Yazar: prosman@gmail.com

  • Sınırlayıcı İnançlar ve Düşünce Virüsleri

    21.yüzyılın sihirli kelimesi “Değişim” , vazgeçilmez kavramı ise  “Kişisel Gelişim”  oldu…Gerek bireysel gerekse kurumsal alanda mutluluğu ve başarıyı yakalamak isteyenler değişime ayak uydurmaya başladı  ve sihir gerçek oldu. Nasıl mı?  Çünkü “değişim”  tam da karar verdikleri o noktada başlamıştı…

    Şimdi siz de hazır mısınız, sihirli bir yolculuğa benimle birlikte çıkmaya ve bir istasyonda soluklanmaya? Bu istasyon , yeni bir kavramdan ve düşünme süreçlerinden oluşan tamamen zihninizde yeni kapılar açacak ve size farklı bakış açıları kazandıracak., temel   istasyonlardan biri olan  Sınırlayıcı inançlar ve Düşünce Virüsleri…

    Eğer hayatın sürekli akan nehrinde değişerek, öğrenerek, gelişerek mutlu bir şekilde yüzmek yerine akıntıya kürek çeker gibi sürüklenip gidenlerdenseniz,  kaynaklarınızla oluşturduğunuz inançlarız sizi kısıtlıyor ve bir şeyi yapmayı tercih ederken başka bir şeyden kaçınmanıza neden oluyorsa, istedikleriniz gerçekleşmediği zaman ya da kötü şeyler yaşadığınızda  kaderi, olayları ve ya başka kişileri suçluyorsanız , sonuçta tüm bunlar kaygılarınızın ve gerilimlerinizin giderek artmasına  ,  zaman ve enerji kaybına neden oluyorsa , Sınırlayıcı inançlarınızın  ve Düşünce Virüslerinizin farkına varmanızın tam zamanı gelmiş demektir.

    Deneyimlerimizi çerçeveleyip onlara anlam katan en temel faktörlerden biri olan  inançlarımız, aslında kendimiz, diğer insanlar ve hayat hakkındaki yargı ve değerlerimizi temsil eder.  Çoğu zaman  kendi hayat deneyimlerimizle şekillense de  aslında küçük yaşlarda aile, öğretmen gibi yakın çevremizdeki kişilerin bizlere kendi inançlarını aktarmasıyla oluşur. Ve maalesef ki bir kere oluştuktan sonra bir daha kolay kolay onu sorgulama gereği duymayız. Bilinçdışı olarak hayatımızı yönlendirir.

    Nörolojik olarak inançlar beynin orta kısmındaki hipotalamus  ve limbik sistem ile bağlantıdır. Uzun süreli bellek ve duygularla ilişkili olan limbik sistem ise , cortex den daha ilkel bir yapıya sahip olmasına rağmen cortexden gelen bilgileri birleştirerek kalp atışı , vucüt ısısı , göz bebeğinin büyüyüp küçülmesi gibi temel vücut fonksiyonlarını kontrol eden             “ otonom sinir sisteminin “ işleyişini düzene sokmaya hizmet eder. Bu durum bir poligraf aletinin herhangi  bir kişinin yalan söyleyip söylemediğini nasıl meydana çıkardığını da anlatmaktadır.

    Bilinç, olayları  X     ->      Y  olarak anlamlandırırken ,

    İnanç, olayları   X = Y olarak anlamlandırmaktadır.

    Genelde bizi sınırlayan bu inançlar, “ Ümitsizlik” ,” Yetersizlik “ , “ Değersizlik “   duygusuyla bize varlığını hissettirir  Fiziksel ve ruhsal sağlığımızı etkileyerek yaşamsal kalitemizi düşürürür.

    Eğer ümitsizlik hissediyorsanız, arzu ettiğiniz şeye ulaşmak için kontrolün kendi elinizde olmadığına inanıyorsunuzdur,

    Eğer yetersizlik hissediyorsanız, gerçekleştirmek istediğiniz şeyler konusunda yeterince bilgi ve beceriye sahip olmadığınıza inanıyorsunuzdur,

    Eğer değersizlik duygusu yaşıyorsanız, istediklerinizin mümkün olabileceğine inanıyor ancak bunu hak etmediğinize inanıyorsunuzdur.

