorsunuz.

    Nitelikli sohbet için, birbirinize odaklanın, gerçekten birbirinizi dinleyin, gözlerinizi kaçırmayın. Birbirinizin sözlerini kesmeyin.

    Nitelikli zaman geçirmek için, aynı anda bir çok şeyle ilgilenmeyin, tek başınıza televizyon izlemek , internette gezinmek yerine , birlikte yürüyüş yapın, karşılıklı kahve için. Seyahate çıkın, bu fikir çılgınca dediğiniz ne varsa ertelemeden hayata geçirin.

    3. Sevginin gösterilmesi

    Sevgililer için hediye; hatırlanmanın, düşünülmenin bir sembolüdür. Özellikle kadınlar hediye almaktan ve vermekten çok hoşlanırlar. Hediyenin maddi değerinden çok ifade etmeye çalıştığı duygusu önemlidir. Aslında sevgilinizi ne kadar tanıdığınızın da bir göstergesi olabilir. Bu nedenle hediyelerinizi özenle seçmelisiniz. Sanılanın aksine sadece doğum günü, yılbaşı , sevgililer günü gibi özel günlerde değil, hiç beklenmeyen bir zamanda sürpriz yapmalısınız.

    4. Hizmet davranışları

    Çiftlerin birbirlerini memnun etmek için hoşlandıkları şeylerin yapılmasıdır hizmet davranışları.  İçten gelerek, samimi bir şekilde yapıldığında değerlidir.

    Eşinizi mutlu etmek için , onun hayatını kolaylaştıran , bazen şımartan bazen de şaşırtan şeyler yapmalısınız. Bunun için kendinize sorun “ eşimi ne kadar tanıyorum? Onun için ne yaparsam mutlu olur ? ”

    Ancak tüm bunları yaparken ; söylenmeden, sallanmadan, başkalarına sorumluluğu atmadan , sonrasında başa kalkmadan yapmalısınız.

    5. Fiziksel temas

    Dokunmak ve dokunulmak bazıları için her şeydir. Sevgilerini göstermenin en güçlü araçlarından biridir. Kendilerini güvende hissederler, sanki var olduklarını teyit etmenin bir yoludur . Bazen küçük bir el tutuş, bazen bir buse bazense tutkunun ve bir olma isteğinin getirdiği cinsel beraberlik.

    Ancak unutulmamalıdır ki bir ilişkiyi başlatan da , bitiren de fiziksel temastır. Bu nedenle ilişkinizde asla şiddet olmamalıdır.

     

    Sevgi Dili nizi biliyor musunuz

     

  • Şiddet Gösteren Erkeklerin Ortak Özellikleri

    Kız çocukları şiddetle ilk ailelerinde tanışıyorlar. Anneleri ya da babaları tarafından güç kullanılarak bastırılmaya çalışılıyorlar. Büyüdükçe  abileri , hatta amca, dayı gibi akrabaları tarafından fiziksel, duygusal ya da cinsel şiddette uğruyorlar.

    Bazen de evlerinin koklamaya kıyılamayan çiçekleri olan kadınlar flört ettikleri erkekler tarafından , nişanlıları ya da eşleri tarafından acımasızca eziliyor , dövülüyor, öldürülüyorlar.

    Hangi erkeklerin şiddet eğilimi daha fazla ?

    • kendileri de  duygusal ya da fiziksel istismara uğramış,
    • anneleri ya da kardeşleri de şiddet görmüş,
    • küçükken terk edilmiş, ebeveynlerini kaybetmiş ya da ailelerinden zorla uzaklaştırılmış ,
    • Şizofreni, Antisosyal kişilik bozukluğu gibi psikiyatrik tanı almış erkeklerin şiddet eğilimlerinin daha fazla olduğunu görüyoruz.

    Şiddet gösteren erkeklerin ortak özellikleri:  

    • Düşük benlik saygısına sahip,
    • Terk edilmekten korkan
    • Çabuk sinirlenen, empati yapamayan
    • Kendi hatalı davranışlarını inkar eden
    • Başkalarını küçümseyen , iddiacı , kolay yalan söyleyen
    • Şiddetin günlük hayatla baş etme yollarından biri olduğuna inanan
    • Kadınların yaşam hakkı konusunda katı düşünen
    • Sıklıkla kendilerini “özel” olarak gören
    • Aşırı derecede kıskanç (örneğin, birlikte olduğu kişinin sürekli kendisiyle birlikte olmasını veya nereye giderse gitsin haber vermesini  bekleme)
    • Alkol veya diğer madde bağımlılıklarına yatkın.

