Etiket: evlilik terapisi adana

  • Kız çocukları babalarından ne ister?

    1. Baba bana saygı göster: Yukarıda da belirtttiğimiz gibi kız çocukları babaları ile kurdukları ilişki doğrultusunda erkek-kadın ilişkisi hakkında ilk izlenimlerini edinirler. Eğer çocuğun babası ile olan ilişkisi pozitif yönde ise çocuk kadın-erkek ilişkileri hakkında pozitif izlenimler edinir ve gelecekte erkeklerle kurduğu ilişkilerde özgüvenli tavır sergiler, aksi yönde izlenim edinen çocuk ise gelecekte erkeklerle yaşadığı ilişkilerde özgüven problemi yaşayabilecek ya da kabul sorunu ile karşılaşabilecektir.

    2. Eşit haklar: Kadın ve erkeğin eşit haklara sahip oduğunu kız çocuklarının anlayabilmesi için ilk adım babalarla olan ilişkide atılmalıdır. Babalar çocuklarının isteklerini, görüşlerini, düşünce ve duygularını anlamak ve paylaşmak için gerekli ortamlar yaratmalı ve onların haklarına saygı gösterdiklerini ifade edecek davranışlarda bulunmalılar.

    3. Anlayış: Babalar genellikle otorite figürü olmayı seçip sadece bazı kurallar çerçevesinde hareket etmeyi tercih ederler, kız çocuklarını anlamayı ve onlarla konuşup sorunları çözmeyi reddederler. Bunun sonuncunda çocuklar babalarından edindikleri izlenimlerle bazı olumsuz fikirler oluştururlar ve gelecekteki erkek-kadın ilişkileri bu olumsuz fikirler doğrultusunda şekillenir. Ancak babasında anlayış gören çocuk, kendine karşı cinse karşı ifade etmeyi öğrenir ve farklı sosyal ortamlarda kendini rahatça ifade edebilir.

    Babalık bireye doyum sağlayan önemli bir tecrübedir. Bir erkek için duygusal açıdan alabileceği hiçbir ödül, çocuklarını doğdukları andan, bağımsız yaşayabilecekleri çağa gelinceye kadar gereğince yetiştirebilmek kadar doyurucu olamaz. İyi baba olmak; sevgi, deneyim, sabır ve bilgilenme işidir. Babalık yaşantısı annenin hamile olmasıyla başlar.İşte babalık sorumluluğu da böylelikle başlamış olur.Destekleyen eşin sağladığı rahat ortamla kolay ve sorunsuz doğum arasında olumlu bir ilişki bulunmuştur.
    Doğumdan sonra tıpkı annede olduğu gibi, babanın da çocukla duygusal ilişkiyi kurabilmesi için onunla fizik temasa ihtiyaç vardır. Bunun için de çocuğun beslenme ve oyun faaliyetlerinde babanın etkili olması gerekir ki, bazı babalar bu tür işlerin erkek işi olmadığını düşünüp yapmayı reddederler.Nasıl ki ilk iki yıl için annenin varlığı, ilk dış dünya algıları için vazgeçilmezse, ikinci yıldan itibaren babanın önemi de giderek artmaya başlar. Çocuk babayı kendinden farklı olarak algılar anne ise daha çok kendisine benzeyendir. Babanın varlığıyla çocuk, annenin yalnız kendisine ait olmadığını, annenin kendisinden başka kişilerle de ilgilendiğini görür. Bu durum, onda bir iç çatışmaya bağlı olarak huzursuzluk ve sıkıntı hali doğurabilir.

  • Hiç bitmeyen Gelin Kaynana Çatışması

    Her anne ve babanın hayalidir, çocuklarının bir gün yuvadan uçup, kendi yuvalarını kurması. Ayrı bir evi, ayrı bir hayatı olsun isterler . Ancak teorikte son derece masum olan bu istekleri aşağıdaki iki örnekte olduğu gibi pratikte tam bir kabusa dönüşebilir.

    Balayından döndük, sabahın saat 7 sinde telefon çaldı, kayınvalidem eşimi arıyordu ve “oğlum en sevdiğin çorbayı yaptım, saat kaçta geleceksiniz “ diye soruyordu. Doktor hanım 5 aylık evliyiz, kayınvalidem kendisini bir gün görmesek kavga çıkarıyor. Kınada, nişanda, düğünde her şeyi sorun etti, eşim annesiyle benim aramda kaldı. En son annesi “ Oğlum sana kadın çok, ama anne yok “ dedi, bu söz evliliğimizi bitirdi. Artık ipler koptu boşanmak istiyorum.

