Kategori: Evlilik Terapisi

  • Bağlanma Korkusu

    Bağlanma korkusu;

    Çağan Irmak’ın müthiş ses getiren filmini hatırlıyorsunuz değil mi? Issız Adam…

    Yarım kalmış bir aşk hikayesini anlatıyordu. Seyreden herkesi çok etkilemişti o film, kadınlar ağlayarak çıkıyor, erkekler “ ben o filme gitmesem “ diye kaçıyordu. Çünkü bu film, bir aşk hikayesinin, tarafların birbirini sevmediği için değil , kadın ve erkeğin korkuları yüzünden nasıl sona erdiğini anlatıyordu.

    Duygularını göstermekte zorlanan, hiçbir ilişkiye bağlanmak istemeyen , korkan bir Issız Adam vardı karşımızda. Kendine kurduğu bir dünyanın içinde yaşayan, yalnız , oradan oraya savrulan , kısa süreli hazlarla mutlu olmaya çalışan… Her ne kadar bağlanmaktan korksa da , doğum günü pastası için ortadan kaybolan çalışanlarını göremeyince bağlandıklarını kaybetmekten ne kadar çok korktuğunu o an hissetti.

    Çağan Irmak filmin merkezine bağlanma korkusunu yerleştirmişti. Herkesin hayatında yarım kalmış aşklar , ilişkiler vardır. Bu yarım kalmış aşkların temelinde sevgisizlik değil, korkular , kaygılar vardır. Dile gelmemiş, söylenememiş pek çok korku, kaygı tüketir ilişkileri. Zihinler hep geriye gider. Geçmişteki sevgili unutulmaz, her mutsuzlukta, her kalp sızısında geçmiş hatırlanır.

    İlişkilerde Bağlanma Nedir?

    Bağlanma; sevmek, içe bağlı olmaktır. Bağlılığın oluşması için kişinin özgür iradesi önemlidir. Ayrılmaktan korktuğu için değil ya da karşı tarafın kendini ilişkide tutmaya zorlamasından değil, kalmayı kendi iradesi ile seçmesidir. Flört etme, nişanlı olma ya da evli olma bir kişinin bağlı olduğunu göstermez.

    Bağlanma ihtiyacı beraberinde korkuları da getirir. Bir şeyin varlığı sizi ne kadar mutlu hissettirir ise yokluğu ya da yok olma ihtimali de o kadar kaygılandırır ve korkutur. Bilinç altı bir süreçle “Üzüleceğim “ diye geri çekilir , kaçar. Bu korku hayata, aileye, işe, genel insan ilişkilerine dair olabileceği gibi kişinin duygusal ilişkilerinde de söz konusu olabilir.

    Bağlanma korkusunun temellerinde;

    Terk Edilme Korkusu: Terk edilme korkusu yaşayan kişilerin geçmişlerinde bu korkuyu doğuracak temel olaylar vardır. Ailesi ile ilgili, özellikle de annesiyle ilgili böyle bir deneyim yaşamış olma ihtimali daha fazladır. Küçük yaşlarda yaşanan bu deneyim her defasında aynı şeyi yaşayacakmış gibi korku hissettirir.

    Acı Çekme Korkusu: Küçük yaşlarda annesinden ayrılmak zorunda kalan ya da güvensiz bir ortamda bulunmuş acı çekmiş kişiler bir daha aynı acıyı yaşamamak için savunma mekanizması geliştirirler. Bilinç altına bastırdığı bu duygudan kaçmak için çeşitli davranışlar sergilerler. Karşı tarafa kendini değersiz, yetersiz, sevilmiyormuş gibi hissettirirler.

    Kültürümüzde çocuğu sütten kesmek için annesinden uzaklaştırır, başka bir yere götürüler. Oysa ki henüz meme dönemindeki bir çocuğu annesinden bir hafta- bir ay ayrı tutmak son derece sakıncalıdır. Bu durum çocukta derin acı ve güvensizlik oluşturur. Anne geri döndüğünde ise artık çocuk hiçbir zaman eskisi gibi aynı güveni duymaz ve bağlanmaz.

    Ayrılamama, Özgürlüğünü Yitirme Korkusu: Ayrılamama korkusu ilişkiye bağlanma korkusunu açığa çıkarır. Genellikle kendilerine güveni düşük kişilerdir ve reddedilmekten korktukları için kendi istedikleri kişiler yerine kendini beğenen kişiler ile birlikte olurlar. Ancak bu durumda her ne kadar kendilerini güvende hissetseler de eşlerine yoğun duygular besleyemezler. Eşlerini zayıf, güçsüz , eksik bulsalar da gerçek duygularını söyleyemezler ve terk edilmekten korkarlar.

    Bağlanma korkusu yaşayan kişilerin çoğu bu korkularının farkında değildir. Ancak kişi fark ederse bu konuşulur ve ilişki içinde çözümlenir.

    Örneğin;

    Evliliklerinin 12. yılında terapiye başvuran bir çift, son 3 yıldır çok kavga ettiklerini, ilişkilerinin düzelebileceğine dair umutlarını yitirdiklerini, son çare avukattan önce terapiste geldiklerini söylemişlerdi. Erkeğe göre eşi çok kıskanç, dayanılmaz derecede sorgulayan, bulduğu her açıkta olay çıkaran, çok söylenen, yıpratıcı bir kadındı. Kadına göre ise eşi; sorumsuz, evin bütün yükünü kadına yıkan, kendi başına planlar yapıp, sadece eğlenceye para harcayan, güvenilmez bir adamdı.

    Bireysel ve evlilik öykülerini aldığımızda; Erkeğin evliliğin gündelik sorumluklarını almak istememesinin nedeni ebedi çocuk, genç kalmak istemesi olduğu anlaşılıyordu. Çünkü eğer “ eş” ya da” baba “ kimliklerini üstlenirse içinde dayanılmaz bir öfke ve  sıkıntı oluşuyordu. Öfkelenmemek için her türlü sorumluktan kaçıyor; kaçamadığı zaman da zarar vererek patlıyordu. Karısına duyduğu öfkeyi  onu sosyal ortamlarda yalnız bırakarak, pasif şekilde ifade ediyordu. Karısı  bu izolasyon duygusunu reddedilmişlik olarak algılıyor ve eşini sert bir dille eleştiriyordu. Bu sözel saldırıya karşı adam atağa geçiyor  ve bazen fiziksel şiddet uyguluyor bazen de evi terk etmekle tehdit ediyordu.

    Erkek Kaçınan bir bağlanma stiline sahip yani bağlanmaktan korkuyordu.

