Kategori: Aile Danışmanlığı

  • Sınırların Olmadığı Aşırı Hoşgörülü Aile Modeli

    Sınırların olmadığı aşırı hoşgörülü aile ortamında yetişen gençler, gençliğin en güzel ve verimli yıllarını, amaçsızlık, her şeye kolayca ulaşabilmenin verdiği rahatlık ve anne babanın disiplinsiz, sınırsız tutumu dolayısı ile harcarlar.Her ne kadar zeka problemleri olmasa da, bu zekalarını akademik başarıda kullanamazlar. Muhtemelen gelecekte hem üniversite hayatında hem de özel hayatı ve iş hayatında sürekli anne babanın maddi manevi desteğine ihtiyaç duyarlar.Genellikle iş hayatında başarılı olamazlar.Pasif agresif, suçlayıcı, sınırsız ve kuralsız hayatına devam edebilir ve ilerde yaşayacağı mutsuzlukları, ya sık arkadaş değiştirerek, ya da alkol ve benzeri maddeler kullanarak gidermeye çalışırlar.

    Gelin bir anneye birlikte kulak verelim;
    Çocuğum son zamanlarda öğretmenlerine karşı saygısızca davranışı iyice arttı, sürekli bahaneler üreterek , verilen testleri zamanında yapmadı, en ufak bir şeyde ya öğretmenleri ya da bizi suçluyor, girdiğimiz her ortamda babasını eleştirip, aşağılıyor ve “ o bir şeyden anlamaz , kafası biraz kıttır “ diyor.
    Şimdi elimizde LGS puanı onun yerine internetten sıralama yapıp, bölüm seçiyoruz, çünkü sanki kendi değil de biz okuyacakmışız gibi hiç ilgilenmiyor.Aslında kıyamıyoruz da devlet üniversitesi olmazsa özel üniversite olsun , yeter ki rahat etsin istiyoruz.

    Ana babanın inancı “ Bizim görevimiz; çocuklara hizmet vermek ve onları mutlu etmek. Çocuklar ne zaman işbirliği yapmaya hazırsa o zaman işbirliği talep ederiz. Hiçbir şey çocuğumu üzmemelidir, buna müsaade edemeyiz.” şeklindedir.
    Aile kurallar koymakta zorlanır, koysa bile çocuk kuralları defalarca çiğner her seferinde bir bahane göstererek çocuğu affeder.
    Bu Aile modelinde Yetişmenin Çocuk Üzerindeki Etkisi
    Ben – Merkezci olurlar.Kuralları ve otoriteyi zorlarlar veya redderler, aileye, okul yönetimine, öğretmenlere karşı saygısız ve hırçın davranırlar.Cep telefonu, SMS, İnternet, bilgisayar oyunları veya Facebook, twitter gibi sosyal paylaşım sitelerine bağımlı olurlar.Sınırları test ederler, ehliyetsiz araba kullanmak gibi, sigaraya başlamak veya erken yaşta bira içmek gibi.Şehir dışında okumak gibi veya askerlik gibi ailelerinden uzak yerlere gittiklerinde , hayatın gerçekleri ile karşı karşıya kaldıklarında bocalar, depresyona girer , ailelerinin yanına geri dönmek isterler.Sorunlarımın çözümünden annem ve babam sorumludur diye düşünürler.

  • İlgisiz ailelerde yetişen çocuklar

    Eğer çocuğunuza karşı ilgisiz, onun gerçek ihtiyaçlarından bir haber, herkesin sadece kendi hayatını yaşadığı tarzda bir aile hayatınız olursa; bir gün çocuğunuz bu ortamdan uzaklaşmak için elinden gelen her şeyi yapacaktır. Bu durum onun özgüvenini kırdığı gibi, akademik hayatında da başarısızlığa sürükleyecektir.

    Ve bir gün size şöyle bir mektup yazabilir;

    Her zaman sizin için bir yük olduğumu düşündüm. Aslında bunun gerçeklik payı da yok değil…

    Beklemediğiniz bir anda ve –sanırım- çok yanlış bir zamanda geldim.

    Siz kendi sorunlarınızla o kadar meşguldünüz ki, ne beni fark etmeye ne de bana ilgi ve sevgi göstermeye zaman bulabildiniz.

