Yazar: prosman@gmail.com

  • Stres, ruhsal hastalıkların en önemli nedeni

    58 yaşında bir bayan danışanım,15 yıl önce eşinin işten çıkarıldığını, uzun uğraşlarına rağmen bir daha iş bulamadığını, kendisinin  emekli maaşı ile geçindiklerini söylemişti.

    “ Eşim depresyona girdi, günde 3-4 tane ilaç içiyor hala, bense güçlü durmak zorundaydım, çevreme ve çocuklarıma hissettirmemeliyim , diyerek hep ayakta kalmaya çalıştım. Ama şimdi el ve ayaklarımda uyuşma, çok ciddi sırt ve baş ağrıları yaşıyorum . Maalesef artık  ilaçlara da cevap vermiyor ağrılarım.”  Demişti.

    Stersin neden olduğu ruhsal hastalıklar :  

    Yaşanılan stres dile getirilmediğinde, maalesef beden konuşmaya başlıyor. Aslında düşünce ve inanç sitemindeki çöküşler,ruhsal dünyada da çöküşe neden oluyor ve sonuçta bir çok ruhsal hastalık gelişiyor.

    1. Somatizasyon bozukluğu; Tıbbi bir rahatsızlık olmaksızınvücudun çeşitli bölgelerinde ağrılar,bulantı,kusma,geğirme,el ayakta uyuşma,ses kısılması, adet düzensizliği gibi şikayetlerin görülmesi.
    2. Kaygı bozukluğu; Sürekli endişe içinde, her an kötü bir şey olacak korkusu yaşanır. Huzursuzluk, aşırı heyecan duyma, dikkatini verememe, konsantrasyon güçlüğü, kolay yorulma, kas gerginliği, uyku bozukluğunun yanı sıra nefes daralması, aşırı terleme, çarpıntı, titreme, baş ağrısı ve bulantı görülür.
    3. Depresyon: Enerji azlığı , hayattan zevk alamama, içe kapanma, iştah ve uykuda azalma karamsarlık, ümitsizlik, kendine güvenin azalması, değersizlik düşünceleri ile seyreder. Ağır depresyonu olanlarda; kendini suçlama, değersizlik ve işe yaramazlık düşüncelerinin yanı sıra ölüm düşünceleri ve intihar isteği gelişebilir.
    4. Panik atak; Kendiliğinden ve ani bir şekilde başlayan ;çarpıntı, terleme, titreme, nefes darlığı, göğüste sıkıntı hissi, bulantı veya karın ağrısı, baş dönmesi yakınmalarının yanı sıra ölmek üzere oldukları, çıldıracakları veya bayılacakları korkusuna da kapılırlar.
    5.  Sosyal fobi: Başkaları tarafından olumsuz değerlendirileceği kaygıları ile kendisini gözlemeye ve değerlendirmeye odaklanarak, tehlikeli ortamlar olarak düşündüğü ortamlardan kaçınırlar. (örneğin çarşı, pazar gibi kalabalık yerlere gitmez veya iş ya da sosyal amaçlı toplantılarından uzak dururlar)
    6. Uyku bozuklukları: Stres, aşırı uyarılmışlık hali yaratarak uykuya dalmakta ve uykunun devamlılığında sorunlara neden olur, uyku kalitesini bozulur.
    7. Alkol bağımlılığı; Aşırı stres, bunaltı ya da karamsarlık yaşayanlar bazen alkolü yatıştırıcı, rahatlatıcı olarak “ilaç niyetine” kullanmaktadırlar ancak kullandıkları miktar giderek yetmemekte ve  daha fazla doza ihtiyaç duyarak bağımlılığa neden olmaktadır.

     

  • Hayatın Ritmini Yakalayın

    Kalp atışımızdan nefes alışımıza, attığımız her adımdan tuttuğumuz alkışa kadar hayatın içinde bir ritm var. İster çocuk olalım, ister öğrenci, ister çalışan olalım, ister emekli , sanki yaşamla ölüm arasında , o ince çizgide değilmişiz gibi hayatın günlük ritmine kaptırıyoruz kendimizi.