    Kadın ise doğduğu andan itibaren aileyi birleştiren bir arada tutan bir görev üstlenmişti. Annesi, babası, ablası hep ona güvenmiş, ailenin bütün sorunlarını yüklenen ve çözen bir kadın olup çıkmıştı. Hayırlı evlat, hayırlı anne olma yükü, kendi ihtiyaçlarını hep ikinci plana atmasına ve içinde biriktirdiği sıkıntıları paylaşamamasına sebep oluyordu. Kendini kurban rolüne koymuştu ve hep “muhtaç olunan”  kişiydi. Sonuçta evlenince de eşine ; ailesine yaptığı gibi annelik yapıyordu ve koşulsuz destek sağlayarak bir gün eşinin de onun ihtiyaçlarını fark edip, gidereceğini düşünüyordu. Her ne kadar şikayet etse de parayı, güç ve kontrolü elinde tutuyordu ve eşim bensiz  yapamaz diyordu.

    Kadın Kaygılı Bağlanma stiline sahipti. Kendine olan güvensizliğini eşine dayandırıyor ve  çaresiz, kurban rolünü sürdürüyordu.

    Bu çiftin terapilerinin en önemli aşaması kendilerini ve geçmiş bağlanma stillerinin evliliklerini nasıl olumsuz etkilediğini keşfetmeleriydi. Bundan sonraki adım ise artık keşfedilenleri kabul etmek ve sağlıklı bağlanma stiline doğru geçiş yapmaya çalışmak…

    Ülkemizde yapılan bir araştırmada ; toplumun yaklaşık %38 i Güvenli, %48,5 kaygılı , %13,5 ise kaçınan, güvensiz bağlanma stiline sahip olduğu tespit edilmiş.

    Aynı araştırmada; her iki bireyin de kaçınan, güvensiz bağlanma stiline sahip olduğu evliliklerin sık görüldüğünü göstermekte. Ancak bu durum çiftleri mutsuz etse de , evlilikleri kötü bile gitse ; boşanmak yerine, evliliği sürdürdükleri  anlamını taşımakta.

    Evlilik uyumu ve doyumu açısından bakıldığında; her iki çiftin de Güvenli Bağlanma stiline sahip olduğu evliliklerin daha uyumlu ve doyumlu yaşanma ihtimali çok yüksek.

    Kadının Güvenli bağlanma stiline sahip olduğu, erkeğin ise Kaygılı bağlanma stiline sahip olduğu evliliklerde ise anlaşma daha iyi  , toplumsal dengeler açısından her ne kadar sıkıntı yaşansa da sürdürülebilir bir evlilik yapısı vardır.

    Erkeğin Güvenli, kadının ise Kaygılı bağlanma stiline sahip olması, aşırı güvensizlik ve kıskançlıkları evliliğin kalitesini düşürmekte ,  kavgaların sık yaşanmasına sebep olmaktadır.

    Bağlanma stilinizi biliyor musunuz?

    GÜVENLİ BAĞLANMA:

    1. Eşlerine kolaylıkla yaklaşırlar ve bağlı olmaktan mutludurlar
    2. Terk edilme ya da yakınlaşma kaygıları yoktur
    3. Uzun süreli ilişkiler kurarlar, bunun sonucu yaşanan cinsellikten hoşlanırlar
    4. Hem kendilerine hem de başkalarına saygıları yüksektir
    5. Stres altında sosyal destek ararlar
    6. Kendi duygularını açmaktan ve kendilerine açılmasından hoşlanırlar
    7. İlişkilerde olumlu, iyimser, yapıcı tutum sergilerler
    8. Daha az hastalanır ve ölümden daha az korkarlar
    9. Eşlerine karşı empatik ve affedicidirler

    KAYGILI  BAĞLANMA 

    1. Eşlerine fazla yakınlaşır, iç içe yaşamak isterler
    2. Terk edilme korkuları çok yüksektir
    3. İlişkilerini derin ancak kısa süreli yaşarlar
    4. Beklentilerinin hep karşılanmadığı hissederler ve doyumsuzluk yaşarlar
    5. Kayıp ya da ayrılık sonrası yoğun acı yaşar ve depresyona girerler
    6. Kendilik saygıları değişkendir
    7. Cinselliği yaşamak yerine sarılıp uyumak isterler
    8. Çeşitli alanlarda başarı hayalleri kurar ancak çaba göstermezler
    9. Eşlerine karşı kıskanç ve güvensizdirler

    KAÇINAN BAĞLANMA:

    1. Eşlerine güven duymazlar
    2. Başkalarının kendilerine bağlanma duygusu gerginlik yaratır
    3. İlişkilerine sınırlı yatırım yaparlar
    4. Çok kişi ile aşksız cinsel ilişki yaşarlar
    5. Her türlü yeniliğe ve yeni bilgiye kapalıdırlar
    6. Stres altında yalnız kalmayı tercih ederler , çevrelerinde bulunan stresli kişilerden uzaklaşırlar
    7. Her türlü sosyal ilişkiyi sıkıcı ve gereksiz bulurlar ( Aslında reddedilmekten korkarlar )
    8. Kendi düşünce ve duygularını açmazlar, başkalarının açmasından da rahatsızlık duyarlar
    9. İlişkilerini hep olumsuz hatırlarlar
  • AŞK HERŞEYİ HALLEDER Mİ?

    AŞK HERŞEYİ HALLEDER Mİ?

     

    Gençler kısa sürede tanıdıkları kişiye “ AŞIK OLDUM galiba”  diyerek alelacele evlilik kararı alıyor, ardından ne yazık ki pek çok hayal kırıklıkları ile karşılaşıyorlar. Çünkü aşkın yarattığı görme kusuru evlilikle beraber düzeliyor ve gerçekleri görmeye başlıyorlar.

     

    Özellikle evliliklerinin ilk yıllarında birbirlerini yeterince tanımadıkları ya da kendi ihtiyaçları doğrultusunda görmek istedikleri gibi göremedikleri için “Şiddetli Geçimsizlik” başlığı altında yüzlerce boşanma davasına konu oluyorlar.

     

    Elbette gerek eğitim, gerek iş, gerekse sosyal ortamda yüzlerce kişi ile tesadüf eseri tanışıyor, içlerinden sadece bir tanesine ilgi duyup, bir ömür boyu geçireceğiniz kişi ile  evlilik kararı alıyorsunuz.

     

    Ancak bu önemli kararı vermeden önce, doğru eş seçiminde bulunduğunuza inanıyor musunuz? Çünkü vereceğiniz bu önemli karar;

     

    • Bundan sonraki hayatınızın kiminle geçeceğini,
    • Sizi bekleyen yeni sorumlukları veya sorunları,
    • Duygusal, sosyal, cinsel yaşamınızın doyumunu,
    • Çocuğunuzun nasıl bir anne ve baba ile büyüyeceğini,
    • En önemlisi de kiminle yaşlanacağınızı belirleyecek.