    Sınırlayıcı inançlar, virüs gibidirler, kişinin gelişim ve değişim sürecini çok hızlı  bir şekilde sabote ederler. Nasıl ki biyolojik anlamda virüsler hücrenin içine giriyor ve hücrenin sahibi gibi davranarak üreyip çoğalıyor ise düşünce virüsleri de aynı şekilde çoğalarak önce zihnimizi sonra da hücrelerimizi ve hayatımızı etkiler.

    Eğer kilonuzun aileden size kalan genetik bir miras olduğuna inanıyorsanız, kilo veremezsiniz, eğer terfi edilmeye hak ettiğiniz düşünmüyor, bilgi ve becerinize güvenmiyorsanız terfi edemezsiniz, karşınızdaki kişinin veya sevgilinizin güvenilmez biri olduğuna inanıyorsanız, hiçbir zaman güvenilir bir partner bulamazsınız.

    Hatırlamanız gereken bir diğer husus da , başkaları tarafından düşünce virüslerine de maruz kalabileceğiniz. Bu virüsler sizi sarmalayıp , inançlarınızı sınırlayabilir. Çocukluğunuzu hatırlayın, “ asansörde kalırsan korkarsın” “ evde yalnız kalamazsın “ “  Bisiklete binmeyi hiçbir zaman öğrenemeyeceksin ” , “ Tek başına bu işi halledemezsin, dur ben senin yanında geleyim “  gibi daha binlerce örnek verebiliriz.

    Bazı düşünce virüsleri ; AIDS hastalığının virüsüne benzer, eğer korunma yöntemlerini bilmiyorsanız veya yeterince korunmuyor iseniz  siz aslanlar gibi sağlam da olsanız ölümcül hastalığa yakalanırsınız.

    Bazı düşünce virüsleri ; GRİP hastalığının virüsüne benzer, eğer vücudunuzun direnci düşmüş ise , karşınızdaki kişinin  bir hapşırması ile hasta olursunuz.

    Bazı düşünce virüsleri ise çiçek hastalığının virüsü gibidir. Biliyorsunuz ki dünyadan bu hastalık eredike edildi. Sizce bu hastalığı nasıl eredike ettiler? Virüsü yok ederek mi ? Yoksa herkesi aşılayarak mı? Elbette aşı ile bu hastalığa karşı bağışıklığı  sağlayarak …

    Eğer başka insanların negatif düşünce virüslerini fark edip inançlarınızı sınırlamalarına izin vermeyecek bağışıklığı sağlarsanız asla hasta olmazsınız. O halde ilk adım ; düşünce virüslerini fark etmek , ikinci adım hangi inançlarınızın sizi sınırladığını , hangi inançlarınızın sizi güçsüzleştirdiğini fark edip, bilinç seviyesine çıkartmak , üçüncü adım ise; onları ihtiyacımız olan olumlu yönde yeniden yapılandırmak.

  • Alkol değil! Risk alıyorsunuz…

    Alkol kullanımı bir çok kişi için masum bir eğlence aracı. Ancak birkaç duble ile başlayan bu macera, ilerleyen dönemde vücudun kullanılan alkol düzeyine alışması ile birlikte, artmaya başlamaktadır. Böylece aldıkları alkol miktarı arttıkça , aldıkları risk de artmaktadır.

    Riskli kullanım dediğimiz, haftada 16 – 21 birim ( 8-11 duble rakı vb. Gibi) alkol tüketen kişilerin bağımlı olmadıklarına dair inançları vardır. Doğrudur, alkol kullanmadıkları zaman herhangi bir yoksunluk yaşamamaktadırlar , herhangi bir sosyal ve ekonomik kayıpları da yoktur belki …Ancak her şey yolunda gözükse de bu gidişleri istenmeyen bir yöne yani bağımlılığa doğru hızlı bir gidiştir.

    Alkol hakkında yanlış bilinenler:

    Alkol, kalbe iyi gelir mi?

    Genel olarak toplumda, düzenli, az miktarda ve ölçülü alkol tüketiminin kalbi koruyucu etkileri olduğuna dair genel bir kanı hâkimdir. Alkolün bu koruyucu etkisi daha çok 40 yaş ve üzeri, kalp rahatsızlığı olan kişiler için geçerli olduğu saptanmıştır.

    Oysa ki devamlı alkol kullanımı; hem vücuttaki yağ depolarından yağların çözülüp kana geçmesine neden olmakta, hem de hücrelerdeki normal metabolizmayı (besinlerin yanmasını), fazlaca yağ yapımına kaydırmaktadır. Sonuçta kanda total lipid ve kolesterol düzeyini yükseltmektedir.