    Bazen tökezleyip, kendi kendimize düştüğümüz oluyor, bazen de başkalarının üzerimize yüklediklerinden ya da bilerek, isteyerek çelme taktıklarından bu ritm bozulabiliyor. Ritm bozulduğunda da başta aile hayatımız olmak üzere, tıpkı göle atılan bir taşın etrafında genişleyerek oluşturduğu halkalar gibi tüm çevremiz etkileniyor.

    Bozulan hayat ritminizi “ Ritim Terapi” ile yeniden yakalamak mümkün

    Gerek iş yerinizde , gerekse aile içinde hayatınızın ritmi bozulduğunda ; Acaba bu aksaklık nelerden kaynaklanıyor? Nasıl çözümlenebilir ? Bu çözümün kalıcı olabilmesi için  neler yapılması gerekir ? gibi sorulara “ Ritim Terapi “ ile yanıt bulmanız mümkün. Nasıl mı?

    Her hangi bir yaş grubunda olan , müzik bilgisine ihtiyaç duyulmadan , ritm sanatçısının eşliğinde tamamen doğaçlama ilerleyen bir ritm çalışmasının içine yayılmış psikoterapi teknikleri ile katılımcılara;

    • Kendilerini tanımayı
    • Hayatlarına yön veren duygu ve düşüncelerin bilinçaltı sebeplerini bulmayı
    • Beynin sağ ve sol lobunu dengeli çalıştırmayı
    • Sezgi ve farkındalığı arttırmayı
    • Yaratıcılıklarını arttırmayı
    • Ekip uyumu, birlik ve bütünlük bilincini sağlamayı
    • En önemlisi insanın kendi yaşamına farklı bir renk katmasını hedefliyoruz.
    • Hayatlarını yeniden yapılandırma yöntemlerini
    • Beden dilinin iletişim üzerindeki etkisini

    Şirketler   “Ritim Terapi “  ile departmanlar arası iletişimi arttırıyor, pazarlama stratejisi geliştiriyor,

    • “Ritim Terapi” en çok departmanlar arasındaki iletişim bozukluklarından dolayı tercih ediliyor. Çünkü;
    • Bir şirketin çalışanlarına “ sen benim için değerlisin “ mesajını verebilmesinin en etkileyici yolu,
    • iki departmanın birbirleriyle daha uyumlu çalışmasına, birbirleriyle kaynaşmalarına , sosyalleşmelerine, aralarındaki koordinasyonun artmasını sağlıyor
    • İş stresinin yarattığı mutsuzluğu , çalışma veriminin düşmesini engelleyip pozitif performansa dönüşmesini sağlıyor.
    • Ürün tanıtımı yapılmak istendiğinde pazarlama departmanının uygulayacağı , ürünün etkisini arttırıcı 30-40 dakikalık Ritim Show ile lasman yapılabiliyor.
    • Şirketler bayi topalantılarında , workshoplarında ya da  gala yemeklerinde aldıkları  “ Ritim Terapi “  eğitiminin sonunda Ritim Show ile bayileriyle  iletişim ağlarını güçlendiriyor

    2014 yılı için beni en çok heyecanlandıran projelerimin başında geliyor “Ritm Terapi” , haftaya diğer projemi paylaşacağım; “ Hayat Bir Tiyatro Sahnesi ise…”

     

     Hayatın Ritmini Yakalayın

  • Dr. Obengül Ejder boşanmaların çocuklar üzerindeki etkilerini anlatıyor…

    Boşanmalar çocukları nasıl etkiliyor?
    Kötü giden bir evlilikte çocuklar için boşanmak mı yoksa boşanmamak mı doğrudur?
    Boşanmaya karar verildiyse bu durum çocuklara nasıl anlatılmalı?
    Çocukların boşanmalardan olumsuz etkilenmemeleri için nelere dikkat etmeli?
    Boşanmaya karar veren çiftler bu süreci doğru yönetmek için kimden ne gibi destekler alabilir?

  • Ebeveynler ikinci çocuğu ne zaman yapmalı?