     

    Eş seçimi tesadüflere bırakılacak, rastgele bir süreç değildir.

     

    Tüm bu nedenlerle toplumun temel direği olan ailenin ilk adımıdır evlilik. Öyle tesadüflere bırakılacak bir kurum değildir; aşkla, sevgiyle, bilinçle atılmalıdır bu temeller.

     

    İlk önce kişilik özelliklerinizi, evlilikten beklentilerinizi, eşinizden ne isteyip istemediğinizi fark etmeli ve kendinizi iyi tanımalısınız. Daha sonra karşınızdaki kişiyi tanımak için adım atmalısınız. Birbirinizi tanımak için en az 6 aylık bir süreye ihtiyacınız olacaktır.

     

    Eş Seçerken Şunları Kendinize Sorun!

     

    • Kendimi evlenmeye hazır hissediyor muyum?
    • Evliliğin getirdiği sorumlukları üstlenmeye hazır mıyım?
    • Aşkla, severek ve isteyerek mi evleniyorum yoksa sırf ailemden veya yaşadığım sorunlardan kaçmak için sığınacak bir liman olarak mı görüyorum?
    • Ona karşı sevgi ve saygı besliyor muyum?
    • Fiziksel ve cinsel yeterince çekici buluyor muyum?
    • Fikirlerine saygı duyuyor muyum?
    • Onu “Ben” olmaya zorlamadan, boğmadan kendisi olma özgürlüğünü tanıyabilecek miyim?
    • Duygu ve düşüncelerimi ona açık ve net bir şekilde ifade edebiliyor muyum?
    • Evliliğimizde oluşabilecek problemlerle başa çıkabileceğime inanıyor muyum?
    • Ailesi ve geçmişi hakkında yeterince bilgim var mı?
    • Aile yapımızın, örf ve adetlerimizin, dini inançlarımızın olası farklılıklarını biliyor muyum? Bu farklılıkların doğurabileceği problemlere ve çözümlerine hazır mıyım?
    • Yetiştireceğim evladıma anne babalık ya­pabilme potansiyeline sahip miyim?

     

    Bu soruların en az yarısına “evet” dediyseniz evlenme­ye hazır olduğunuzu düşünebilirsiniz.

     

    Aşk Her Şeyi Halleder mi?

     

    Evlendikten sonra eş seçiminden dolayı pişmanlık duyan bireylerin genellikle;

     

    • Acele ve ani evlilik kararı almaları,
    • Evlenememe korkusuyla fazla düşünmeden hareket etmeleri,
    • Birbirini yeterince tanımadan evlenmeleri,
    • Evliliğin sorumluluklarını taşıyabilecek kadar olgun olmamaları,
    • Evlenmeden önce eşlerinde var olan problemleri görmezden gelmeleri,
    • Eşlerinde veya ilişkilerinde var olan prob­lemleri “Nasıl olsa ben düzeltirim” diyerek evlilik sonrasına ertelemeleri,
    • Eşlerden birinin risk taşıyan bazı davranışlar (zararlı madde kullanımı, kumar alışkanlığı, şiddet eğilimi vb.) içinde bulunması,
    • Eşlerden birinin ruh sağlığının bozuk olması,
    • Eşin ailesiyle anlaşamamaları,
    • Aşkın her türlü problemi halletmeye yeterli olduğuna inandıkları görülmüştür.
  • EVLİLİK TERAPİSİ BOŞANMALARI AZALTIYOR

    EVLİLİK TERAPİSİ NEDİR?

    İnsan yaşamının doğumdan sonra ikinci yaşam dönemi olarak kabul edilen, “ Aile “ kavramının başlangıcı olarak görülen , bir kadın ve bir erkeğin hayatlarının sonuna kadar hayatın tüm aşamalarında birlikte yol alacakları bir süreçtir evlilik.

    Bir çiftin gerçeği değerlendirme yetisinin kaybolduğu AŞK döneminden sonraki süreçte hayatın gerçekleriyle baş başa kaldıklarında  yaşadıkları ;

    • İletişim eksiklikleri,
    • Akraba ilişkilerinde yaşanan sorunlar
    • Ekonomik problemler,
    • İş hayatında yaşanan sorunların yansımaları,
    • Çocukların bakım ve sorumluluğunda yaşanan anlaşmazlıklar,
    • Cinsel yaşamlarındaki ( cinsel isteksizlik, vaginusmus, ereksiyon ve erken boşalma problemleri) uyum sorunları gibi problemlerle evlilikleri yolunda gitmemeye başlar ve çift arasında çok fazla çatışma yaşanır.

    Yolunda Gitmeyen Evliliklerde Mutsuzluğun veya Boşanma İhtimali olduklarının belirtileri nelerdir?

    1. Çift yaşadıkları sürecin Pozitif yanlarından çok Negatif yanlarına odaklanıyor ise
    2. Eleştiri, Savunmacı yaklaşım, karşısındakini küçümseme, saldırgan davranışlarda bulunma , karşı tarafa baskı kurma gibi Negatif Duygular açığa çıkmış ise
    3. Şefkatin, mizahın, heyecanın, desteğin, iletişimin azaldığı, duygusal kopukluk ve içe çekilmenin yoğun olduğu bir ilişki var ise,
    4. Çift defalarca kendi aralarında veya dışarıdan müdahaleler ile sorunlarını onarmaya çalışmışlar ancak başarılı olamamışlar ise
    5. Çiftlerden biri veya her ikisi de Alkol, Kumar gibi Bağımlılık sorunları yaşıyor ya da fiziksel veya sözel şiddet uyguluyor, duygusal ve cinsel sadakatsizlik içinde ise,
    6. Çiftlerden birinde veya her ikisinde de psikotik biz bozukluk var ise,
    7. Çiftin arkadaşlığı ve birlikte zaman geçirme istekleri azalmış, kendi aileleri ya da arkadaşları gibi başkalarıyla daha çok iletişimde olma halindeler ise  sorunlar oldukça artmış demektir.

    Evlilik Terapisine Ne zaman Başvurulmalı?

    Yirmi yıllık meslek hayatımda ne yazık ki hala “ Ya boşanmak için avukata, ya da Evlilik Terapistine gidelim” şeklinde ilişkilerin hep tıkanma noktasında çiftler bize gelmekteler. Oysa ki problemlerin daha en başında hatta daha oluşmadan nasıl sağlıklı bir ilişki yürütmeliyiz? Sorusunu kendilerine sorsalar, olası sorunlar yaşanmadan önlemlerini almış olacaklar.