    Eşim sabah ben işe gider gitmez annesinde alıyor soluğu. Akşama kadar onunla oturuyor, kız kardeşleriyle çarşıya çıkıyor, çocuğa çoğu zaman kayınvalidem bakıyor. Her akşam iş çıkışı onları almaya gidiyorum, “ şimdi ev soğuktur, yemek de yok , annemlerde yiyelim “ diyor. Hafta sonları da annesi kardeşleriyle çocuğu özledik diyerek bize geliyor ve bizde kalıyorlar. Evimizde bir düzen kalmadı, ben de kendimi dışarıya atıyorum, boğuldum resmen onların bu vıcık vıcık ilişkisinden .

    Daha çiftler birbirlerini tanımadan eşlerinin aileleri ile sorun yaşamaya başlıyorlar. Çoğu zaman çocuklarının evlenip ayrımlaşmasını kabul edemiyor aileleri . Hala yanlarında olsunlar, müdahale alanlarının dışına çıkmasınlar istiyorlar. Dolayısı ile yeni evli çiftler kendi ilişkilerinin sorumluluklarını taşıyamıyorlar.

    Sorunlar en çok neden kaynaklanıyor?

    Ailelerin damat veya gelini beğenmemesi
    Kültürel yapı farklılıkları
    Çiftin hayatına ve kararlarına sürekli karış¬maları
    Aşırı koruyucu davranmaları
    Her şeyi birlikte yapmak istemeleri
    Çiftin evine teklifsizce girip çıkmaları
    Çiftlerden birinin veya her ikisinin maddi olarak ailelerine bağımlı olmaları
    Aynı evde oturuyor olmaları

  • Çağımızda Yeni Bir Kavram; “ Aile ve Evlilik Terapisi “

    “Evliliğimizde sorun var“, “Beni hiç anlamıyor ” “ Kendimi ona tam ifade edemiyorum” ” Önceden böyle değildi, eşim şimdi çok değişti. ” ” Hiç ilgi göstermiyor, hep beni suçluyor” ” Hayatında başkaları olduğunu düşünüyorum, buna dayanamıyorum “ “ Ayrılmak istiyorum, çocuklarım için katlanıyorum “ gibi cümlelerle gelirler çiftler terapi odasına…
    Bazen de asıl sorunu örterek; depresyon, psikosomatik şikayetler ( baş ağrısı, kalp çarpıntısı, baygınlık hissi , v.b.gibi) veya fobik reaksiyonlarla bize başvururlar. Çiftlerde ortaya çıkan bu gibi sorunlar, aslında problem diye görülmeye başladığı zamandan çok daha öncelerde başlamıştır. Fakat yaşam döngüsünün çeşitli devrelerinde (evlilik, çocukların doğumu, çocukların okulu, eşlerin iş-meslek rolleri, geleceği yapılandırma) çiftler belirli amaçlar üzerine odaklandıklarından ilişkinin yürümesini engelleyen “nedenleri ” görememişler ya da görse de farketmemeye, fark etse de bir süre sonra bunun değişeceğine kendini inandırmaya çalışmışlardır. Bir gün bu yaşam döngüsü içinde ani ve büyük değişimler, zorlanmalar ya da kayıplar yaşandığında , çiftler o ana kadar belki de hiç yapmadıkları, yada bazen düşündüğü hatta bazen deneyime geçirdiği “kendinin farkındalığı” üzerine yoğunlaşmaya başlamışlardır. Bir de eğer yaşanılan problemlerin temelinde cinsel işlev bozuklukları ( cinsel isteksizlik, vaginusmus, erken boşalma, orgazm olamama ) yatıyor ise ilişkide o ana kadar çıkıp da baş edilebilen sorunlar bir anda üstesinden gelinemez bir hal almaktadır.