    Gidermeye çalıştığınız o kadar çok sorun vardı ki, sürekli birbirinizle tartıştınız, sürekli kavga ederken yanı başınızda yaptıklarınıza bir anlam veremeyen ve sadece bir tutam sevgi için saatlerce gözyaşı döken biri vardı.

    Ben büyüdükçe sanki benden daha da uzaklaşmaya başladınız.

    Sorumluluklarımı almaktan kaçtınız, bana ait olan şeyler sizi korkuttu hep. Yaptığım şeylerin sorumluluğunu almaktan kaçtınız.
    Bana ait problemleri çözmekten kaçtınız. Okulda derslerimle ilgili problemlerim olunca, arkadaşlarımla sorun yaşadığımda, hatta sağlık problemlerimde bile benden uzak durdunuz. Çözümü ya öğretmenlerde ya da doktorlarda aradınız…

    Sizin nazarınızda kendimi hep değersiz ve hiçbir işe yaramayan biri gibi hissettim. Halen böyle hissediyorum.

    Ve bazen diyorum ki “Hiç mi bir şeyi hak etmiyorum?” En azından birazcık sevgi…

    Evet, şimdiye kadar sizden beklediğim halde alamadığım sevgiyi, şimdi sağda solda kısaca nerde bulursam oradan alıyorum. Biliyorum bazen o sevgiyi ve ilgiyi kötü insanların arasında buluyorum daha doğrusu bulduğumu sanıyorum ama yalancı ilgi de olsa beni çekiyor…

    Mesela yeni arkadaş grubumun aslında benim değerlerimle çok fazla örtüşmediğini biliyorum. Mesela kafelerde saatlerce Internet başında oyun oynamak ya da küfürlü konuşmak gibi şeyleri, alkol alan, uyuşturucu kullananlarla arkadaşlık etmek istemem, ama onlar benimle ilgileniyorlar. Beni FARK ediyorlar. Bu yüzden onlara uymak zorundaymışım gibi hissediyorum kendimi…

    Kendimi güçlü göstermekten de bıktım artık… Gerçekten güçlü olmak isterdim ama olamıyorum. Dışarıdan bakıldığında güçlü, yenilmez bir insan olarak görünüyorum, aslında yardıma muhtaç ve ilgiye ihtiyaç duyan biri olduğunu kimse bilmiyor. ..

    Bir gün kendi çocuğum olduğunda, sizden alamadığım sevgiyi sonuna kadar vereceğim ve ona, kendisinin bir yük değil de benim için harika bir hediye olduğunu hissettireceğim.

  • İlgisiz – Kayıtsız Aile Modeli

    Çocuklarına karşı fiziksel ve duygusal sevgilerini gösteren aileler olduğu gibi hiç sevgi göstermeyen hatta bunu yanlış kabul eden ailelerde vardır.Özellikle geçmiş yıllarda, çocuğu kucağa almak, bir başkasının yanında sevip öpmek ayıp sayılmıştır. Hala “babam benim hiç başımı okşamadı “ veya annem beni kucağına alıp sevmedi, sevgi cümleleri hiç duymadım “ diyen bir çok kişi var.

    Bu tür ailelerde çocukların psikolojik olarak ihtiyaçları karşılanmaz ve görmezden gelinir,sevgi kalbe gömüldüğü ve ifade edilmediği içinde çocuklar sevilmediklerini düşünürler.İlgisizliğin en önemli belirtisi; ana, baba ve çocuk arasındaki iletişimin olmayışıdır.Çocuklarının ilgi ve ihtiyaçlarından habersiz oldukları gibi; nerede olduğu, kimlerle olduğu ve ne yaptığı ile de ilgilenmezler.

    İlgisizliğin nedeni, çocuğun zamansız ya da istenmeden doğması, anne ya da babanın kendilerini çocuk sahibi olmaya hazır hissetmemesi olabilir. İlgisiz anneler, genellikle ev işlerinden hoşlanmayan, annelik görevini benimsemeyen; babalar ise, çocuğa ve ev yaşamına ilgi duymayan, çocuk istemeyen kişilerdir. Çok çocuklu ailelerde rastlanma ihtimali daha fazladır.