    Burada Hayat Var programının konuğu olan Dr. Obengül Ejder, ailelere ikinci çocuğun yapılacağı zamanlama ile ilgili yönlendirmelerde bulundu. “İkinci çocuk yapılmalı mı? Birinci çocuk ile ikinci çocuk arasında kaç kaş olmalı? Aileler ikinci çocuk konusunda nasıl karar vermeli?” Gibi soruları yorumlayan Ejder, kardeş sayısı, kardeşler arasındaki ilişkiler ve ebeveynler ile çocuklar arasındaki ilişkiler konularında bilgiler verdi.

  • Psikolojik Şiddet (Mobbing)

    Günümüzde  pek çok çalışanın sıkça şikayet ettiği bir kavram mobbing. Çalışma ortamında baskı, taciz veya duygusal eziyet uygulanarak hedef üzerinde üstünlük kurmak, buyruğu altına almak, korkutarak kontrol altında tutmak veya bezdirerek yok etmek amacıyla bir kişiyi sindirmek ve iş ortamından uzaklaşmasını sağlamak anlamında kullanılıyor.

    Maalesef ki psikolojik şiddet eğitim düzeyi yükseldikçe daha ince ve fark edilmesi güç bir şekilde uygulanıyor ve  hukuksal süreçte ispatlanması güçleşiyor.   

    Psikolojik şiddete maruz kalan kişiler, bulundukları ortamlarda (ev-çalışma-sosyal ortam) şüpheci, gergin, kendilerini güvende olmayan durumda hissederler.  Uyku , konsatrasyon ,kaygı , panik bozukluğu yaşarlar hatta depresyona girerek, sosyal ortamlardan veya çalıştıkları kurumdan uzaklaşmak isterler.   

    Mobbing uygulama biçimleri:

    1. Sağlıklı iletişiminin engellenmesi : 

    • Kendini ifade etmesine izin verilmemesi
    • Sürekli sözünün  kesilmesi
    • Sözlü tehditler alması

    2. Sosyal temasının engellenmesi

    • İş arkadaşlarının kişiyle konuşmaması
    • Konuşulmasının yasaklanması
    • Diğer çalışanlardan izole çalıştırılması

    3. Kişisel itibarının zedelenmesi 

    • Arkasından konuşulması
    • Engelliği ya da özrü ile alay edilmesi
    • Taklit edilmesi ya da inançları ile alay edilmesi,

    4. Mesleki konumunun zedelenmesi

    • İş verilmemesi
    • Mesleği ile alakasız veya anlamsız işler verilmesi,

    5. Fiziksel sağlığına zara verilmesi

    • Tehlikeli işlerin verilmesi
    • Cinsel tacize maruz kalması

     

    Psikolojik Şiddet

  • Sevgi Dilinizi Biliyor Musunuz?

    • “Bir kez olsun bana çiçek getirmedi, küçücük bir hediye almadı, beni sevdiğini görmek  istiyorum”
    • “ Bir fincan kahve yapsa, sabahları ben uyanmadan kahvaltı hazırlasa, evdeki küçük tamirleri ben söylemeden yapsa, ne olur? Beni sevdiğini davranışlarıyla göstermesini istiyorum”
    • “ Eve gelince bana sarılmaz, saçımı okşamaz, cinsel birliktelik haricinde bana dokunmaz. Beni sevdiğini, küçük dokunuşlarla hissettirsin istiyorum”
    • “ Ne yapsam beğenmiyor, başkalarının yanında sürekli eleştiriyor, küçük düşürüyor. Ne var sanki biraz da  takdir  etse? Seni seviyorum, demek bu kadar zor mu? Beni sevdiğini duymak istiyorum”
    • “ Evde sürekli iş yapıyor, temizliği, bulaşığı hiç bitmiyor, birlikte vakit geçirmek, sohbet etmek, gülmek istiyorum. Beni sevdiğini birlikte yaşayarak hissetmek istiyorum”

    Bütün bu serzenişler, sevgililerin SEVGİ DİLLERİ’nin farklılığından kaynaklanıyor. Oysa ki ömür boyu mutlu bir beraberliğin ve sevginin hep canlı kalabilmesinin sırrı sevgi dillerinin keşfedilmesinde.