    Çözüm noktasında ise eskiden aile büyükleri ya da dışarıdan kişiler devreye girerdi. Ancak geleneksel yaklaşımlar ve çözüm önerileri yetmemeye başladı çünkü zamanında ve doğru müdehaleler ile farkındalıklar kazandırılamaz ve çözümler işlevsel olmaz ise benzeri sorunlar yeniden görülmekte ve her seferinde daha büyük bir dalga halinde evlilik kurumunu tehlikeye düşürmektedir. Her ne kadar
    Türk toplumunun büyük kısmı “ Ben deli miyim? “ diyerek kaçsa da , gerçeklerle yüzleşmek istemeyerek sorumluluğu karşı tarafa atsa da , çiftler problemlerine objektif yaklaşabilecek , farklı bir bakış açısı getirebilecek profesyonel Aile ve Evlilik Terapistine ihtiyaç duymaktadırlar.

    En çok merak edilen sorular: Terapistler nasıl yaklaşıyor? Terapi odasında neler oluyor?

    Burada esas nokta çiftin terapi odasına getirdiği sorun, gerçekten sorun mudur? Sorun kime göre sorundur? İçsel çatışmaların bir ürünü müdür? Yoksa evlilik en baştan yanlış bir zeminde mi kurulmuştur? Bütün bunlara cevap alabilmek için ilk olarak aile genogramını çıkarıyor ardından da geçmiş yaşantıların öyküsünü alıyoruz. Evliliğin kuruluş aşamasındaki önemli kilometre taşlarını belirliyor ve bu güne kadar yaşanılan ilişki krizlerinin nasıl atlatıldığını yani çiftlerin kriz çözme becerilerini ölçüyoruz. Daha sonra çiftleri ayrı ayrı alarak ayna yöntemi ile karşı tarafı yargılamadan, suçlamadan sadece kendi dünyalarında neler olduğunu anlayabilmelerini sağlayacak içsel yolculuklarına eşlik ediyoruz. Böylece aslında karşılanmayan ihtiyaçlarının neler olduğunu, hangi yanlış düşünce , tutum ve davranış içinde olduklarını fark ediyorlar. Aynı dili konuşabilmek adına hem terapi odasında bilgilendirmeler yapıyor, hem de bilişsel değişikliklerine katkıda bulunacak uygun kaynaklar öneriyoruz. Sonra da çözüm yollarını birlikte irdeliyor, mutlaka ev ödevleri vererek terapi odasında gerçekleşen düşünsel değişimlerin davranışlara aktarılarak pekişmesine yardımcı oluyoruz. Bu bilişsel ve davranışçı terapi tekniklerinin yanı sıra çeşitli psikoterapi tekniklerini de altta yatan başka problemlerin tanımlanması ve çözümlenmesinde kullanıyoruz.

    Eşim katılmak istemiyor, mutlaka birlikte mi gelmeliyiz?
    Eğer terapi programına katılmaya eşlerden biri isteksiz ise, evlilik danışmanlığı diğer eşle yürütülebilir. Böylece bir eşle terapist arasında iletişim kanalları açık kalarak evlilik sorunlarının çözümü konusunda çifte müdahalede bulunma imkanımız olur. Ama araştırmalar göstermektedir ki, çiftin birlikte evlilik danışmanlığına devam etmesi, evlilik sorunlarının çözümünde, tek bir partnerin kişisel danışmasına göre daha etkilidir. Çünkü sadece evde gerçekleşen olayları dinlemenin yanı sıra seanslar sırasında çiftin iletişim ve etkileşimindeki bozuk yapıları gözlemleyebilmek ve bu bozukluklara yerinde müdahale edebilmek de terapinin başarısını arttıracaktır.

    Unutmayalım ki toplumsal mutluluğumuz, refahımız ve güvenliğimiz sağlıklı aile yapısı ile mümkündür. Sağlıklı çocuklar sağlıklı evliliklerde yetişir, sağlıklı evlilikler de sağlıklı bireylerden oluşur. Evliliğinizde yaşanılan problemler kangrene dönüşmeden önce fark edip, çözüm yollarını aramanız dileği ile…..

  • Aile Terapisi

    Aile ve Evlilik Terapisi nedir ve ne değildir?