    Alkol, gıdanın sindirilmesine faydalı mıdır?

    Alkollü içkilerin sindirimi geciktirdiği gösterilmiştir. Çünkü alkol sindirim kanalı duvarlarında tahriş edici sebebi ile fazlaca mukus ve hidroklorik asit salgılamasına neden olur. Bu ise sindirime olumsuz etki yapar. Alkolün hangi çeşidi olursa olsun, ne miktarda olursa olsun, sindirimi uyarıcı madde olarak kabul edilemez.

    Alkollü içkiler vücudu ısıtır mı?

    Alkol kullanan kişinin cilt damarlarında genişlemeye neden olur. Bu ise vücuttan ısının kaybına ve vücut ısısının düşmesine neden olur. Hatta sarhoş kişinin hisleri azaldığı için, şiddetli soğuklarda sokakta kaldığını bile fark etmeyebilir. Donma tehlikesi geçirebilir.

    Bira taş düşürür mü?

    Biranın diüretik yani idrar arttırıcı bir etkisi olduğunu herkes bilir. Ancak aynı etki memba suyu, ıhlamur içenlerde de olur. Biranın taş düşürmek bir yana, içerisinde etil alkol bulunduğu için ödem yani idrar yolunun civarında sıvı birikmesine yol açar. Bunun için taş düşürme zorlaştırıcı, geciktirici etkisi bile olabilir.

    Alkol cinsel gücü artırır mı?

    Yapılan araştırmalarda düşük kan alkol konsantrasyonunda uyarılmada bir artış olduğu gözlenmiştir. Ancak alınan alkol miktarı arttıkça merkezi sinir sistemi üzerinde inhibisyon yapmakta ve uyarılmada azalma ve setleşme güçlüğü yaşanmaktadır.

    Yüksek alkol düzeylerinde alınan zevkte azalma ve orgazm yoğunluğunda düşme olduğu gibi hiç boşalamama da yaşanmaktadır.

    Ramazan ayında içmiyorum, alkolik sayılmazım değil mi?

    Ramazan ayı boyunca bir kişinin alkol içmemesi, onun bağımlı olmadığı anlamına gelmez. Zaten müslüman ülkelerin bir çoğunda bağımlılar ramazan aylarında içmiyorlar. Tehlikeli olan şudur ki alkolizm gelişince ara sıra bırakmakla düzelmez.

  • Tükenmişlik Sendromu

    Geçen gün ilkokul 3. sınıf öğrencisi ile sohbet ediyordum. T.C. Kimlik numarasını ezbere bildiğini fark edince şaşırdım, yanında 8.sınıf öğrencisi vardı, hemen atladı “ bizler sınav çocuklarıyız, hayatımız sınavlarla geçiyor , tabi ki  ezbere bileceğiz numaramızı”  dedi.

    Daha ilkokul hayatında  başlıyor, rekabet, beklenti yüksekliğini karşılama ihtiyacı, zamanının çoğunu yaptığın işe harcanması , okuldan sonraki yani mesai bitiminden sonraki zamanı bile iş için geçirme .

    Böylece zamanı yönetme baskısı küçük yaşlarda omuzlara biniyor. Bu yaşlarda öğreniliyor mutluluğun, huzurun, fiziksel ve ruhsal sağlığın için yatırım yapmaya vakit bulamama, yani   “  BEN “ kimliğine sırt çevirme.

    Önce başarı için puan peşinde koşmayı öğreniyor, ardından da para ve kariyer peşinde koşmayı. Çünkü iyi bir okul için, iyi bir üniversite için, iyi bir iş için ve en önemlisi de hayal edilen yaşam standartlarına kavuşmak için sadece çalışmak gerekli  fikri pompalanıyor.

    Oysa ki kendisi ile barışık olmayan, aile ve sosyal çevresine zaman ayıramayan, sürekli bilgisayar , telefon gibi teknolojik cihazların tacizine maruz kalan , sağlıklı beslenemeyen, yeterince uyuyamayan kişilerin kariyer ve paraya ulaşması mümkün olsa da sağlıklı bir bedene ve ruha sahip olması imkansızlaşıyor. Kronik stresin ve yorgunluğun yarattığı fiziksel ve duygusal çöküş  kaçınılmaz oluyor.