    Çoğu ilişki “aşk “ la başlar. Ama maalesef sürdürmek için aşk yetmez. Aşık olmak; “çiftleşme davranışının genetik olarak belirlenmiş içgüdüsel bir ögesi” olarak tanımlanıyor;

    • Aşık olmak iradi bir fiil yada bilinçli bir seçim değildir,
    • Aşık olma hali çaba göstermeden yaşandığı için gerçek sevgiyi tam olarak yansıtmaz
    • Aşık olan kişinin diğer kişinin gelişimine yardımcı olmada gerçek anlamda desteği yoktur.

    Oysa ki sevgi irade ile , emekle gelişir, bu yüzden  “aşk” tutkusu bitip gerçek dünyaya dönüldükten sonra bile sevme kapasitesi hep kalır. Bu nedenle hem kendinizin hem de sevgilinizin sevgi dilini keşfetmelisiniz.

    Beş Farklı Sevgi Dili Var:

    1. Onay Sözleri:

    Sevginin en güçlü ifade şekillerinden biridir onay sözcükleri ve iltifatlar. Yeri gelir sadece      “ eline sağlık, teşekkür ederim ya da iyi ki varsın “ kelimeleri bile ömre bedel olur sevgili için.

    Söylemekten korkmayın. Sevdiğinize cesaret verin, yüreklendirin. Sadece başkalarının yanında değil, yalnız kaldığınızda da sözlerinizi sakınmayın.

    2. Nitelikli beraberlik :

    Aynı evin içinde ama ayrı hayatlar yaşamanın ‘birliktelik’ olduğu zannediliyor maalesef. Oysa ki eğer birbirinizin dünyasına değmiyorsanız, bir yıl sonra geçmişe baktığınızda anılarınıza gülmüyorsanız bilin ki nitelikli bir beraberlik yaşamıyorsunuz.

    Nitelikli sohbet için, birbirinize odaklanın, gerçekten birbirinizi dinleyin, gözlerinizi kaçırmayın. Birbirinizin sözlerini kesmeyin.

    Nitelikli zaman geçirmek için, aynı anda bir çok şeyle ilgilenmeyin, tek başınıza televizyon izlemek , internette gezinmek yerine , birlikte yürüyüş yapın, karşılıklı kahve için. Seyahate çıkın, bu fikir çılgınca dediğiniz ne varsa ertelemeden hayata geçirin.

    3. Sevginin gösterilmesi

    Sevgililer için hediye; hatırlanmanın, düşünülmenin bir sembolüdür. Özellikle kadınlar hediye almaktan ve vermekten çok hoşlanırlar. Hediyenin maddi değerinden çok ifade etmeye çalıştığı duygusu önemlidir. Aslında sevgilinizi ne kadar tanıdığınızın da bir göstergesi olabilir. Bu nedenle hediyelerinizi özenle seçmelisiniz. Sanılanın aksine sadece doğum günü, yılbaşı , sevgililer günü gibi özel günlerde değil, hiç beklenmeyen bir zamanda sürpriz yapmalısınız.

    4. Hizmet davranışları

    Çiftlerin birbirlerini memnun etmek için hoşlandıkları şeylerin yapılmasıdır hizmet davranışları.  İçten gelerek, samimi bir şekilde yapıldığında değerlidir.

    Eşinizi mutlu etmek için , onun hayatını kolaylaştıran , bazen şımartan bazen de şaşırtan şeyler yapmalısınız. Bunun için kendinize sorun “ eşimi ne kadar tanıyorum? Onun için ne yaparsam mutlu olur ? ”

    Ancak tüm bunları yaparken ; söylenmeden, sallanmadan, başkalarına sorumluluğu atmadan , sonrasında başa kalkmadan yapmalısınız.