    Bu nedenle Evlilik Terapisi’ nde  Terapist  olarak amacımız;

    • Çiftin yaşadığı duygusal problemleri sağlıklı dile getirmelerini sağlamak, yaşadıkları problemlerin arkasında yatan gerçekleri onlara göstermek, birlikte farklı bakış açıları ile çeşitli çözüm yolları bulmak, içlerindeki kırgın, hırçın, küskün çocuğu açığa çıkarıp bir yetişkin olana kadar büyümelerine yardımcı olmak,
    • Terk edilme, Ret edilme, Boğulma, Değersizlik, Sevilmeme gibi Çocukluk çağı dugularını açığa çıkararak yaşadıkları duygusal tepkileri bir yetişkinin verebileceği tepkilerle yer değiştirmelerine yardımcı olmak,
    • Eğer patolojik olarak saydığımız savunma mekanizmaları var ise onların yerine uygun denetim ve savunmaları kullanmalarına yardımcı olmak,
    • En önemlisi ise eğer çocuk sahibi iseler , bu süreçte çocukların duygusal travmaya uğramamaları için önerilerde bulunmak ve en az zararla bu süreci atlatmalarına yardımcı olmaktır.
    • Tüm bunları yaparken de adil, dengeli, asla taraf tutmadan, çiftin sorumluluk almasını destekleyerek, doğru zamanda doğru yüzleştirmeler ile iç görü kazanmalarını sağlayarak hayatlarının bundan sonraki dönemlerini “BEN ‘i kaybetmeden , SEN’e saygı duyarak BİZ “ olabilmelerini sağlayarak yaşmalarına yardımcı olmaktır.

     

  • AYNI EVDE YAŞAYAN İKİ OTELCİ

    AYNI EVDE YAŞAYAN İKİ OTELCİ

    22 yıllık evliyiz, evlendiğimiz günden beri önce aile, sonra iş, sonra maddi sorunlar derken hep problem yaşıyorduk. Bazen küser haftalarca konuşmazdık. En son 12 yıl önce büyük bir kavga ettik ve ben yatak odasını terk ettim. Ne eşim ne de ben ilk adımı bir daha atmadık. Önce özür dilemesini bekledim, sonra beni ikna etmesini istedim. Ama ne o benden özür diledi, ne de ben onu affettim.

    Bu evliliği kızım için yürüttüğümüze karar verdik, önce yatakları, sonra hesapları , sonra da sosyal ortamımızı ayırdık. Kızımızın yanında ona hissettirmemeye çalışıyorduk ama galiba başarılı olamadık. O üniversiteye gidince boşanırız dedik, ama bu sefer de kim evden ayrılacak konusunda anlaşamadık. Son 2 yıldır evde hiç konuşmuyoruz. Kızım tatile gelirse ortak bir konumuz oluyor, onun dışında ikimiz de ayrı ayrı hayatlar yaşıyoruz.

    Bir arkadaşım siz niye evlilik terapistine gitmediniz dedi, bizi yönlendirdi. Sizce bunca olaydan sonra bir şeyleri toparlayabilir miyiz? Yoksa boşanmalı mıyız?

    Bu örnekte olduğu gibi sorun yaşayan çiftlerde zorunlu olmadıkça hiçbir iletişime girmediklerini, ama yalnız yaşamaktan korktukları için de birbirlerini baston olarak görerek hayata tutunduklarını sıkça görüyoruz. Çiftler ‘ sanki aynı evde yaşayan iki otelci gibiyiz ‘ diye tanımlamaktalar kendilerini.

    Peki neler oluyor da çiftler birbirlerinden bu kadar uzaklaşmayı başarabiliyorlar? İletişimlerini Neler Azaltıyor?

    1. Ne zaman konuşacak olsalar öfkelenme, küfretme, şiddetli tartışma sonucunda sözel ya da fiziksel şiddette bulunduklarından bir süre sonra iletişim kurmaktan kaçınıyor ve artık konuşmaz oluyorlar
    2. Ne zaman konuşsalar sonunda bir orta yol bulma ve uzlaşma beklentisine girmekteler. Bir taraf ne kadar konuşursa konuşsun anlaşılamadığını , o nedenle daha fazla kendisini yormasına gerek kalmadığını düşünmekte.      ( Oysa ki uzlaşabilmek için , önce sağlıklı iletişim yolları ile birbirlerini anlamalı , anlaşılmalı, duygu ve düşüncelerini paylaşmayı başarmalılar  )
    3. Eşler birbirlerini çok iyi tanıdıklarını zannettikleri için bir küçük mimikten , bir bakıştan çıkarımlar yaptıkları için , aklından geçenleri okumaya çalışmaları da konuşmaya gerek kalmadığı inancını doğurmakta ve iletişimi kesmelerine sebep olmaktadır.
    4. BEN DİLİ ile duygu ve düşüncelerini ifade etmek yerine SEN DİLİ ile suçlayıcı ve yıkıcı eleştiride bulunmaktalar ve birbirlerinin olumsuz yönlerine odaklanmaktalar
    5. Yaşadıkları bir problemi GENELLEYEREK sanki tüm konularda ve evlilikleir boyunca aynı sorunları yaşıyormuş gibi “ Senhep böyle bencilsin ve tıpkı annene benziyorsun “ gibi suçlamalarda bulunmaktalar
    6. Özellikle çiftlerden biri ESKİ DEFTERLERİ açma konusunda usta ise her tartışma konusunu geçmiş bir olayla ilişkilendirmekte ve tartışma sonsuz bir boyut kazanmakta
    7. İŞİ YOKUŞA SÜRME de iletişimi kesen ve sorunu çözümsüzlüğe götüren hatalardan bir tanesi. Çiftlerden biri her ne yaparsa yapsın “ Bu saatten sonra bir anlamı yok, bunu daha önce yapacaktın “ şeklinde çözümsüzlüğü sürdürmekte

    Bu saydığım sebepler çiftin yaşadığı sorunların bir süre sonra kronik bir hal almasına sebep olmakta, birbirlerinden uzaklaşmalarına , kavga etmektense hiç konuşmamalarına neden olmaktadır. Doğal olarak gözden ve gönülden uzak olan TEN ‘ den de uzaklaşacaktır.

     

  • ÇİFT TERAPİSİNDE ÇOCUKLUK ÇAĞI TRAVMALARI 

     

    ÇİFT TERAPİSİNDE ÇOCUKLUK ÇAĞI TRAVMALARI 

    14 yıllık evliyiz, 10 yaşında kızımız , 4 yaşında oğlumuz var. Çocuklar olana kadar eşim benimle ve evle daha ilgiliydi. Cinsel hiçbir sorunumuz yoktu. “Bir an önce  şu iş bitse de eve gitsek “ diye düşünüyorduk. Hamile kaldığımı öğrendiğimiz gün heyecandan ölecektik  neredeyse, ancak ne zaman ki oğlumuz doğdu, annesi ve babası bizim eve çok sık gelmeye başladılar, eşimin keyfi kaçtı. Bir süre sonra işlerim uzadı, toplantım var bahanesi ile eve gelmemeye , küçük şeylere çabuk sinirlenmeye, yerli yersiz benimle kavga etmeye başladı. Önceleri uykusuzluk, çocuk derken pek alttan alamıyordum ama sonraları alttan almaya hatta boş vermeye başladım. Ben çocuğa yoğunlaştıkça onun öfkesi daha da arttı.