    Bu çöküş kendisini; işi savsaklama, işe gelmeme veya geç gelme, işi bırakmaya eğilim olarak göstermeye başlıyor.

    İş kazalarında artış,insan ilişkilerinde uyumsuzluk, eş ve aile bireylerinden uzaklaşma, fazla sigara ya da alkol kullanımı , yorgunluk, bitkinlik, uyku bozuklukları, baş ağrısı, uyuşukluk, solunum güçlüğü, ürtiker tarzı cilt problemleri , sindirim güçlükleri vb. gibi  bireysel veya toplumsal düzeyde performansı olumsuz yönde etkiliyor.

    Bu nedenle çalışanlarda görülen Burnout Sendromu olarak da adlandırdığımız mesleki tükenmişlik sendromunun mümkün olan en kısa zamanda anlaşılması, tanınması ve baş edebilmek için doğru müdahalelerde bulunulması gerekiyor.

    Çünkü bu durum sadece tükenmişliği yaşayan kişiyi değil, başta ailesini, arkadaşlarını, çalıştığı kurumu ve hatta  hizmet verdiği kişileri de önemli ölçüde negatif etkiliyor.

    Kronik yorgunluğun ve tükenmişliğin önlenebilmesi için öncelikle işverenlere büyük sorumluluk düşmektedir;

    • Çok net bir şekilde çalışanların rollerinin sınırları belirlenmeli,
    • Rol çatışmaları mümkün olduğunca en aza indirilmeli
    • İşin doğası gereği sorumluklar paylaştırılmalı
    • Çalışma saatleri bireyin önemli ihtiyaçlarına göre esnekleştirilmeli,
    • Ücret politikaları performansa yönelik ancak adil olmalı ,
    • İş güvencesi verilmeli ,  sürekli  işini kaybetme korkusu ile  karşı karşıya getirilmemeli
    • Çalışanın yeteneklerine, teknik bilgi ve donanımına uygun iş , kariyer imkanı ve ücret verilmeli
    • Çalışanın mesleksel gelişimi için hizmet içi eğitimlerine destek olunmalı,
    • Gereksiz bürokratik adımlar, kırtasiye işleri, amacına uygun olmayan ve uzun toplantılar engellenmeli
    • Aydınlatma, havalandırma, ısı, v.s. gibi fiziksel mekan ergonomik hale getirilmeli
    • Yöneticiler tarafından ısrarlı ve bilinçli bir şekilde yapılan duygusal saldırı, ayrımcılık ve zorbalık olarak da tanımlanan “Mobbing” e müsaade edilmemeli
    • Teknolojik gelişmeler  sonucu  üretimin otomatikleştiği, özellikle de seri imalatın olduğu iş kollarında yaşanan tek düze çalışma koşulları iyileştirilmeli
    • Yaşanılan monotonluğun işçiler  üzerinde umutsuzluk, sıkıntı, gerilim, ilgisizlik, pasif direnme, saldırganlık gibi ileri derecede psikolojik ve sosyal bozukluklara neden olabileceği için bu durum erken tanınmalı ve psikolojik yardım alınması sağlanmalı
    • Çalışanların içsel motivasyonlarını kazanmalarına yönelik sosyal ve kültürel faaliyetler organize edilmeli,
    • Çalışanların iş stresi sürekli gözlemlenmeli ve iş dağılımı buna göre yapılmalı
    • Çalışanların da yönetimin aldığı kararlarda söz sahibi olabilmesi için her yıl  toplantılar ya da anketler yapılmalı

     

    Bireysel olarak yapabilecekleriniz ise;

    • Öncelikle ; “Mükemmel olmak zorundayım, başkalarını memnun etmek zorundayım, kontrolü tekrar elime almam lazım vb.” mükemmelliyetçi düşünce yapınızı değiştirmelisiniz
    • Yapacağınız işi iyi tanımalı, işin sınırlarını, zorluklarını göz önünde bulundurulup, kendi yeterliliğinize ve sınırlarınıza göre  sorgulamalı ve gerçekçi bir bakış açısı ile bakmalısınız.
    • Mesai saati bitiminde kendinize mutlaka 30 – 60 dakika ayırmalısınız.( imkansız demeyin,  farz edin ki mesai bir saat geç bitti )
    • Bu süre içinde yürüyüş veya başka bir spor dalı ile uğraşabilir , sanatsal faaliyetlere katılabilir, arkadaşlarınızla buluşabilirsiniz.
    • Öğle tatilinde farklı kişilerle yemek yiyip, farklı konularda sohbet edebilirsiniz
    • Çocuklarınızla yaşlarına uygun vakit geçirip, onlarla günde en az yarım saat oyun oynayabilirsiniz
    • Hafta sonları yakın çevrenizde kısa tatiller yapabilir, yıllık izinlerinizde mutlaka farklı mekanları, zevkinize göre ilginiz çeken, dinlenebileceğiniz ortamları seçebilirsiniz.
    • Hayatınızda nükteye, mizaha daha fazla yer verebilirsiniz  