    5. Fiziksel temas

    Dokunmak ve dokunulmak bazıları için her şeydir. Sevgilerini göstermenin en güçlü araçlarından biridir. Kendilerini güvende hissederler, sanki var olduklarını teyit etmenin bir yoludur . Bazen küçük bir el tutuş, bazen bir buse bazense tutkunun ve bir olma isteğinin getirdiği cinsel beraberlik.

    Ancak unutulmamalıdır ki bir ilişkiyi başlatan da , bitiren de fiziksel temastır. Bu nedenle ilişkinizde asla şiddet olmamalıdır.

     

    Sevgi Dili nizi biliyor musunuz

     

  • Çocuklar da Depresyona Girebilir

    Son bir aydır 9 yaşındaki kızlarının karın ağrısı, baş ağrısı şikayetleri ile okula gitmek istememe, gerekli gereksiz her şeye  ağlama, kendi yatağında yatmak istememe gibi davranış değişiklikleri üzerine çocuk hekimine başvuran aileye ; yapılan muayene ve tıbbi tahlillerin normal olduğu, çocuğun şikayetlerinin psikolojik olabileceğini söylenmişti.

    Aileyle  yaptığımız görüşmelerde daha ayrıntılı öykü aldığımızda yemek yeme probleminin de olduğunu, hatta son iki haftadır geceleri alt ıslattığını öğreniyoruz.

    Annesi : kızım  “ okulda arkadaşlarım beni sevmiyor, kimse benimle oyun oynamak istemiyor, ben evde seninle kalmak istiyorum diyerek her sabah ağlıyor “ diyordu.

    Öğretmenden alınan bilgi de ise ; ”okulda arkadaşlarıyla asıl kendisi oynamak istemiyor, derslerde dalgın, son birkaç aydır daha içine kapandı, dersleri dinlemiyor” artık demişti.

    Çocuklar ailelerinin aynasıdır

    Ailede yaşanılan sıkıntılar, tartışmalar , fiziksel veya ruhsal hastalıklar, boşanma aşamasına gelen evlilik problemleri sağlıklı çözümlenemediğinde çocuklara yansır.

    Depresyon aile içinde yayılma özelliği olan bir hastalıktır. Bu nedenle evde yaşayan aile bireylerinin de mutlaka gözden geçirilmesi gerekmektedir.  Çünkü bazen depresyonda olan ebeveyn her şeyi olumsuz görme nedeni ile çocuğun sorunlarını büyütebilir veya kendi problemleri ile o kadar ilgilidir ki çocuğunun yaşadığı sorunları fark edemeyebilir .

    Bu örneğimizde de anne baba arasında süregelen tartışmalar, babanın evi terk etmesi, annenin çalıştığı kurumdaki maddi ve yönetimsel sorunları nedeni ile evde yaşanılan kaos, çocuğun  fiziksel ihtiyaçlarının fazlasıyla karşılanırken, duygusal ihtiyaçlarının görmezden gelinmesi , tıpkı depresyonda olan annesi gibi çocuğun da depresyona girmesine neden olmuştu.

    Çocukluk çağı depresyonu mutlaka tedavi edilmelidir

    • Eğer ailede depresyonda olan başka bir birey varsa ve tedavi olmamışsa , mutlaka o birey de tedavi edilmelidir.
    • 7 yaş altındaki çocukların depresyon tedavisinde öncelikle oyun terapisi yer almaktadır.
    • Okul çağı veya ergenlik dönemindeki çocukların depresyon tedavisinde ise , psikoterapinin yanı sıra ilaç tedavisi kullanılmaktadır.
    • Eğer “küçücük çocuk ilaç mı kullanırmış” gibi bir düşünce ile tedavi geciktirilir ise  problem daha da derinleşebilir.

    Çocuklar Da Depresyona Girebilir

  • Şiddet Gösteren Erkeklerin Ortak Özellikleri

    Kız çocukları şiddetle ilk ailelerinde tanışıyorlar. Anneleri ya da babaları tarafından güç kullanılarak bastırılmaya çalışılıyorlar. Büyüdükçe  abileri , hatta amca, dayı gibi akrabaları tarafından fiziksel, duygusal ya da cinsel şiddette uğruyorlar.