    Ara sıra dalgın ve mutsuz olduğunu fark ediyordum ama bu kadar kötüleşeceğini eşimin depresyona gireceğini, kendini bizden, işten , arkadaşlarından soyutlayacak kadar geri çekileceğini hiç düşünmemiştim. Bir türlü konuşmayı başaramıyoruz, çocuklar babalarını özlüyorlar, oyun oynamak , sinemaya , parka gitmek istiyorlar. Bense aşık olup evlendiğim adamı kaybetmenin şaşkınlığı ve derin bir yalnızlık içindeyim . Ne yapacağımı şaşırdım, bize neler oldu doktor hanım?

    BUZ DAĞININ ALTI “ TERK DEPRESYONU “

    Bu örnekte olduğu gibi evlilik hayatı aslında kendi doğumumuzla birlikte geldiğimiz aileye psikolojik geri dönüşün bir yansımasıdır. Eğer çiftlerden biri veya her ikisi büyüdükleri aile içinde duygusal ihmal edilmiş , anne ve babalarına güvenlerini yitirmiş, onlardan koşulsuz sevgiyi alamamış, hatta anne veya babası tarafından terk edilmiş ise, yıllar sonra bütün bu yaşanılanlar danışanların öfke duygularını ‘ İÇE YA DA DIŞA YANSITMASINA ‘ neden olur.

    Çift terapisinin ilk aşamalarında bireysel öykü almaya başladığımda; Ahmet beyin 4 çocuklu bir ailenin tek erkek çocuğu olduğunu, kendisi 2 yaşındayken ticari yaşamında alacak verecek davasından babasının bir kavgaya karıştığını ve daha sonra yaklaşık 7 yıl hapis yattığını, bu süreç içinde annesinin tek başına çocuklara bakmakta zorlandığı için Ahmet ‘i başka bir şehirde yaşayan halasına bıraktığını, zaten maddi durumları kötü olan halasının yanında kendini bir yük, işe yaramaz bir sığıntı gibi hissettiğini, babası hapisten çıktıktan sonra da 9 yaşında tekrar ailesinin yanına döndüğünü öğreniyorum.

    2-9 yaş arasındaki bu süreçte her ne kadar halası ona ikinci annelik yapsa da aklı erdikçe; “ Neden kardeşlerimi değil de beni bıraktı annem” sorusunu kendine sıkça sorduğunu ve hem annesi hem de babası tarafından terk edilmişliğin acısı içinde gün geçtikçe büyüttüğünü öğreniyorum.

    Babası döndükten sonra aile bir arada yaşamaya başlamış, maddi durumları düzelmiş, daha iyi bir evde oturuyor, daha iyi arabalara biniyorlardı. Hatta ortaokul ve liseyi özel bir kolejde okumuştu, ama aksi, sinirli , sürekli bağıran babasına nerdeyse hiç karşılık vermeyen alttan alan annesine bir yandan acıyor, bir yandan da onu terk edip gittiği için içten içe öfke duyuyordu.

    Ahmet bey yıllar sonra çok başarılı bir okul hayatı geçirmiş, Mimar olmuştu. Hiç kimseye muhtaç olmamak için çok çalıştığını ve “ Olur da benim başıma bir şey gelirse çocuklarım rahat etsin” diyerek bankada yüklü miktarda para biriktirdiğini söylüyordu.

    GEÇMİŞİN TAMİRİ İÇİN SAHNE YENİDEN KURULUR 

    Bir yandan Ahmet beyin çocukluğunda yaşadığı Terk Edilmenin yarattığı korkunun ve depresyonun  şimdi nasıl yeniden canlandığının farkına varmasıyla çalışırken bir yandan da kendini babası yerine, eşini de annesi yerine koyarak çocukluğundaki sahneleri farkında olmadan yeniden canlandırdığını , yeniden terk edilmekten ne kadar korktuğunu ve bu duyguları tamir etmeye çalışırken nasıl işlerin daha da çıkmaza girdiğini fark etmesine çalışıyordum.

    Sonunda çift yaşanılanları anlamlandırmaya başlamış, Ahmet beyin eşi ondan ilgisini ve sevgisini geri çekmesinin ne kadar yanlış olduğunu fark etmiş, buz dağının altını gördükleri için açık iletişim kurarak problemlerini çözmeyi başarmışlardı.

     

     

  • MUTLU VE UYUMLU BİR İLİŞKİ İÇİN 

    MUTLU VE UYUMLU BİR İLİŞKİ İÇİN 

    Bin bir güzel hayalle kurulan yuvaların, el emeği göz nuru serilen çeyizlerin, en içten dilenen “ Bir yastıkta kocayın” dileklerinin bir ömür boyu sürmesini kim istemez ki!

    Ancak görüyoruz ki ülkemizde de evlilik kurumuna olan güvensizlik giderek artmakta, çiftler evlilik bağlarını sürdürmekte zorlanarak en ufak problemlerde önce yastıklarını, sonra yataklarını , sonra odalarını, en sonunda da yollarını ayırmayı seçmekte ve boşanma oranları hızla artmakta.

    Oysa ki mutlu ve uyumlu bir ilişki içinde yaşamak sanıldığı kadar  zor değil,

    ÇİFTLER İŞİN CİDDİYETİNDE DEĞİL

    “Evlilik, ‘BEN, SEN ile, BEN’i koruyarak ve SEN’i yok etmeden BİZ olmak istiyorum’ demektir, Çiftler birlikte mutlu olacaklarını düşündükleri biriyle yeni bir hayata adım atarken işin kolayına kaçmadan  birbirlerini anlamaya ve aralarındaki uyumu korumaya çalışmalı, birbirlerini kafalarındaki kadın / erkek rollerine sokmaya zorlamamalıdır.

    Mutlu bir evliliğin sırrı iletişimden geçer. Gerçekten konuşabilmeli, birbirinizi suçlamadan, eski defterleri açmadan, birbirinizin ailesini işin içine karıştırmadan duygu ve düşüncelerinizi BEN diliyle aktarabilmeli, birbirinize kızdığınızda küçük bir sakinleşme arası verdikten sonra problemi çözmek adına sürekli adımlar atmalısınız.

    Ne göz temasını, ne gönül temasını ne de ten temasını koparmamalı ,karşılıklı saygı sınırını asla aşmamalısınız.