     

  • Anne ve Babaların Çocuğun Cinsel Gelişimi İle İlgili Sordukları Sorular

    Soru: Çocukların anne-babaları ile aynı odada yatmaları doğru mudur?”

    Cevap: Yatak odanız size aittir. Üstelik çocukların yaşları ne kadar küçük olurlarsa olsunlar, cinsel ilişki sırasında duyacaklarından ve göreceklerinden etkileneceklerdir. Çocuğun kendine olan güven duygusunun gelişebilmesi için erken yaşlarda kendi odasında tek başına yatabilmeyi başarması gerekir. Aynı zamanda evliliğin kurallarını ve anne baba rollerini de öğrendiğinden anne babaların özel bir odası olması gerektiğini öğrenmelidir. Çocuğunuzu her açıdan korumak için aynı odada yatmamalısınız.

    Soru:  Çocuğumla birlikte banyoya girmem sakınca yaratır mı?

    Cevap: Genellikle 3 yaşa kadar çocuklar anne babanın çıplaklığını çok fazla önemsemeyebilir. 4-5 yaşından itibaren bunun farkına varacaktır. Bu yaşlarda anne babanın örtünmesinde yarar vardır. Yetişkin vücudu ile kendi vücut ölçülerini karşılaştıran çocuğun kafasında yanıtlanması zor sorular oluşabilir. Anne babanın mahremiyeti kadar çocuğun mahremiyetine de saygı duyulmalı ve bu mahremiyete uygun davranılmalıdır. Çocukla konuşurken, vücudumuzdaki özel organları başkalarına göstermenin uygun olmadığı vurgulanmalıdır.

    Soru: “Çocuğuma cinsellikle ilgili bilgi vermekle onun merakını  erkenden uyandırmış olur muyum?”

    Cevap: Hayır. Aksine size sorduğu sorulara açık, kısa, doğru ve doğal bir biçimde verdiğiniz  bilgiler çocuğun anne-babasına olan güvenini pekiştirir ve tatmin edicidir. Başkalarına soru sormak durumunda kalmaz.

    Soru: Medya, çocuklarımız üzerinde çok etkili. Televizyon ve internette kontrol edilemez boyutta cinsellik ve şiddet içeren yayınlar var. Çocuğumu bunlardan nasıl koruyabilirim?

    Cevap: Çocuğun büyüme esnasında teknolojiden uzak tutulması çağımız şartlarında imkansız görünüyor. Maalesef ki çocukların dikkate alındığı ve korunmaya çalışıldığı  bir programcılık anlayışının olduğu da söylenemez. Ancak, televizyon izleme konusunda Türk ailesinin bilinçli olmadığı da bir gerçektir. Çoğu ailenin tek eğlence aracının televizyon olması beraberinde bazı tehlikeleri de getirmektedir. Sabahtan akşama kadar açık bir televizyonda elbette çocuk için zararlı sahneler görme olasılığı da fazladır. Bu nedenle çocuklarla daha kaliteli vakit geçirilmeli, televizyon yerine oyunlar oynanmalıdır.

    Soru: Çocuğumu İnternetteki sex sitelerinden nasıl uzak tutabilirim ?

    Cevap: Eğer evde bilgisayar ve internet var ise, mutlaka çocuklar için Filtre olmalı, her istediği siteye girişi mümkün olmamalıdır.  Bilgisayar kullanımı mutlaka ailenin ortak kullanım alanı olan , salon, hol , oturma odası gibi yerde olmalı ve çocuğun girdiği siteleri anne babanın görmesi mümkün olmalıdır.

     

  • Çocukların Cinsellikle İlgili Sordukları

    Soru:Neden benim de ağabeyiminki gibi pipim yok?”