    Unutmamalı ki; anne veya baba çocuklarını veya eşini suistimal ediyor, eleştiriyor , ihmal ediyorsa ya da onlara kötü davranıyor veya zarar veriyorsa bunun kökünde kendi kendisini suistimali ve çocukluğunda yaşadığı, kendisine zarar veren kötü deneyimler yatmaktadır. Mutlaka aile bireylerine bu durum fark ettirilmeli, ve diğer aile bireylerinin daha fazla zarar görmesi engellenmelidir.

    Bu Aile modelinde Yetişmenin Çocuk Üzerindeki Etkisi
    •Çocuk bencil ve şımarık olur. Bu yüzden arkadaş çevresinde sevilmez.
    •Çok fazla eşya almaya ve para harcamaya meyillidir.
    •Ya da tam tersi amaçsız ve üşengeç olur, kendine alacak bir şey, gidecek bir yer, yapacağı bir uğraşı bulamaz
    •Çocuk evde veya okulda anne babasının dikkatini çekmek için alışılmadık davranışlar sergiler.
    •Ailesi çocuğa model olamadığı için çocuk kendine başka modeller seçer.
    •Gençlik dönemlerinde çocuk vaktinin tümünü arkadaşları ile geçirir.
    •Arkadaşları tarafından reddedileceği korkusu ile HAYIR diyemediği için kim nereye, neye çekerse oraya gider.
    •Zararlı alışkanlıklar edinmeye meyilli olur.

  • Baskıcı Aile Modeli

    Baskıcı ve otoriter aile tutumu, çocuk üzerindeki de¬netimin aşın; ancak çocuğa karşı duyarlılığın düşük olduğu tutumdur. Anne babanın çocuğuyla ilişkilerinde hep bir mesafe vardır. Çocuklarına candan, içten davranmak ,onlara dokunmak, öpmek, sevdiklerini bir şekilde belli etmek , onlara göre yüz göz olmaktır. “ Ben çocuklarımı onlar uyurken severim “ diyen baba örnekleri çoktur.Sevgileri hep bir şarta bağlıdır.

    Bakın 18 yaşında bir gencimiz ne diyor;
    Babam konuşurken bizim konuşma hakkımız yoktur, herkes yere bakmak zorundadır.Ağabeyim sırf evden kaçıp kurtulmak için istemediği bir şehirde ve bölümde okuyor. Zamanında ağabeyim çok dayak yemiş,şimdi sıra bana geldi,bütün sinirini benden çıkarıyor.En küçük kız kardeşim daha şanslı, kızına kıyamıyor tabi, ama babam bana ve kız kardeşime günde 1000 soruluk test çözme cezası veriyor.Hiç kız arkadaşım olmadı, bir kez beni dershane çıkışı arkadaşlarla gördü diye; “ derslerin iyi mi ki geziyorsun, kendini daha da geliştirebilirsin, bizim aileye yakışmıyorsun, bizi utandırıyorsun, öğretmen neden seni bu sefer etüte almadı, aklın fikrin gezmede, artık yeter yasak koyma zamanı geldi, harçlığını da kesiyorum, ne zaman amcanın oğlunun aldığı puanı alırsın, o zaman tekrar harçlık vereceğim “ diyerek çok kızdı.
    Görüldüğü gibi çocuğun pek söz hakkı yoktur. “Sus bakalım, sen ne bilirsin?” “Geç odana sesini çıkarma” gibi sözlerle çocukların kendini ifade etmeleri, hakkını savunmalarını engellerler.Çocuğun istekleri engellenir ve bastırılır, karşı gelindiğinde de çekinmeden cezalandırılır.Verilen ceza da suçla orantılı değildir. Cezanın türü değişmekle beraber sıkça korkutma, ayıplama, suçlama, hatta sık sık şiddete başvurarak dayak şeklinde olabilmektedir.
    Burada ana babanın inancı : “ çocuklar eğer acı çekmezlerse öğrenemezler, bizden korkmazlarsa bize saygı göstermezler” şeklindedir.

    Bu Aile modelinde Yetişmenin Çocuk Üzerindeki Etkisi
    Aşırı baskı ve kontrol altında kalan çocuk sessiz, uslu, nazik ve dürüst olabilir ama belli bir zaman sonra çocuk isyankar , hırçın, inatçı, huysuz olmaya başlar. Baskıdan korktukları için yalan söylemeye meyillidirler,arkadaşları ile uyumsuz ve kavgacı olabilirler.İleride kendileri bir sorun yaşadıklarında şiddet işe yarar diye düşünür,hata yapan kişilere karşı aşırı hoşgörüsüz davranırlar.

