En eski çağlardan bu yana , gölge gibi peşimizi bırakmayan aşk… Temelinde yalnız ana-babamızın değil, ondan önceki sayısız kuşağın da ağır mirasını barındırıyor. Yüreğimizde uyuklayan , zaman zaman bilinç dışına taşan duygular, nice tarihi aşkların mirasını kanıtlıyor.
Aşkı merak etmek, büyük ve özel soruları dile getirmek , insanların ruhlarının en derinini merak etmek değildi sadece, aynı zamanda kavgayı, savaşı, iktidarı, dini, ölümü de merak etmekti.
Aşkın ayak izlerini ararken, noter belgeleri ve nüfus cüzdanları aşkı aşk olmaktan çıkarıp değersiz kayıtlara dönüştürmeye başlamıştı bile. Geriye sanat ve edebiyat kalıyordu bir tek; mektuplar, günlükler, şiirler, şarkılar, tablolar , resimler , heykeller….
Tarihçiler aşkın kırıntılarını hep aradılar, yapılan kazılarda, çanak- çömlek kırıklarında , süs eşyalarının kalıntılarında , taşlara oyulmuş resimlerde…Ancak kökenine dair ne bir iz, ne bir fosil , ne de bir anlatı bulamamışlar. On milyonlarca yıl önce bir gün, belki de bir gece, bir el oynadı, bir söz söylendi , bir duygu doğdu…Sonra da bu derin duyguya “ aşk” mı dediler acaba?
Aşkın tarihine dair pek çok kaynak araştırdım, En derli toplusu Dominique Simonnet ve arkadaşlarının derledikleriydi. Aşkın tarihini “Duygu( Aşk ), Evlilik, Cinsellik(Haz)” gibi üç kelimede özetliyorlardı. Ama yaşanmışlığı öyle üç çerçeveye oturtuyorlardı ki ; katılmamak mümkün değildi…
“Aşkın da hazzın da olmadığı evlilikler “ ,
” Haz barındırmayan aşk evlilikleri “
“ Evlilik olmadan yaşanan aşkın hazzı…”
Prehistorik dönemlerde, erkekle kadın arasında duygulara hele de hazza yer yoktu, evliliklerin kurulmasındaki amaç, çocuklar dünyaya getirmek, mirası ve soyun devamını güvenceye almaktı. Böylece; Aşkın da hazzın da olmadığı evlilikler yapıldı.
Rönesans döneminde ; cinsel baskılar arttıkça, küçük küçük isyanlar başladı. Kadın ya da erkek evleneceği insanı sevse, nasıl olurdu? Çıkar evliliği yerine aşk evliliği onlara ne kaybettirirdi? Ancak hala cinsellikte haz kabul edilemezdi , böylece Haz barındırmayan aşk evlilikleri yaşandı.
Yirminci yüzyılın başlarında , cinselliğin üstündeki örtü kalkmaya başladı ve zincirler kırıldı, bedenlerin ve zihinlerin özgürleşmesi hızlandı. Evlilik olmadan aşkın hazzı yaşanmaya başlandı. Ancak bu sahnenin ters yüzü de tuhaftı, geçici bir hevese dönüştü, bu sefer de bedeli aşk ödedi…
Ya bu gün yolun neresindeyiz? Hala evliliklerin bir çoğu çocuklar dünyaya getirmek, mirası ve soyun devamını güvenceye almak amacıyla kuruluyor, genellikle kadınlar ( erkekleri de yadsıyamayız) aileleri tarafından zorla evlendirilmeye çalışılıyor. Ya da mantık evliliği yaptım masalı ile kendilerini kandırmaya devam ediyor ..
Aşk evliliği olarak başlayan evliliklerde ise çiftler duygusal beslenmelerine devam etmediklerinde, birbirlerine karşı duyarsızlaşmaya başlıyorlar, evlilikleri rutin bir hayata dönüşüyor, içinde haz barındırmayan, tek düze, sıkıcı …
Evlilik olmadan aşkın hazzını yaşamaya çalışanlar, iki arada sıkışıp kalıyor, toplumsal baskılar mı, yaşamak istedikleri aşk mı? İki uç da keskin bıçak, hangi yöne gitseler canları acıyor.
Aşkın tarihi yolculuğunun sonunda insanoğlu, her üçünü de istiyor… Yani; haz veren, aynı zamanda da evlilikle de sonuçlanacak, kalıcı bir aşk…
Her üçünü de bulmanız dileğiyle…