    Aile bireyleri arasındaki ilişkileri ele alıp, (ya da ailenin bir alt birimi; örneğin eşler ya da anne-çocuk, baba- çocuk ya da  kardeşler arası) yaşadıkları  sıkıntılı ve zor süreçleri hem bireyin psikodinamiklerini kollayarak hem de bireyin sistem içinde değerlendirilmesine olanak tanıyarak ortak meselelerini belirlemelerine, sorunlarını sıralamalarına ve  çözümleri için işbirliği yaparak çalışmalarına olanak sağlayan en yaygın ve pratik yaklaşımlardan birisidir.

    Aile terapisi, bir aile üyelerini bir araya toplayarak, amatörce konuşmalar yapmak ve ya kendi sağduyusuna güvenerek öğütlerde bulunmak değildir. Ailenin bir üyesinde ortaya çıkan belirti ve ya sorunun ya da birkaç üyenin birlikte yakındıkları bir sorunun aile üyeleri ile toplu oturumda konuşup, sadece dile getirmesiyle herkesin sorunu artık bildiğini ve bunu kendiliğinden çözebileceklerini sanmaktan ibaret de değildir.

    Normal-anormal, sağlıklı-sağlıksız, fonksiyonel-disfonksiyonel aile gibi tanımlarda ve ayırımlarda bulunulması söz konusu olmadığı gibi, terapi ortamında haklı- haksız,    suçlu-suçsuz ayrımının yapılması da asla söz konusu değildir.

    Aile ve Evlilik Terapisti, yeterli psikoterapi eğitimi ve deneyiminin yanı sıra özellikle aile terapisi yolundaki teknik yöntemleri de bilen, ayrıca uygulamada da belli bir klinik deneyime sahip kişilerdir.

    Aile terapisinin amacı nedir? Hangi durumlarda gereklidir?

    Aile içinde yaşanan zorluk ve sıkıntı ailenin bir ya da birden çok üyesinde, çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. İşleyişte zorluğu olan ailelerde çoğu zaman; bir kişinin belirlenmesi ile problemin kaynağı olarak tüm sorumluluğu o kişiye atfetme yönünde bir savunma mekanizması görülebilmektedir. Bu kişiler ise, sıkıntıları ile baş etmekte zorlanmakta ve kendi sıkılmışlığını, basılmışlığını, bastırılmışlığını ve bunalmışlığını ifade edememekten dolayı mağdur/muzdarip olmakta ve yakınmaktadır. Hem belirlenmiş kişinin hem de bütününde ailenin sıkıntılı döngüsünden çıkabilmesi ve sistemin rahatlatılması için, terapötik müdahaleye gereksinim duyulmaktadır.

  • Şiddet Gösteren Erkeklerin Ortak Özellikleri

    Kız çocukları şiddetle ilk ailelerinde tanışıyorlar. Anneleri ya da babaları tarafından güç kullanılarak bastırılmaya çalışılıyorlar. Büyüdükçe  abileri , hatta amca, dayı gibi akrabaları tarafından fiziksel, duygusal ya da cinsel şiddette uğruyorlar.

    Bazen de evlerinin koklamaya kıyılamayan çiçekleri olan kadınlar flört ettikleri erkekler tarafından , nişanlıları ya da eşleri tarafından acımasızca eziliyor , dövülüyor, öldürülüyorlar.

    Hangi erkeklerin şiddet eğilimi daha fazla ?

    • kendileri de  duygusal ya da fiziksel istismara uğramış,
    • anneleri ya da kardeşleri de şiddet görmüş,
    • küçükken terk edilmiş, ebeveynlerini kaybetmiş ya da ailelerinden zorla uzaklaştırılmış ,
    • Şizofreni, Antisosyal kişilik bozukluğu gibi psikiyatrik tanı almış erkeklerin şiddet eğilimlerinin daha fazla olduğunu görüyoruz.

    Şiddet gösteren erkeklerin ortak özellikleri:  

    • Düşük benlik saygısına sahip,
    • Terk edilmekten korkan
    • Çabuk sinirlenen, empati yapamayan
    • Kendi hatalı davranışlarını inkar eden
    • Başkalarını küçümseyen , iddiacı , kolay yalan söyleyen
    • Şiddetin günlük hayatla baş etme yollarından biri olduğuna inanan
    • Kadınların yaşam hakkı konusunda katı düşünen
    • Sıklıkla kendilerini “özel” olarak gören
    • Aşırı derecede kıskanç (örneğin, birlikte olduğu kişinin sürekli kendisiyle birlikte olmasını veya nereye giderse gitsin haber vermesini  bekleme)
    • Alkol veya diğer madde bağımlılıklarına yatkın.