    Cevap: “Kızlar ve erkekler ayrı yaratılmışlardır. Kızların erkeklerin gibi cinsel organı vardır ve farklı yönlere doğru gelişmiştir.( kızlarınki içe doğru, erkeklerinki dışa doğru ) ”

    Soru: “Bebekler nereden gelir?”

    Cevap: “Çocuklar annenin içinden çıkarlar. Onlar annenin karnında yaşar ve büyürler. Orada sıcak ve güvenli bir bebek yuvası vardır. Kızlar yeterince büyüdüğünde anne olabilirler. Bebek dünyaya gelebilecek kadar büyüdüğünde anne karnından dışarı çıkar. “ ( 6 yaşa kadar  çocuklar ,  genellikle cinsel ilişki ile ilgili ayrıntıları almaya hazır değildir.)

    Çocuk 7-8 yaşlarına geldiğinde , babanın içindeki bir tohumun annenin içindeki yumurta ile birleştiği ve bunun bebeğin gelişimini başlattığı söylenebilir. Bu birleşmenin nasıl olduğu ise “ana-babanın yan yana yatması ve sevgi dolu olmaları” şeklinde açıklanabilir.

    Ergenlik dönemi soruları bedendeki değişim, üreme, üreme yeteneği, üreme organları, cinsel ilişki, mastürbasyon, ıslak rüyalar, ereksiyon, bebeğin oluşumu, doğum, cinsel ilişki yaşı, korunma yöntemleri, vb. konularını içerir. Anne ve baba bu konularda kendini bilimsel yayınlardan yararlanarak geliştirmelidir.

    Soru: Regl ( Adet görmek ) ne demektir?

    Cevap: Yetişkin kadınlar ayda bir kez vajinalarından kanarlar. Buna Regl yada aybaşı denir. Bunun sebebi kadınların yumurtalıklarından her ay 1 yumurtanın döllenmek üzere hazırlanmasıdır. Eğer döllenme yani bebeğin oluşumu gerçekleşmezse bu yumurta bir miktar kan ile vücuttan atılır ve ertesi ay yeni bir yumurta oluşur. Her genç kız 12-15 yaşları arasında ilk kez regl olur.

  • Çocuklara doğru zamanda cinsel eğitim verilmeli

    Cinsellik biyolojik ve sosyal olarak inşa edilen, kültürel ve dini inançları yansıtan bir olgudur. Çocuklukta başlayan cinsellik kavramı, ergenlik dönemi ile birlikte son şeklini alır. Önemli olan çocukluktan itibaren cinselliğe dair bilgilerin sağlam temeller üzerine kurulmasıdır. Maalesef ki ülkemizde çocukların cinsel eğitimi, pek çok anne baba için konuşulması zor bir durumdur. Anne babalar cinsel eğitimi çocuklarına ne zaman, ne kadar ve nasıl vereceklerini bilmemektedir. Oysa ki gerek anne, gerek baba tarafından verilecek cinsel eğitim, çocukların veya ergenin başka kaynaklara yönelmesini engelleyecektir.

    Cinsel eğitim doğumdan başlayan, ergenlik dönemini de içine alan uzunca bir süreçtir. Çocukların ve ergenin bedensel, duygusal, sosyal, zihinsel ve cinsel gelişimlerini takip etmek, kız ve erkek rollerini kabul etmesine, kendi cinsinin özellikleri ve karşı cinsin özellikleri ile bir bütün içinde yaşamasına yardımcı olmak amacıyla verilen  bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışmalarıdır.

    Cinsel eğitime başlamak için belli bir yaş bulunmamasına rağmen, anne babalar, çocukları okul öncesi dönemdeyken (3-4 yaş dolaylarında) ilk sorularla karşılaşırlar. Açıklamalar sade bir dille, rahat, utanmadan ve bilimsel kaynaklardan yararlanarak yapılmalıdır. Anne babalar çocuğa iyi ve kötü dokunuşu ayırt etmeyi öğretmeli, uygun cinsel davranışın sınırlarını belirlemeli, çocuğu doğru cinsel bilgiyle donatmalıdırlar .