  • Üniversite ve Meslek Seçiminde Aile Modelleri

    Üstünlük Bekleyen- Mükemmeliyetçi Aile Modeli

    Her anne baba çocuğunun başarılı, terbiyeli, ileride iyi bir meslek sahibi olmasını ister. Ancak ailenin bütün hayatını çocuğunun öğrenci kimliğinin üzerine kurması, sadece puan ve rakamlardan ibaret çocuklarını kodlaması,mutsuz gençlerin yetişmesine sebep olmaktadır.Halbuki her çocuk birbirinden farklıdır,her çocuğun öğrenme kapasitesi ,ilgi alanları,hayalleri de birbirinden farklıdır.

    Aile —–> Oğlum artık bizimle hiç konuşmuyor, sürekli odasına kapanıyor, bence bir önceki sınava yeterince hazırlanamadı , bütün bunların hep o sınıf arkadaşı olan 375 lik çocuk yüzünden,. “İşte sonuç ortada , aslında fullerdi yine 3 yanlışı çıktı ama beni dinlemedi şimdi de bildiği soruyu sınavda yapamadı 487 alacak“.Bu nasıl mümkün olabilir anlamıyorum, hayatımızı ona adadık.

    Öğrenci ——> Çocukluğumdan beri hep sinemacı olmak istemiştim, kitap okumayı, okuduğum kitaplardaki karakterleri zihnimde canlandırıp konuşturmayı çok seviyorum. Bir gün ben de senaryolar yazacağım, hatta kendi senaryolarımın yönetmenliğini yapacağım diye hayal ettim hep.
    Ne zaman ki lise 1.sınıf oldum, evdeki rüzgar birden değişti, annem ve babam bana matematik- fen bölümünü zorla seçtirdiler, evet sayısal derslerde de başarılı bir çocuğum ama sevmediğim mesleği yapmak istemiyorum. Babam benim Tıp okumamı istiyor, Annem ise Sinema – Televizyon bölümünün S ‘sini bile duymak istemiyor. Elektrik elektronik bölümünde okumamı istiyor.
    Bence ailem kendi ulaşamadıkları hayallerine benim aracılığımla ulaşmak istiyorlar,. Sonunda mücadeleden çok yoruldum ve bıraktım, ne istiyorlarsa olsun ….

    Mükemmeliyetçi Aile Modelindeki Ebeveynlerin Genel Özellikleri;
    Çocukları ne yaparsa yapsın aileyi memnun edemezler.Çocuk yazılıdan 80 alır, anne-baba “Neden 100 almadın?” diye çocuğu sorgular. Deneme sınavında ikinci olur , anne veya babası “birinci kim ?” diye sorar.

    Bu Aile Modelinde Yetişmenin Çocuk Üzerindeki Etkisi:
    Ailesinin beklentisini karşılayamamak onları perişan eder,kendini değersiz, mutsuz ve sürekli gergin hissederler. Çok çalışkan olmak için sürekli kendilerinden ödün verirler.Duygulanımları küntleşir, olaylara sadece mantık penceresinden bakarlar.
    Karamsardırlar,ani fevri çıkışlarda bulunurlar.Bir süre sonra aileye karşı kendilerini kapatırlar ve kin beslerler,başarılıysam sevilirim, başarısızsam sevilmem diye düşünürler.

  • Çocuğunuzun Duygusal Zekasını Geliştirin

    Çocuklarınızın çeşitli zorlukları aşabilmeleri, duygularını doğru bir biçimde ifade edebilmeleri , dışarıya yansıyan davranışlarını fark edip düzeltebilmeleri, kendilerine zarar verecek davranışlardan kaçınıp, “ Hayır “ diyebilen , mutlu bireyler olarak yetişebilmeleri kuşkusuz ki duygusal zeka gelişimleri ile ilgilidir.
    Örneğin; anne babası arasındaki sürekli yaşanan tartışmalardan etkilenen ya da okulda uyum sorunu yaşayan çocuk, altını ıslatabilir, agresif davranışlarda bulunabilir, içe kapanabilir, uyku, iştah sorunları yaşayabilir. Böylece duygularını davranışları ile anlatmaya çalışır.