    şiddet gösteren erkekler

  • Yatağınızı Ayırmayın

    Anneannemin uzun yastıkları vardı eskiden, yeni evlenecek kızların ilk çeyizlerinden biriydi.  Hatta düğünü tebrik etmeye giden kişiler “Allah bir yastıkta kocatsın” diye dua ederlerdi. Tek kişilik yastıklara ise “Küstüm Yastığı” denilirdi. Küsenler yastıklarını ayırsın ama asla yataklarını ayırmasın derdi  anneannem.

    Evliliğin temel kurallarından biridir, birlikte yatmak.  Çiftlerin hem duygusal hem de bedensel olarak birbirlerine yakın olabilmelerinin yoludur.

    Seanslarımda bir çok çiftin aile öyküsünü alırken, ya kendi anne ve babalarının ya da şu anki evliliklerinde çiftlerin sıkça yatak ayırdıklarını, hatta uzun yıllar çocuklarıyla birlikte yattıklarını öğreniyorum.

    Bazı çiftlerin ise kendi ailelerinde boşanma ya da ölüm gibi nedenlerden dolayı , birlikte yaşayan ebeveynleri olmadığı için , zihinlerinde birlikte yatağı paylaşan anne ve baba modelleri ne yazık ki  yok. Kendi çocukluklarında özlemini duydukları  anneye , babaya sarılarak uyumak, birlikte yatmak arzularını şu anda çocuklarıyla gidermeye çalışıyorlar.Ancak bu durum  kısa vadede masum görünse de uzun vadede hem çifte hem de çocuklara zarar verecek bir süreçtir.

    Unutmayınız ki çocuklarınız kadın- erkek olmayı, anne- baba olmayı, karı- koca olmayı sizden öğreniyorlar. Sizin evlilik modeliniz, onların ileride kuracakları yuvalarının temelini oluşturacaktır.

    Yaşınız kaç olursa olsun eşinizle birlikte yatın ;

    • Yatak odanızı günlük yaşam alanınız haline getirmeyin
    • Uyku zamanınızı birbirinize denk getirin, “ sen git , ben sonra gelirim “ diyerek eşinizi yatağa tek göndermeyin
    • Yatak odanızın mahremiyetini koruyun
    • Yatağınızda tablet, notebook,cep telefonu gibi elektronik cihazlar bulundurmayın
    • İnternette sörf yapmayın, faceebook, twitter gibi sosyal paylaşım sitelerini yatağınızla paylaşmayın
    • Günün problemlerini yatak odanızda konuşmayın
    • Horluyor , çok dönüyor gibi bahaneler ile yatağınızı ayırmak yerine , sağlık problemlerinizi çözün
    • Çok mecbur kalmadığınız sürece yatağınızı eve gelen misafirlerinize vermeyin
    • Yatak odanızda tartışmayın,  kavga etmeyin
    • Tartışmalardan sonra yastığınızı alıp başka odaya gitmeyin,
    • Özellikle kavga ettikten sonra gidip çocuklarınızla yatmayın,
    • Çocuklarınızı,  cinsel birliktelikten kaçmak için kalkan olarak kullanmayın.
    • Sürekli bir şekilde çocuklarınızı aranızda yatırmayın ( özellikle çalışan anne ve babalar çocukları ile az zaman geçirdikleri için eve geldiklerinde özlemlerini birlikte uyuyarak gidermeye çalışıyorlar. Bu durum; çocuklarınızın hem özgüveninin gelişimi açısından, hem de kendi odalarının da bir mahremiyet alanı olduğunu öğrenmeleri açısından sağlıklı değildir. Bu nedenle çocuklarınızı kendi yataklarında masal okuyarak, ya da sohbet ederek uyutun, daha sonra siz yanından ayrılın. Çocuğunuzun yanında uyuyup kalmamaya dikkat edin.  )
  • Aşkın Tarihini Merak Ettim…

    En eski çağlardan bu yana , gölge gibi peşimizi bırakmayan aşk… Temelinde yalnız ana-babamızın değil, ondan önceki sayısız kuşağın da ağır mirasını barındırıyor. Yüreğimizde  uyuklayan , zaman zaman bilinç dışına taşan duygular,  nice tarihi aşkların mirasını kanıtlıyor.