    Çocuklar ; merak ettiklerini rahatlıkla sorabilir ve uygun yanıtlar alabilirlerse; kendilerine olan güvenleri artar ve ne isteyip ne istemediklerini rahatlıkla ifade edebilir hale gelirler, bu da cinsel tacize uğrama olasılıklarını azaltır. Çünkü çocuk bunu önleyebileceğini öğrenir. Demokratik ailelerde yetişen çocuklar herhangi bir duygusal açlık yaşamadıkları için, bu anlamda kendilerini kullandırmaları söz konusu değildir. Sağlıklı kız/erkek arkadaş iletişimini rahatlıkla kurabilirler. Aile dışında yaşadıkları olayları  (okulda, arkadaşlar arasında vb.) rahatlıkla aile üyeleriyle paylaştıklarından, sorun çıktığında sağlıklı yönlendirme yapmak daha kolaydır ve hatalı davranışları zamanında önlenebilir.

  • Bu gün, Çocuğunuza bir hediye verin onunla oyun oynayın…

    Yoğun iş temposu içinde zamanın nasıl akıp gittiğini anlamıyoruz bile…Bir bakıyoruz ki çocuklarımız büyümüş, zaten mevcut eğitim sisteminin içinde şunun şurasında çocukların çocukluklarını yaşayabilmesi için sadece 7-11 seneleri var. Neden 7 dedim, çünkü 1. sınıfta bile inanılmaz derecede ödev ve test stresi altında çocuklar. Eğer biraz insaflı iseniz çocuğunuzun ilk okul döneminde , yani ergenliğe girmeden çocukluğunu yaşamasına müsaade etmiş olursunuz…

    6-9  yaş arasında  erkek çocuğu olan babalara soruyorum, oğlunuzla ne yapıyorsunuz diye; , birlikte oynadığınız ve en sevdiğiniz oyun hangisi ?  Maalesef çocuğumla oyun oynuyorum diyen hiç kimse çıkmıyor, o halde ona tavla oynamayı öğrettiniz mi? Haftanın bir günü bile olsa aşağıda arkadaşlarıyla top oynuyor musunuz? Ya da birlikte araba yıkamaya, bisiklete binmeye gidiyor musunuz? Evde küçük tamirat işleri yapıyor musunuz? Hiç biri mi? Monopoly, tabu, şans yolu, tombala ? Ne bileyim mutlaka bir şeyler olmalı diye, %80 aldığım cevaplar, ders çalışıyoruz, kursa götürüyorum veya televizyon izliyoruz. Nadiren de birlikte bilgisayarda  oynuyoruz.

    Peki kız çocuğu olanlara soruyorum? Evde kızınızla ne oynuyorsunuz diye, evcilik, kuaförcülük, restorancılık tarihe karışmış, holilop çevirmek, aşağıda arkadaşlarıyla birlikte yakar top oynamak hiç yok. Birlikte kurabiye yapıyor musunuz? Kek pişirmeyi öğrendi mi? En azından bulguru önüne döküp kısır yaptırıyormusunuz?  Kızınızla evde ders dışında ne paylaşıyorsunuz?

    Anlıyorum ki, çocuklar yalnızlaşıyor, öncelikle koskoca evlerinde… Evlerin oda sayısı arttıkça , salonlar şıklaşıp,  lüksleştikçe, şşşşttt!!!, Evde yapma !!!! Evde oynama !!! gibi sözcükler de artıyor. Otur ders çalış, boş vaktinde test çöz!!! Ama oyun oyna diyen yok, beraber oyun oynayalım diyen hiç yok!

    Oysa ki Çocukların psikolojik gelişiminde oyun oynamak büyük yer tutar, anne ve babalar genelde oyunun çocuklar için içgüdüsel bir şey olduğuna inanırlar yani bir yetişkinin yardımı olmadan da çocuğun kendi kendine oyun oluşturabileceğini düşünürler. Çok küçük çocukların kendi kendilerine spontan oyunlar başlattıkları doğrudur ama şunu bilmeliyiz ki: bir çocuğun oyun yaratma konusundaki içgüdüsü eğer ebeveyn çocuğun oyun yaratma sürecini desteklemiyorsa, yavaş yavaş yok olmaktadır. O nedenle ebeveynlerin çocuklarıyla oyun oynamaları çok önemlidir.

    Oyunun çocuk gelişimine katkısı nasıl mı?