    Bazen de evlerinin koklamaya kıyılamayan çiçekleri olan kadınlar flört ettikleri erkekler tarafından , nişanlıları ya da eşleri tarafından acımasızca eziliyor , dövülüyor, öldürülüyorlar.

    Hangi erkeklerin şiddet eğilimi daha fazla ?

    • kendileri de  duygusal ya da fiziksel istismara uğramış,
    • anneleri ya da kardeşleri de şiddet görmüş,
    • küçükken terk edilmiş, ebeveynlerini kaybetmiş ya da ailelerinden zorla uzaklaştırılmış ,
    • Şizofreni, Antisosyal kişilik bozukluğu gibi psikiyatrik tanı almış erkeklerin şiddet eğilimlerinin daha fazla olduğunu görüyoruz.

    Şiddet gösteren erkeklerin ortak özellikleri:  

    • Düşük benlik saygısına sahip,
    • Terk edilmekten korkan
    • Çabuk sinirlenen, empati yapamayan
    • Kendi hatalı davranışlarını inkar eden
    • Başkalarını küçümseyen , iddiacı , kolay yalan söyleyen
    • Şiddetin günlük hayatla baş etme yollarından biri olduğuna inanan
    • Kadınların yaşam hakkı konusunda katı düşünen
    • Sıklıkla kendilerini “özel” olarak gören
    • Aşırı derecede kıskanç (örneğin, birlikte olduğu kişinin sürekli kendisiyle birlikte olmasını veya nereye giderse gitsin haber vermesini  bekleme)
    • Alkol veya diğer madde bağımlılıklarına yatkın.

    şiddet gösteren erkekler

  • Narsisizm: İş Arkadaşınız Bir Mitolojik Kahraman Olabilir mi?

    Yüreğinden yaraladığı kızlardan biri, bir gün tanrılara yakararak Narkissos’un cezalandırılmasını istedi. “Başkalarını sevmeyen kendini sevsin” dedi yüce tanrılar. Ve yakışıklı mı yakışıklı ama bir o kadar da katı yürekli olan delikanlının cezalandırılması işini , adı haklı öfke demek olan Nemesis’e bıraktılar.

    Nemesis’in görevini yerine getirmesi uzun sürmedi. Susayıp da duru bir pınara eğilince Narkissos, suda kendi yüzünü gördü. “Başkaları benim yüzümden ne acılar çekmiş şimdi anlıyorum” dedi. “Kendime karşı olan sevgimle yanıyorum ben. Suda yansıyan bu güzelliğe nasıl erişebilirim? 0 güzelliği bırakamam da. Yalnız ölüm kurtarır beni.” Böylece su kıyısında eridi gitti Narkissos. Canı ölüler ırmağını geçerken, suya eğildi, son bir kez baktı yüzüne. Eridiği yerde güzel, yepyeni bir çiçek açtı. Sevgilileri adıyla andılar onu, Narkissos (nergis çiçeği) dediler (Hamilton, ı996, s.6ı-62).

    İşte mitolojideki o karakter; bu gün psikolojideki kendini aşırı sevme , aşırı güvenme ve büyük görme anlamına gelen Narsisizm’e  ismini verdi.

    Bir yanda büyüklenmecilik ve başkalarını beğenmeme ,  bir yanda ise girişimcilik ve liderlik özellikleri ile gerek iş yaşamında gerekse özel hayatta sık karşılaştığımız , hatta toplumda özgüven ile de sık karıştırılan bir kişilik yapılanması Narsisizm .

    Kendini iyi tanıyan, duygu ve düşüncelerini iyi yönetebilen, kendini ve çevresini seven kişileri “  Özgüvenli kişiler “ olarak tanımlayabiliriz. Başkalarını  ezmeyen , hor görmeyen , en iyiyi kendilerinin bildiğini iddia etmeyen kişilerdir. Yanlış yaptıklarında ders alır ve bir daha yapmazlar. Eksik yönlerini bilir, bunlarla kişiliğini olumlu yanlarıyla bütünleştirirler. Gerçekçi düşünceleri vardır. “Ben yapmam, ben başaramam “ gibi içsel olumsuz konuşmaları yoktur.  Evrene olumlu mesajlar gönderdikleri için de olumlu şeyler yaşarlar.