    EVLİLİKTE MUTLULUK VE UYUM İÇİN…

     “1- Sevginizi açıkça gösterin. Eşinize onu sevdiğinizi sözlerle ve davranışlarınızla ifade etmekten asla vazgeçmeyin. Sevmek ve sevildiğini bilmek herkes için öncelikli bir ihtiyaçtır. Evliliklerde yapılan en büyük hata bir süre sonra eşlerin birbirlerine sevgilerini ifade etmemeye başlamalarıdır. Eşinize onun sevgi dilini kullanarak onu sevdiğinizi anlatmayı hiç bırakmayın.

    2- Değer verdiğinizi hissettirin. Eşinizi beğendiğinizi, ona değer verdiğinizi, saygı duyduğunuzu gösterin. Düşüncelerine değer verin ve onu yargılamadan dinleyin, onaylayın, takdir edin, asla başkalarıyla kıyaslamayın ve kesinlikle aşağılamayın. Eşinizin duygu ve düşüncelerini anlamak için empati yapın. Üzgün, tedirgin, gergin olduğunda onunla konuşarak neler hissettiğini anlamaya çalışın.

    3- Değiştirmeye çalışmayın. Hiç kimse mükemmel değildir. Her insanın iyi ve kötü yanları, olumlu ve olumsuz özellikleri olabilir. Eşinizin olumsuz özelliklerine değil, olumlu özelliklerine ve iyi yanlarına odaklanın. Olumsuz özelliklerine tolerans göstererek, oluşabilecek anlaşmazlıkları ve çıkabilecek tartışmaları önlemiş olursunuz.

    4- Sır saklamayın. Eşinize asla yalan söylemeyin ve ondan hiçbir şey gizlemeyin. Evliliğin temel direklerinden biri güvendir. Eşinizin güvenini sarsacak her türlü söz ve davranıştan kaçının. Güven bir kez sarsıldığında, yeniden eskisi gibi sapasağlam olması çok zordur.

    5-Öfkenizi kontrol edin. Sinirlendiğinizde eşinizi kıracak herhangi bir söz sarf etmemek ya da ona zarar verecek bir davranışta bulunmamak için öfkenizi kontrol altında tutun. Eğer öfkenizi kontrol edemiyorsanız sakinleşene kadar eşinizin yanından uzaklaşın.

    6-Özür dileyin. Yaptığınız hataları olgunlukla kabul edin ve özür dileyin. Ama dileğiniz özrü o hatayı bir daha yapmamak için verdiğiniz bir söz olarak kabul edin ve hatalarınızı tekrarlamamak için çaba gösterin.

    7- Sorumlulukları paylaşın. Ortak yaşamın tüm sorumluluklarını ve yapılması gereken işleri adil bir biçimde paylaşın. Evliliğin ve günlük yaşamın tüm yükünü eşinizin omuzlarına yüklemeyin.

    8- Birbirinize özel zaman ayırın. Eşinizle baş başa zaman geçirmek için fırsatlar yaratın. Birlikte daha fazla şey paylaşmaya, ortak zevkler yaratmaya çalışın. Gelecekte hatırlamaktan mutluluk duyacağınız güzel anılar inşa edin. Flört dönemlerinize geri dönün.

    9- Kendinize de özel yaşam alanı yaratın. Eşinizin ve sizin sadece evliliğinize adanmış tek bir hayatınız olmadığını kendinize ait de bir yaşamınız olduğunu unutmayın. Her ikiniz de bireysel ilgi alanlarınız ve hobilerinize zaman ayırın. Kişinin kendine özel zaman ayırmasına ‘bireyselleşme’, çift olarak başka çiftlerle bir arada olmalarına ise ‘sosyalleşme’ adını veriyoruz. Sosyalleşen ve bireyselleşen bir çift hem kendini özgür hisseder hem de ‘biz kimliği’ geliştirebilir ve bu kimliğini koruyabilir.

    10- Cinsellikte uyumu yaşayın. Mutlu bir evlilik için gerekli olan duygusal birlikteliğin yanı sıra, düzenli ve sağlıklı bir cinsel birlikteliğin de olması gerekir. Eşinizle romantizm ve erotizmin uyumunu yaşadığınız bir cinsel yaşamınızın olasına özen gösterin.

    11- Evlilik terapistine başvurun. Evlilik terapisi sadece çatışmalı çiftler için var olan bir yöntem değil aynı zamanda hem ilişkisel hem de cinsel uyumsuzlukların çözümünde ya da zenginleşmesinde önemli bir katkı yapabilir. Bu nedenle alanında uzman bir evlilik terapistinden destek almaktan da asla çekinmeyin.”

    Kaynak: “ Evlilik ve Çift Terapisi”, Gerald Weeks  , “Kadınca” Dr.Cem Keçe 

  • Evlilik Terapisi Çiftle Yapılan TANGOYA benzer 

    Evlilik Terapisi Çiftle Yapılan TANGOYA benzer 

    Günümüzde evlilik terapisine yaklaşımda hala  sorun yaşayan çiftlerden birisi “ Bence biz bir Evlilik Terapisine gitmeliyiz “ dediğinde diğeri “ biz bu kadar zamanda problemimizi çözemedik, bizi hiç tanımayan birisi nasıl çözecek , o bizi ne anlar ki  “  diyerek karşı çıkmakta.

    Oysa ki Evlilik Terapisi ;

    Buzdağının görünmeyen kısmını keşfetmekle başlar;

    • Evlilikte yaşanılan şu anki sorunun altında üzeri örtülmüş olan  asıl problem nedir?
    • Çiftin aileleri ile, sosyal koşulları ile, çevre ile aralarındaki ilişkiler ağı nasıldır?
    • Eşlerin yaşadığı problemlere diğer aile bireylerinin , aile köklerinin veya toplumsal değerlerinin katkısı nedir?
    • Yaşanılan davranış sorunlarının temelinde ne var? Bu davranış neye hizmet ediyor? Hangi düşüncenin ürünü? gibi sorulara yanıt ararız.

    Geçmiş yaşam öyküsü ile bize ne anlatıyor? Bunları bulmaya çalışırız, örneğin;

    • Çözülmemiş çocukluk travmaları nelerdir? ( Terk edilme, ret edilme, ihmal edilme, değersizlik, sevilmeme gibi duyguları hangi travmaların ürünüdür)
    • Çözümlenmemiş çocukluk travmaları hangi duyguları yaşamalarına neden olmaktadır? ( Yakınlık kuramama, bağlanamama, içe yansıtma, suçlama, bölme gibi hangi  savunma mekanizmalarını kullanıyor )
    • Çocukluk döneminde halledilmeyen işler nasıl tekrar tekrar önlerine geliyor ve sanki bugüne ait gerçek bir sorunmuş gibi  nasıl yaşanıyor?