    • Oyun çocuklara kim olduğunu, neler yapabildiğini ve etrafındaki dünya ile nasıl etkileşime geçeceğini öğretme fırsatı sunduğundan çocuklar için çok faydalıdır.
    • Oyun sıra beklemeyi, paylaşmayı ve başkalarının hislerine özen göstermeyi öğreterek çocukların sosyal becerilerini arttırır.
    • Oyunla çocuğunuzun günlük problemleri çözmesine, düşünceleri test etmesine ve hayal gücünü keşfetmesine yardımcı olabilirsiniz.
    • Yetişkinlerle oyun çocuğun düşüncelerini, duygularını ve ihtiyaçlarını anlatabilmesine yarayacak şekilde bir kelime hazinesi geliştirmesini teşvik eder.
    • Oyun oynarken çocuğunuzda özgüven ve yeterlilik hissini teşvik etmiş olursunuz.
    • Oyun, çocuğunuzla aranızda sıcak ilişkiler ve güçlü bağlar kurmak için çok faydalıdır.
    • Araştırmalar, küçükken ebeveyni ile rol yapma ve hayal gücüne dayalı oyunlar oynayan çocukların ileride daha yaratıcı olduklarını ve daha az davranış problemi sergilediklerini göstermektedir.
  • Sosyal Medya İlişkinizin Katili Olmasın

    Kimi meraktan, kimi yalnızlıktan, kimi rutin hayatına heyecan aradığından,  kimisi ise kendisini veya karşısındakini cezalandırmak istediğinden sosyal paylaşım sitelerinde özel ilişkilere yelken açıyor.

    Başlangıçta bir oyun gibi, son derece zararsız gördükleri bu paylaşımları, daha sonra baş etmekte güçlük çekebilecekleri sonuçları doğurabiliyor.

    Sağlıklı ve mutlu bir evliliğiniz veya ilişkiniz var ise sosyal paylaşım sitelerinde başınıza gelebilecek ilişki kazalarını yaşamak istemiyorsanız bunlara dikkat etmelisiniz:

    1- Sosyal paylaşım sitelerinde kullandığınız bilgilerinizin herkes tarafından görülmesini engelleyin. Özellikle de kimlik bilgilerinizi paylaşmayın.

    2- Tanımadığınız kişilerden gelen arkadaşlık isteklerini kabul etmeyin , size ulaşabilen ve  rahatsızlık veren birileri var ise erişimini engelleyin

    3- Son zamanlarda kişilerin paylaştıkları özel resimlerinin cinsel içerikli siteler tarafından fotoshop tekniği ile kullanılıp şantaj yapılması vakaları giderek artıyor. Bu nedenle özel resimlerinizi paylaşmayın.

    4-  sosyal paylaşım sitelerinde aynı isimde bir çok kişi olduğundan kredi kartı veya banka hesap bilgilerinizi arkadaşlarınızla dahi paylaşmayın.

    5- Eşinizle eski arkadaşlarınız yüzünden tartışmak istemiyorsanız ,  önceden konuşarak her iki tarafın eski kız ya da erkek arkadaşlarının sosyal ağda paylaşım içinde olup olmayacağını birlikte kararlaştırın.

    6- Sağlıklı olanı eşinize güven duymak, onu takip etmemek. Ancak eşinizle güven konusunda sık sık problem yaşamamak için , sosyal ağlarda kullandığınız hesap şifrelerinizi birbirinizden saklamayın.

    7-  İnternette veya facebookta zaman geçirmek istediğinizde bunu eşinizden gizli yerlerde ve zamanlarda yapmayın

    8-  Birbirinize ayırmanız gereken ortak zaman dilimlerinizde telefondan, bilgisayardan uzak durun . Hatta tatillerinize bilgisayar götürmeyin, telefonlarınızı mümkünse kapatın, değilse sessize alın

    9- Eş, anne- baba, arkadaş , evlat, ya da iş adamı – iş kadını kimliklerinizin getirdiği görev , sorumlulukları ihmal edecek düzeyde sosyal paylaşım sitelerinde zaman geçirmeyin, bağımlısı olmayın

    10- Eşinizin sosyal paylaşım siteleri üzerinden başka biri ile yazıştığını ya da görüştüğünü fark ederseniz, sorunu görmezlikten gelmeyin, mutlaka oturup konuşun, durumu anlamaya çalışın. Eşinizi bu davranışa iten sebepler nelerdir, ilişkinizde yaşadığınız aksaklıklar nelerdir, hangi problemlerinizi çözmek yerine yok sayıp, üzerini örtüyorsunuz ? Bu soruların cevabını arayın ve mutlaka ortak çözüm yolları geliştirin