    Çocuklara duygularını ifade etmeyi öğretmenin en iyi yolu örnek olmaktır.Hem kelime haznelerinin gelişimi için hem de kendi duygularınızı ifade etmek için onlarla bol bol sohbet edin, kitap okumaya özendirin, fikirlerini sorun.

    Çocuklarımızı işgal etmeyin: Çocukların gerek fiziksel gerekse duygusal olarak ihmal edilmesi kadar işgal edilmeleri de onların duygusal gelişimlerine zarar vermektedir.

    • Çocuklarınıza kendilerini güven içinde hissedebilmeleri için huzurlu bir ev ortamı sağlayın,
    • Çevreyi gözlemleyebilme şansı verin
    • Kendi sorumluklarını almalarına izin verin
    • Yanlış davranışlarının da sonuçlarından dersler çıkarmasına yardım edin
    • Destekleyici, rehberlik eden, çocuğun ihtiyaç duyduğunda yanında olan bir aile modeli çizin…

    İç görü kazanmalarına yardımcı olun: Öncelikle çocuğunuzun huzursuzluğunun altında yatan sebebi siz fark etmeye çalışın, sonra bunu çocuğunuza yansıtın.İkinci aşama; “dur , düşün , yap” modelini hayata geçirebilmektir.

    “ İstersen biraz dinlenelim, dışarıda hava alalım, istersen önce yemek yiyelim veya aldıklarımızı arabaya yerleştirelim ve arabada biraz uyu “ gibi seçenekler sunun.

  • Anne baba soruları

    Çocuklar aile olmayı; anne ve babalarını modelleyerek öğrenirler.
    “ Çocuklarınız sizinle birlikte yatıyor mu? “ diye bir soru sorsam, acaba ne cevap verirdiniz?
    Seminerlerimde en sık sorduğum sorulardan birisidir. Genellikle katılımcıların yüzde yetmişi “ evet “ diye yanıtlıyorlar.
    Hatta eşinin kendisine olan ilgisizliğinden yakınan bir danışanım yaşları 13 ve 9 olan iki çocuğu ile birlikte yattıklarını , bir diğer odada kendi annesinin yattığını, eşinin ise 9 yıldır salonda yattığını söylemişti. Bu ve benzeri örneklerle o kadar sık karşılaşıyorum ki; maalesef aileler giderek çocuk odaklı yaşar hale geldiler. Kendi özel hayatlarından vazgeçerek çocuklarına olan sevgilerini göstermeye çalışmaktalar.
    Oysa ki çocuklar kadın ve erkek rollerini, anne ve baba olmayı, aile olmayı ve ailenin kurallarını kendi anne ve babalarını modelleyerek öğrenirler. Ona bu fırsatı vermelisiniz.

    “Çocukların anne-babaları ile aynı odada yatmaları doğru mudur?”

    İlk 6 -8 ay bebekler anne sütü aldıkları ve sık uyandıkları için anne ve babalarıyla aynı odada yatmaları doğaldır. Ancak 8 aydan sonra artık kendi odalarında yatmalarına müsaade etmelisiniz. Müsaade etmek diyorum, çünkü bu aylardaki bebekler odalarına gittiklerinde bu duruma çabuk alışırlar.
    Eğer çalışan anne ve baba iseniz, çocuklarınız sizi çok özlüyordur. O zaman haftanın bir gecesini çocuklarla birlikte yatma gecesi seçebilirsiniz. Yatakta onlarla oyun oynayabilir, hikayeler anlatabilir, sohbetler edebilirsiniz.

    “Kız ve erkek kardeşler aynı odada yatabilir mi?”

    5 yaşına kadar farklı cinsten kardeşler aynı odada yatabilirlerse de bu yaşta “utanma duygusunun gelişmesi (giyinme ve soyunmada) nedeni ve cinselliği keşfetme merakı nedeniyle çocuklar arasında cinsel içerikli oyunların oynanması söz konusu olabilecektir. Bu nedenle eğer uygun oda var ise kız ve erkek çocukların odaları 5 yaştan itibaren ayrılabilir.

    “Çocuğumla birlikte banyoya girmem sakınca yaratır mı?”

    Genellikle 3 yaşa kadar çocuklar anne babanın çıplaklığını çok fazla önemsemeyebilir. 4-5 yaşından itibaren bunun farkına varacaktır. Bu yaşlarda anne babanın banyo yaparken iç çamaşırı giymesinde yarar vardır. 6 yaşından sonra çocuklarınızı kendi banyolarını yapabilmeleri için teşvik etmelisiniz.