    şiddet gösteren erkekler

  • Yatağınızı Ayırmayın

    Anneannemin uzun yastıkları vardı eskiden, yeni evlenecek kızların ilk çeyizlerinden biriydi.  Hatta düğünü tebrik etmeye giden kişiler “Allah bir yastıkta kocatsın” diye dua ederlerdi. Tek kişilik yastıklara ise “Küstüm Yastığı” denilirdi. Küsenler yastıklarını ayırsın ama asla yataklarını ayırmasın derdi  anneannem.

    Evliliğin temel kurallarından biridir, birlikte yatmak.  Çiftlerin hem duygusal hem de bedensel olarak birbirlerine yakın olabilmelerinin yoludur.

    Seanslarımda bir çok çiftin aile öyküsünü alırken, ya kendi anne ve babalarının ya da şu anki evliliklerinde çiftlerin sıkça yatak ayırdıklarını, hatta uzun yıllar çocuklarıyla birlikte yattıklarını öğreniyorum.

    Bazı çiftlerin ise kendi ailelerinde boşanma ya da ölüm gibi nedenlerden dolayı , birlikte yaşayan ebeveynleri olmadığı için , zihinlerinde birlikte yatağı paylaşan anne ve baba modelleri ne yazık ki  yok. Kendi çocukluklarında özlemini duydukları  anneye , babaya sarılarak uyumak, birlikte yatmak arzularını şu anda çocuklarıyla gidermeye çalışıyorlar.Ancak bu durum  kısa vadede masum görünse de uzun vadede hem çifte hem de çocuklara zarar verecek bir süreçtir.

    Unutmayınız ki çocuklarınız kadın- erkek olmayı, anne- baba olmayı, karı- koca olmayı sizden öğreniyorlar. Sizin evlilik modeliniz, onların ileride kuracakları yuvalarının temelini oluşturacaktır.

    Yaşınız kaç olursa olsun eşinizle birlikte yatın ;

    • Yatak odanızı günlük yaşam alanınız haline getirmeyin
    • Uyku zamanınızı birbirinize denk getirin, “ sen git , ben sonra gelirim “ diyerek eşinizi yatağa tek göndermeyin
    • Yatak odanızın mahremiyetini koruyun
    • Yatağınızda tablet, notebook,cep telefonu gibi elektronik cihazlar bulundurmayın
    • İnternette sörf yapmayın, faceebook, twitter gibi sosyal paylaşım sitelerini yatağınızla paylaşmayın
    • Günün problemlerini yatak odanızda konuşmayın
    • Horluyor , çok dönüyor gibi bahaneler ile yatağınızı ayırmak yerine , sağlık problemlerinizi çözün
    • Çok mecbur kalmadığınız sürece yatağınızı eve gelen misafirlerinize vermeyin
    • Yatak odanızda tartışmayın,  kavga etmeyin
    • Tartışmalardan sonra yastığınızı alıp başka odaya gitmeyin,
    • Özellikle kavga ettikten sonra gidip çocuklarınızla yatmayın,
    • Çocuklarınızı,  cinsel birliktelikten kaçmak için kalkan olarak kullanmayın.
    • Sürekli bir şekilde çocuklarınızı aranızda yatırmayın ( özellikle çalışan anne ve babalar çocukları ile az zaman geçirdikleri için eve geldiklerinde özlemlerini birlikte uyuyarak gidermeye çalışıyorlar. Bu durum; çocuklarınızın hem özgüveninin gelişimi açısından, hem de kendi odalarının da bir mahremiyet alanı olduğunu öğrenmeleri açısından sağlıklı değildir. Bu nedenle çocuklarınızı kendi yataklarında masal okuyarak, ya da sohbet ederek uyutun, daha sonra siz yanından ayrılın. Çocuğunuzun yanında uyuyup kalmamaya dikkat edin.  )