    Aşkı merak etmek, büyük ve özel soruları dile getirmek , insanların ruhlarının en derinini merak etmek değildi sadece, aynı zamanda kavgayı, savaşı, iktidarı, dini, ölümü  de merak etmekti.

    Aşkın ayak izlerini ararken, noter belgeleri ve nüfus cüzdanları aşkı aşk olmaktan çıkarıp değersiz kayıtlara dönüştürmeye başlamıştı bile. Geriye sanat ve edebiyat kalıyordu bir tek; mektuplar, günlükler, şiirler, şarkılar, tablolar , resimler , heykeller….

    Tarihçiler aşkın kırıntılarını hep aradılar, yapılan kazılarda, çanak- çömlek kırıklarında , süs eşyalarının kalıntılarında , taşlara oyulmuş resimlerde…Ancak kökenine dair ne bir iz, ne bir fosil , ne de bir anlatı bulamamışlar. On milyonlarca yıl önce bir gün, belki de bir gece, bir el oynadı, bir söz söylendi , bir duygu doğdu…Sonra da bu derin duyguya  “ aşk” mı dediler acaba?

    Aşkın tarihine dair pek çok kaynak araştırdım, En derli toplusu Dominique Simonnet ve arkadaşlarının derledikleriydi. Aşkın tarihini “Duygu( Aşk ), Evlilik, Cinsellik(Haz)”  gibi  üç kelimede özetliyorlardı. Ama yaşanmışlığı öyle  üç çerçeveye oturtuyorlardı ki ;  katılmamak mümkün değildi…

    “Aşkın da hazzın da olmadığı evlilikler “ ,

    ” Haz barındırmayan aşk evlilikleri “

    “ Evlilik olmadan yaşanan aşkın hazzı…”

     

    Prehistorik dönemlerde, erkekle kadın arasında duygulara hele de hazza yer yoktu, evliliklerin kurulmasındaki amaç, çocuklar dünyaya getirmek, mirası ve soyun devamını güvenceye almaktı. Böylece; Aşkın da hazzın da olmadığı evlilikler yapıldı.

    Rönesans   döneminde ; cinsel baskılar arttıkça, küçük küçük isyanlar başladı. Kadın ya da erkek evleneceği insanı sevse, nasıl olurdu?  Çıkar evliliği yerine aşk evliliği onlara ne kaybettirirdi?  Ancak hala cinsellikte haz kabul edilemezdi , böylece Haz barındırmayan aşk evlilikleri yaşandı.

    Yirminci yüzyılın başlarında , cinselliğin üstündeki örtü kalkmaya başladı ve  zincirler kırıldı, bedenlerin ve zihinlerin özgürleşmesi hızlandı. Evlilik olmadan aşkın hazzı yaşanmaya başlandı. Ancak bu sahnenin ters yüzü de tuhaftı, geçici bir hevese dönüştü, bu sefer de bedeli aşk ödedi…

    Ya bu gün  yolun neresindeyiz? Hala evliliklerin bir çoğu çocuklar dünyaya getirmek, mirası ve soyun devamını güvenceye almak amacıyla kuruluyor, genellikle kadınlar ( erkekleri de yadsıyamayız) aileleri tarafından zorla evlendirilmeye çalışılıyor. Ya da mantık evliliği yaptım masalı ile kendilerini kandırmaya devam ediyor ..

    Aşk evliliği olarak başlayan evliliklerde ise çiftler duygusal beslenmelerine devam etmediklerinde, birbirlerine karşı duyarsızlaşmaya başlıyorlar, evlilikleri rutin bir hayata dönüşüyor, içinde haz barındırmayan,  tek düze, sıkıcı …

    Evlilik olmadan aşkın hazzını yaşamaya çalışanlar, iki arada sıkışıp kalıyor, toplumsal baskılar mı, yaşamak istedikleri aşk mı? İki uç da  keskin bıçak, hangi yöne gitseler canları acıyor.

    Aşkın tarihi yolculuğunun sonunda insanoğlu, her üçünü de istiyor… Yani;  haz veren, aynı zamanda da evlilikle de sonuçlanacak,  kalıcı bir aşk…

     

    Her üçünü de bulmanız dileğiyle…