  • Cam fanusta yaşayan çocuklar

    “Büyümek istiyorum artık, sorumluluk almak istiyorum, bana bir bebekmişim gibi davranmanızdan nefret ediyorum.
    Şimdiye kadar benim yatağımı siz topladınız, okul servisine siz bindirdiniz arkamdan çoğu zaman takip ettiniz, hatta bazen okula gelip öğlen yemeklerimi yiyip yemediğimi kontrol ettiniz. Dershane güvenli değil diye, öğretmenlerimi eve getirdiniz. 16 yaşındayım, hala ne yemem gerektiğine, ne zaman yıkanacağıma, hatta banyoda kalacağım zamana bile siz karar veriyorsunuz,
    Arkadaşımda kalmaya gidemiyorum, çünkü ailesini tanımadığınızı söylüyorsunuz. İyi de benim 4 yıllık arkadaşım, ailesini tanıma zahmetine hiç girmediniz ki… Çünkü hep çok meşgulsünüz, arkadaşımın anne babasını bir kez bile davet edecek ya da onlara kahve içmeye gidecek zamanınız yok…
    Biliyorum her şeyi benim iyiliğim için yapıyorsunuz, ama artık büyümek istiyorum. Kendi sorumluluklarımı taşımak, kendi yatağımı kendim toplamak, ders planımı kendim yapmak, sokağa tek başına çıkabilmek istiyorum.
    Cam fanusumu kırmak , yardıma ihtiyacım olduğunda içimdeki zeki ve düşünceli insanın açığa çıkıp, bana yardım elini uzatmasını istiyorum.
    Benim için endişe duymanızı anlayabiliyorum. Bütün ihtiyaçlarımı karşılayarak benim sorunsuz bir yaşam sürdürmemi , dikensiz gül bahçelerinde yaşamamı istiyorsunuz. Ve belki de bu yüzden benim adıma düşünüp, benim adıma karar alıp, benim yapmam gereken her şeyi siz yapıyorsunuz.
    Biliyorum ki kıyıdan ayrılamadığım sürece açık denizlerde yüzemeyeceğim. Her zaman benim güvenliğimi düşündüğünüz ve bu yüzden boğulmamam için kıyıda kalmamı istediniz. Ama ben okyanusları merak ediyorum. Kıyıda çırpınmak değil, su yutarak da olsa yüzmeyi öğrenmek istiyorum.

    Aslında siz de biliyorsunuz , hayat koşulları her zaman istediğim şeyleri bana sunmayacak, sizin şefkatli kollarınız gibi değil yaşam… Bu yüzden hangi sorunla karşılaşırsam karşılaşayım ayakta kalmak istiyorum. Desteğiniz için çok teşekkür ederim. Ama desteksiz ayakta kalmanın ne olduğunu da öğrenmek istiyorum. .

    Risk almak istiyorum.
    Ben hayatımı hiç kendi ellerime alamadım ki! Siz olmadığınızda kim yönlendirecek beni? Kim benim davranışlarımı belirleyecek? İş hayatımda ya da özel hayatımda sorunlarla karşılaştığımda kim benim adıma çözüm bulacak?

    Hayatımda hep birilerinden destek almak zorunda hissedeceğim , belki bu desteği yanlış yerlerde arayacağım. Belki de bu yüzden kötü insanlara katlanmak zorunda kalacağım.
    Anneceğim, babacağım ne olur artık büyümeme izin verin ve cam fanusun içinden gerçek hayata atılayım…

  • Sanal mı, gerçek mi yaşamak istersiniz?