     

    Tüm bu sorulara yanıt ararken bir yandan bireysel iyileşme sağlanırken bir yandan da evliliğin aldığı yaralar sarılmaya çalışılır. Evlilik Terapisi çiftle yapılan tangoya benzer, birbirlerinin ayaklarına basmadan yaşadıkları sorunları keşfedip çözmelerine yardımcı olur.

     

  • İLGİZİLİK EVLİLİKLERİ  ZORA SOKUYOR

    İLGİZİLİK EVLİLİKLERİ  ZORA SOKUYOR  

     “ Eşim eskisi gibi ilgili değil artık doktor hanım; eskiden günde üç dört defa arardı, eve gelmeden önce sürprizler yapardı. Yolda yürürken elimi tutar, annesine gittiğimizde masadan kalkmamı bile istemezdi. Şimdi her şey değişti sanki, kocamın benden her geçen gün uzaklaştığını hissediyorum. Sanki beni arzulamıyor artık,birkaç kez reddedildim, bu gururumu çok incitti. Sürekli nedenini anlamaya çalışıyorum; acaba kilo mu aldım? Bebeğimiz oldu göğüslerim mi sarktı, beni sıkıcı mı buluyor? SORULAR, SORULAR ? Aklımda binlerce soru var ? Ne yapacağımı bilmiyorum “

    Bu ve benzeri şikayetleri olan çiftlerden bir çoğu yukarıdaki örnekte olduğu gibi daha evliliklerinin ilk yıllarında bu sıkıntıları yaşamaya başlıyorlar. Aslında sanılanın aksine çiftlerin iş güç, eş dost, çoluk çocuk gibi günlük meşgalelere kapılarak birbirlerinden uzaklaşmaları , o ilk günkü heyecan,  tutku ve büyünün bozulması , şehvet duygusunun yoksullaşması bir sorun değil doğal bir süreçtir. Kadın ve erkeğin doğasındaki farklılıklar doğru anlaşılmaz ise  evlilikte yaşanılan  inişler  ve çıkışlar sonucu büyük kazalara  neden olabilir.

    KADINLARIN % 72 si ŞİKAYETÇİ

    Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) tarafından Türkiye’de düzenlenen bir ankette ;  3 bin 290 evli kadına ‘Kocanızın sizi ilk günkü gibi arzuladığını düşünüyor musunuz?” sorusu sorulmuş, katılımcıların yüzde 72’si bu soruya ‘Hayır’ yanıtını vermiş. Bu çarpıcı sonuç bize gösteriyor ki evliliklerinin bir döneminde kocaları tarafından artık arzulanmadığını hisseden , yatakta reddedilen kadınlar azımsanmayacak kadar çok ve benzer duygu durum evrelerinden geçmekteler;

    Evliliğinin rutine bindiğini ve artık eskisi gibi arzulanmadığını düşünen kadın;

    1. Evrede önce kendini suçlar. “Ben çirkinim. Bedenim çekici değil. Artık eskisi gibi seksi değilim ve kocama yetmiyorum” diye düşünür.
    2. Evrede eşini suçlamaya başlar. ‘Beni anlamıyor, dinlemiyor. Artık bana yeterince ilgi göstermiyor’ der.
    3. Evrede ‘paranoya hali’ başlar , eşinin kendisini aldattığını, başka bir kadın olduğunu düşünür.
    4. Hatta daha da ileri gider ve dördüncü evrede eşinin eşcinsel olduğundan bile şüphelenir.
    5. Evrede depresyona girer, yetersizlik duygusu giderek artar,
    6. Evre SEÇİM evresidir; ya bu durumu kabullenecek, ya boşanacak ya da bir terapiste giderek gerçekte neler olduğunu anlamaya çalışacaktır.

     

     

     

     

     

     

    ERKEN TEŞHİS EVLİLİĞİ  KURTARIR !

     

    • Var olan sorunu yok sayıp , durumu olduğu gibi kabullenme seçeneği; elbette doğru bir seçenek olmayacaktır. Çünkü bu seçenek sadece evliliğin birkaç yıl daha sürmesini ancak çözümsüzlüğün getirdiği mutsuzlukla sürmesini sağlar.

     

    • Boşanma seçeneği ise bir çiftin elinden gelenin en iyisini yaptığı halde yürümeyen evliliklerde düşünülmelidir. Oysa en son söylenmesi gereken ‘ BOŞANALIM ‘ kelimesi şimdi gençlerin ağzından o kadar kolay çıkan bir kelime oldu ki !

     

    • Son seçenek aslında ilk seçenek olmalıdır, yani; yaşanan sorunun köklerine inmek ve gerçekte bu evlilikte neler olduğuna bakmak çok daha akılcı ve çözümcül olacaktır.

     

    Örneğin ; sorunun kökünde erkeğin eşine duyduğu kızgınlık ve öfke yatıyor olabilir. Karısı tarafından sürekli eleştirilen, asla takdir edilmeyen, başkalarıyla kıyaslanan, yaptıkları onaylanmayan, sık sık terslenen, sürekli şikayet edilen erkek eşine duyduğu kızgınlık ve öfkeden dolayı ondan uzaklaşmış olabilir. Bu durum defalarca tekrarlandığında eğer çift bu konuyu açıkça konuşmuyor ise erkek giderek duygularını  içe atıp, davranışlarıyla tepkisini gösteriyor olabilir.

    Unutulmamalıdır ki sorunlar ne kadar erken tespit edilirse , ilişki o kadar yara almadan  kurtulacaktır.

     

    NOT: Danışan öyküleri etik ilkeler gereği değiştirilmiştir.

    Haftaya çözüm önerilerimi paylaşacağım

     

     

     

     

     

     

     

     

  • EVLİLİK AŞAMASINDA “AİLELER SAVAŞI “

    EVLİLİK AŞAMASINDA  “AİLELER SAVAŞI “

     

    Masallardaki gibi olacak sanmıştık, yıllarca düşlediğim beyaz gelinliğim ve yanımda; ‘ acaba bir gün evlenebilir miyiz ki ‘ diye hayalini kurduğum aşkım …

     

    Ama öyle olmadı, daha kız isteme aşamasında başlayan adet ve usullerin yerine getirilip getirilmemesi, çikolata kabının büyük bir gümüş kap olup olmadığı gibi her şey sanki evlenmemizi engellemek için önümüze çıkarılan engellerdi.

     

    Daha ilk günden sevgilimin annesine kendimi beğendirme telaşındaydım, o bitti bu sefer annesi annemi , babası babamı beğenecek miydi? Yoksa oğullarına hiç kimseyi layık görmedikleri gibi beni de mi layık görmeyeceklerdi. Tam kız isteme bitti derken, aynı sorunlar nişanda yaşandı, siz daha az para harcayarak nişan yaptınız dediler, kendi tarafınızdan çok kişi, bizim taraftan az kişi davet ettiniz dediler .