    Narsistik kişilik bozukluğu olan kişiler ise; büyük ve güçlü olma tutkusu, artmış takdir görme arzusu, yetki sahibi olma isteği içindedirler. Kendilerini çok önemli, çok yetenekli hissederler, zihinleri sürekli başarı kazanma ve önde olma ile meşguldür, kendilerini başkalarından üstün görürler, sürekli ilgi ve hayranlık görme ihtiyacı içindedirler. Eleştiriye karşı aşırı tahammülsüz ve empati yeteneğinden yoksundurlar.

    Aslında içten içe yaşadığı ve üstesinden gelemediği ; eksiklik, değersizlik ve aşağılık duygularını bastırmak için kendilerine güveniyor rolü yaparlar. Kendilerini değerli hissetmek için başkalarını değersizleştirip dururlar. Benlikleri hep eksiktir. Başkasını ezerek ancak kendilerini sevebilir ve başkaları üzerinden kendi benliklerini inşa ederler. Yani o hep küçümsediği “ötekiler” olmadan ne yazık ki narsistik kişilik bozukluğu olan kişiler var olamazlar.

    Oysa aynı kişiler; “dünyayı değiştirecek, anlam katacak vizyon”larıyla kendilerine ve tüm topluma yol açmaya, “bağımsız düşünme ve risk alabilmeleriyle” başarılı girişimlere, “tutkulu ve karizmatik” yapıları ile insanları etraflarında toplamaya, örgütlemeye ve örnek liderler olmaya, “azim ve bitmeyen öğrenme motivasyonları” ile gelişmeye, üretmeye ve toplumun refahına, “tehditler karşısında tetikte duruşlarıyla” sürekliliğe ve kalıcılığa, “mizah duyguları” ile mutluluğa aracılık edebilecek potansiyele sahiptirler.

    İşte bu patolojik narsisizm ile sağlıklı narsisizm arasındaki ince çizgide kişiler, bir terapist eşliğinde iç dünyaları ile yüzleşip, kendilerini ve güçlerini keşfedebildikçe , içsel doyum sağladıkça   sağlıklı tarafta kalmayı başarabileceklerdir.
    Diğer sayımızda iş hayatında Narsistik kişilik yapılanmasını nasıl tanırız ve ast- üst ilişkilerini nasıl etkiler sorularına cevap arayacağız…

  • Erkeklerin Boşalmasını Hızlandıran Nedenler

    • Genç olmak,
    • Romantik, içgüdüleri zayıf ve mantığıyla hareket eden erkekler,
    • Heyecanlanmak,
    • Uzun süren cinsel perhizler sonrası kurulan cinsel ilişkiler,
    • Partnerinin daha istekli olması,
    • Yeni evlenmiş veya hiç cinsel ilişkide bulunmamış olmak,
    • Cinsel ilişki yoğunluğunun azalması,
    • Cinsel birleşme esnasındaki gidip gelmelerin hızlanması,
    • Kaygılı ve sinirli ruh hali,
    • Aşırı istekli olmak veya aşırı cinsel isteğin verdiği gerginlik,
    • Eve günün stresinden bunalmış, yorgun ve sıkıntılı bir halde gelmek,
    • Performans anksiyetesi yani aşarısızlık korkusu,
    • Partner olarak seçilmiş kadının cinsel isteksizliği,
    • Cinsel zevke önem vermeyen kadınlarla, hayat kadınlarıyla veya yakalanma korkusu olan bir ortamda kız arkadaşlarla yaşanan erken cinsel deneyimler,
    • Devamlı alışılmış partnerle değil de ek olarak başka bir partnerle ilişkiye girme,
    • Sorunlu veya bozuk giden evlilikler,
    • Sertleşme bozukluğu olacağı endişesi vb.