    13 yaşındaki bir danışanım; ” evde en sevdiğim zaman elektriklerin kesildiği zamandır” demişti. “

    Çünkü bir anda bir mum ışığı yanar ve herkes birbirinin yüzüne o zaman bakar. Küçük bir çocuk gibi hala, korkuyorum, derim babama .Bilirim ki bir tek o zaman açar bana kucağını, annem bir tek o zaman azarlamaz beni”
    Televizyon, bilgisayar, cep telefonu derken bir ekrana bakar oldu herkes. Bu durumdan en çok aile bireyleri etkileniyor elbette. Sosyal paylaşım ihtiyacının, sesli hatta görüntülü sohbetin bir tık mesafede olması, çiftlerin birbirlerine olan ihtiyaçlarını azaltıyor. Bir çok işin internet ağı üzerinden gerçekleştirilebilmesi de eve iş getirilmesine, eşin ve çocukların özel zamanından çalınmasına neden oluyor.
    Sanal seks, cinsel işlev bozukluklarına zemin hazırlıyor
    Bir çok çift yatağa bile yatarken elinde cep telefonu ya da tablet bilgisayarla yatıyor. Teknolojinin yaşam alanlarına bu hızlı girişi ruh, beden , zihin bütünlüğü içinde gerçekleşen, “ haz alınan , haz verilen” bir eylem olan sağlıklı cinselliğin yaşanmasını engelleyip, daha yapay, daha ruhsuz , beklentisi yüksek ve daha bencilce olan sanal seksin tercih edilmesine neden oluyor. Bir süre sonra sanal iletişim ve ilişki biçimi bağımlılığa dönüşüyor. Bu durum da çiftlerin orgazm olamama, ereksiyon problemi ya da erken boşalma gibi cinsel işlev bozuklukları yaşamasına zemin hazırlıyor.
    Sanal Yaşamın Ailenizi Bölmesin! İşte Önerilerim
    1. Eğer ev hanımı iseniz çocuklar okuldayken, eşiniz işte iken internette yapmanız gereken işlemleri yapın, çocuklar gelince kapatın
    2. Evde buluşulan saatlerde sürekli eleştiren, memnuniyetsiz, asık suratlı bir anne- baba olmayın. Aksine daha neşeli, paylaşımcı, sohbet eden, espri yapan , yaratıcı yanınızı ortaya çıkarın
    3. Eğer çalışıyor iseniz, eve iş getirmemeye özen gösterin. Mecbur kalırsanız, herkes yattıktan sonra işlerinizi internette tamamlayın
    4. Home ofis çalışıyorsanız , çalışma saatlerinizi aile düzeninize göre ayarlayıp, herkese eşit zaman ayırmaya gayret gösterin
    5. Siz işten , çocuklarınız okuldan döndükten sonra ortak yaşam alanlarınıza cep telefonlarınızı, bilgisayarlarınızı sokmayın. Mümkün olduğu kadar kapatın, imkansızsa sessize alın.
    6. Hafta sonlarını mutlaka ailece geçirin. Yüz yüze bakacağınız, el ele olacağınız çeşitli aktiviteler planlayın
    7. Çocuklarınızın arkadaşlarıyla oynayabilmesi için ortamlar yaratın, ev dağılır, kirlenir diye korkmayın
    8. Her fırsatta birbirinizin güzel ve güçlü yönlerini takdir edin, onaylayın.” Şımarır” diye sevginizi göstermekten çekinmeyin. Bazen bir sözle, bazen bir davranışla, bazen bir hediye ile ruhlarına dokunun.
    9. Haftada bir gece eşinizle mutlaka dışarı çıkın; flört dönemlerinizde gitmekten hoşlandığınız yerlere gidin, eski arkadaşlarınızla buluşun veya ortak bir hobi edinin
    10. Cinsel istek ve arzularınızı eşinizle konuşmaktan çekinmeyin, haz alıp, haz veren doyumlu bir cinsel birliktelik için birbirinize zaman ayırın.

  • Ayrıldık ama neden?

    Evliliği bir ilişkiden ayıran en önemli fark; sadece duygusal bir bağa değil, hukuki bir sürece de dayalı olmasıdır. Birlikte çocuk sahibi olmak, ev, araba gibi çeşitli mallar edinmek veya borç sahibi olmak evliliği hukuki bir zemine oturtur.…Bu nedenle anlaşmazlıklar yaşandığında ne yazık ki başladığı gibi güzel ve medeni bir şekilde bitmeyebilir.