     

    Şimdi de taraf olmuştuk (: Annem iyice gerilmişti,  her şeyi yokuşa sürüyor, nişanlım ne yapsa anneme beğendiremiyordu, zaten her buluşmamız senin annen şunu dedi, benim annem bunu dedi ile başlayıp kavgaya dönüşüyor, ben ağlayarak eve geliyordum.

     

    Annem ; “ gördün mü bu ilişkiden bir hayır gelmez , zaten neyi dosdoğru yapabildin ki bu güne kadar, dosdoğru koca seçesin “ diyordu.

     

    Ama biz yarım saat sonra birbirimiz özlüyor, hemen telefona sarılıp , ağlayarak barışıyorduk. Biliyorduk ki evlenince hepsi geçecek, artık kendi evimiz olacaktı, kimse bize karışmayacaktı, hep sabrettik ve balayı hayalleri kurduk.

     

    Düğün hazırlıkları başladı, her şeyin en iyisi olsun istiyordum. Üniversite okuduk, elimiz ekmek tuttu , ama adam olup kendi kararlarımızı veremiyorduk. Gerilim hat safhadaydı davetiye şeklinden başlayan anlaşmazlıklar düğünün nerede olacağına kadar sürüp gidiyordu, bitmek tükenmek bilmeyen taraflar arası gizli , üstü örtülü bir savaş vardı. Ama her iki taraf da bir araya geldiğinde “ onlar mutlu olsunlar da başka bir dileğimiz yok “ diyorlardı.

     

    Sonunda başardık, düğün dernek kuruldu, nikah kıyıldı, misafirler uğurlandı, her iki annenin gözyaşları içinde kendimizi yeterince suçlu hissettik, sanki toplu katliam yapmış katiller gibiydik, kargaşa, gürültü, herkesi mutlu etme telaşı, güya bizim mutluluğumuz içindi her şey  …

     

    Ardından balayı, aman tanrım bütün telaş bitmiş, ses seda yok , deniz, kum, güneş ve yanımda aşkım…Her şey işte şimdi mükemmel olacak diyorduk ki, annelerin bitmez tükenmez telefonları “ napalım, tek başımıza kimsesiz oturuyoruz” şeklindeki acındıracak söylemleri yine suçluluk duymamıza ve kavga etmemize neden oldu.

     

    İşte pek çok çift gibi, mutluluk, sevgi, aşkın ispatlandığı evlilik gibi bir kurum için iki çiftin  yıpranış öyküsünün özetiydi bu öykü…

     

    Yeni evli olmak yeni bir lisanı öğrenmek gibidir!

     

    Aile Yaşam Döngüsü içinde çocukların evlenip yuvadan gitmesi son derece doğal bir süreçtir. Ancak aileler bu süreci anormal görüp, sürekli sorun varmış gibi davranıyorlar. Bu da gençlerin yeni bir aile hayatına geçişini engelliyor ve kendilerini yorgun, depresif, hatta tükenmiş hissetmelerine yol açıyor.

     

    Yeni evli olmak yeni bir lisanı öğrenmek gibidir. Çiftlerin bunu öğrenebilmesi için biraz pratiğe ve zamana ihtiyacı vardır. Bırakın çocuklarınız kendi yaşam döngülerini tamamlayabilsinler…

  • Aşk? Şefkat? Şehvet ?

    Aşk? Şefkat? Şehvet ?

    Son zamanlarda eşinin eve geç gelmesinden şikayet eden danışanım; “ artık eşim bana eskisi gibi romantik davranmıyor, uzun saatler işte kalıyor. Benimle sohbet etmek istemiyor, eve geldiğinde   hep ,yorgunum ,  diyerek koltukta uyuya kalıyor. Önceleri oğlumuzla ilgilenirdi, şimdi ilgilenmek bile istemiyor. Anlamıyorum bu adam neden bu kadar değişti ? ” diye soruyordu.

    Eşini dinlediğimiz zaman ise; “ biz birbirimize aşık olarak evlendik, birbirimize sürprizler yapardık. Eve heyecanla gelirdim. Eşim anne olduktan sonra çok değişti. Evde sürekli eşofmanla dolaşıyor, yemek ve temizliğe takmış durumda. Sürekli beni kontrol ediyor. Öğlen yediğim yemekten, giydiğim kıyafete kadar bir çocukmuşum gibi müdahale ediyor. Oğlumuz doğduğundan beri 3 kişi bir yatakta yatıyoruz. Bazen geceleri üzerimizi örtüyor. Evde beni bir eş olarak yok saydığını düşünüyorum, boğulduğumu hissediyorum” diyordu.

    Eşinizi çocuğunuz gibi görmeyin

    Bazen kadınlar anne rolüne öyle kaptırırlar ki kendilerini , eşlerine de tıpkı çocuklarına davrandıkları gibi davranırlar. Onu korur ve kollarlar, her istediklerini anında yapmaya çalışırlar. Aşırı derecede verici ve fedakar olurlar. Kendi fiziksel, duygusal ve cinsel ihtiyaçlarını yok sayarlar.

    Başlangıçta bu ilgi ve alaka erkeklerin hoşuna gidiyor gibi görünse de bir süre sonra eşlerini, hayat arkadaşları, aşık oldukları kadın gibi değil de anneleri gibi görmeye başlarlar. Bu durum çiftin arasındaki sağlıklı iletişimi azalttığı gibi cinsel enerjiyi de azaltır.

    Kendinize bir sorun;

    • Eşinizin, yemek yeme, giyinme tarzı ve diğer konularında bir anne gibi üzerine düşüyor , müdahale ediyor musunuz?
    • Sürekli onu kontrol etme ihtiyacı duyuyor musunuz?
    • Bir anne şefkatinde yaklaşıyor, koruyup kolluyor musunuz?
    • Eşinizin adına, onun iyiliği için ama ondan da habersiz, çeşitli kararlar alıyor musunuz?
    • Yatak odanızda çocuklarınızla uyuyor, eşinizi oturma odasında yatmaya mecbur bırakıyor musunuz?

    Eğer cevabınız  “EVET  “  ise hemen bu gün bir değişim kararı alın. Çünkü çiftler arasında şefkat, şehvetten baskınsa bir süre sonra ilişkiyi yıpratacaktır.

    Unutmayın ki onun bir annesi zaten var, ikinci bir anne sevgisine değil, hayatı paylaşacak, onu tutkuyla seven bir sevgiliye ihtiyacı var.

    Not: danışan hikayeleri etik ilkeler değeri değiştirilmiştir.