    Aslında bir ilişkide karşılıklı iletişimin yetersiz olması, kişilik yapılanma bozukluklarının olması ayrılığı ve boşanmayı sancılı bir hale getirir. Eğer her iki tarafında rızası ile bitmiyorsa bir ilişki; istemeyen taraf için son derece acı veren bir süreç başlar… Kişinin kendisini bırakılan, yetersiz, değersiz, kusurlu hissetmesine neden olur. Ayrılık ve “ bırakılmışlık” hissi onun dünyasında bir kişilik sorununa dönüşür.
    “ O beni beğenmiyor ve istemiyorsa, kimse beni beğenmez ve istemez” diye düşünülür. Bir süre sonra değersizlik hissi yerini öfkeye bırakır, karamsarlık ve çökkünlük hali ile geçici depresyon yaşayabilir.
    Bazen bu öfkeyi yenebilmek için tekrar ilişkiyi başlatıp, bu sefer bırakan taraf kendisi olmak ister, partnerini kıskandırmak için yoğun çaba göstermeye başlar ve asıl mesajı “ beni kaybettin ama ne kadar değerli birini kaybettiğini fark et” mesajıdır. Ayrıldığı için pişman olmasını ister.

    Aslında ayrılık; birini bırakmak değildir. Kimse kimseyi bırakmaz. Bırakıldığını hissedenin de bıraktığını söyleyenin de kendine güvenle ilgili yetersiz duyguları vardır. Bir ilişki karşılıklı özgür irade ile başlar, yaşanır ve karşılıklı anlaşmazlıklarla, hatalarla duygu kaybına sebep olduğunda biter.

    Ayrılık Nedenleri

    Ayrılık nedeni ve bu süreci atlatış şekliniz daha sonraki ilişkilerinizde ne yaşayacağınızı, nasıl ilişkiler geliştireceğinizi, ne tür sorunlarla baş etmek zorunda kalacağınızı belirler. En sık görülen ayrılık nedenleri:
    1. Aldatmak ve aldatılmak: Yaşanılan ilişki içinde her iki tarafın da çözülememiş duygusal sorunu var demektir. Duyguları azalan taraf, bu süreci izleyememiş, duygularının neden azaldığını görememiş, karşı tarafa aktaramamıştır. Karşı taraf ise ilişki içinde eşinin ilgisinin ve duygusunun azaldığını ya fark edememiş, ya da sorgulamamıştır. Her iki taraf da kaybetme korkusuyla problemleri görmezden gelmiş, çözüm yolları üretmek yerine kaçmayı tercih etmiştir.
    Ayrılmaya gücü yetmeyen taraf başka bir ilişkiye tutunarak ilişkiden çıkmıştır. Kendini değerli hissetmeye, önemsendiğini, sevildiğini hissetmeye duyduğu yoğun ihtiyaç; aldatmaya doğru sürükler.
    Aldatma nedeni ile biten ilişki; taraflardan birine derin bir güvensizlik ve öfke bırakırken, diğerine derin bir suçluluk ve pişmanlık bırakır. Bu durum iki tarafın da geçmişe saplanmasına ve gelecekte sağlık ilişki kurmasına engel olur.
    2. Duygu kaybı : Çiftlerden birinin uzun süreli duygusal, cinsel , sosyal ihmali bir diğerinde yorgunluk ve bıkkınlık yaratır. Kendini anlatmak için harcadığı çaba, eşi tarafından anlaşılamazsa ve sorun hala aynı şekilde devam ederse, bir süre sonra bunun bir kişilik problemi olduğunu , o istemezse değişmeyeceğini anlarsa , ilişkiye olan inancını kaybeder. İlişkiden beklentileri kayboldukça geri çekilir.
    3. Aile problemleri : Her ne kadar bir ilişki çiftin özgür iradesi ile başlar diyorsak da toplumumuzda aileler son derece etkin rol oynamaktadır. Ailelerin onaylamadığı bir evlilik , ilişkinin bundan sonraki süreçte devamlı sorun yaşayacağının işaretidir.
    Çocuklarının birey olmasına müsaade etmeyen, eğer birey olurlarsa yalnız kalmaktan ve terk edilmekten korkan ebeveynler çocuklarının evlilik sürecini kabusa çevirebilirler. Sanki kendileri evleniyormuş gibi sürecin tamamında yer alırlar, her iki tarafa da söz hakkı tanımaz , sürekli eleştirir, memnuniyetsiz olurlar.
    Ayrılık baskısını oluştururlarken sözde çocuklarının mutluluğunu düşünürler ancak tamamen kendi hırslarının ve beklentilerinin kurbanı olurlar. Sonuç; mahkeme salonlarında boşanan çiftler değil ailelerin kendisi olur.