Kategori: Hürriyet

  • RUHUM HEP 4 MEVSİM

    RUHUM HEP 4 MEVSİM

    Bu gün yep yeni bir yılın ilk günü…İlk sabahınızı sımsıcak güneş gibi sevdiklerinizin gülümsemesi aydınlatsın. İlk çayınızın sıcaklığını, avuçlarınıza dokunan bir elle hissedin …

    Bu yılın ilk şarkısını siz söyleyin. Umutlarınızı , hayallerinizi sakın ertelemeyin…Hemen yanınızdaki kişiye”  seni seviyorum , iyi ki varsın”  deyin .

    Bu yılın ilk kavgasını kendi içinizde verin. Yanlışlarınızın doğrularınızı götürmesine izin vermeden  sizde kalan ’ tecrübeler’ kısmını cebinizde biriktirin…

    Ve bu yıl gelin BALCA YÜCESOY ‘a kulka verin,  bir Pazar sabahı ruhuma dört mevsimi birden yaşatan kitabı “Ruhum Hep 4 Mevsim ‘de “ bakın size  neler fısıldıyor;

    • Çok mu dakiksiniz geç kalın her yere bu gün
    • Kahveyi şekerli içenler sade içsin bu gün mesela
    • Sevgilisinden bir türlü ayrılamayanlar , bu gün ayrılsın. Aşkını itiraf edemeyenler “ Aşığım Ulaaan “ diye bas bas bağırsın
    • Rejimi bırakın 3.829.829 kalori alın ruhunuza bu gün
    • Gece tırnak kesin, ters dönen terliğinizin öteki tekini de ters çevirin mesela
    • Pijamanızı tersten giyip uyuyun
    • Sabah uyandığınızda gözlerinizi hemen açıp dans ederek kalkın yataktan mesela
    • Papyonla gidin işe ya da kırmızı çorapla
    • Mesela ütü yaparken çizgi film izleyin, simsiyah ütü boyama eylemini bir anda cam mavisine boyayın
    • Çocuğunuz yaramazlık yapınca ağzına acı biber sürmeyin, fıstık ezmesi sürün benim gibi. Bordodur kızma eylemi!!!Ben onu hemen komik sarılara boyarım..
    • Karar vermeme hali çok Kahverengi bir cesaretsizliktir kimi zaman…Düşünmeden karar verin , sapsarı güneş ışıkları doldurun ruhunuza…Çünkü , çünkü, çünkü tırtıllar asla , asla, asla kahverengi bot giymezler…
    • Yani siz siz olmayın bu gün, herkes delirdiğinizi düşünsün, küçük el bombalarınızı atın dünyanıza…ÖZGÜR olun bu gün
    • Hayatın renklerini ayıklayın, bir renk körü gibi davranırsanız , nasıl olsa yanlış gördüğünüzü düşünür ve istediğiniz gibi hayal etme özgürlüğüne erişirsiniz…
    • Sonra bir bakmışsınız ki kötüler siyahken siz onları pembelere boyamışsınız, acılar ateş kırmızısıyken aaaa bir bakmışsınız ılık ılık mavi olmuş…

    fullsizerender-8

  • UMUTSUZLUK

    UMUTSUZLUK

     

    “Artık hayattan hiçbir beklentim kalmadı”

    “Bu saatten sonra bir iş bulmam imkansız “

    “Eşim beni hiçbir zaman sevmeyecek, bu aşağılamalarının sonu gelmeyecek biliyorum”

    “Bu ülkede çocuğumun geleceğinden korkuyorum, eğitim sorun, uyuşturucu sorun, iş olanağı sorun, ötekileştirilmesinden korkuyorum ”

     

    Bu gibi umutsuzluk ifade eden cümleleri neredeyse her gün duyuyoruz çevremizden.

     

    Danışanlarım gelecekteki gerçek hedeflerine ulaşma olanaklarını kaybettiklerinde umutsuzluk tuzağına düşüyorlar. Bir çıkış yolu olduğuna ve yardım ile varlığında değişiklikler oluşabileceğine inandıklarında ise yeniden filizleniyor umut duyguları…

     

    Hedefe ulaşmadaki başarısızlık yargısı umutsuzluk duygusunun temelini oluşturuyor. Ayrıca;

     

    1. Yeteneğe karşı şans: Birey amaçlarına sahip olduğu yetenekleri ile değil de şans ile ulaşabileceğine inanır. Bu nedenle de hedeflerine ulaşabilmek için amaca yönelik davranışa daha az yönelir.

     

    1. Güvene karşı güvensizlik: Başkalarına karşı hissedilen güven, umut duygusunun gelişmesinde önemli bir rol oynar. Güven duygusu olmayan insanlar başkaları ile yola çıktıkları herhangi bir olayda , eğer başarısızlık yaşarlarsa, kendilerini değil de başkalarını sorumlu tutarlar.

     

    1. Uzun döneme karşı kısa dönem: Umut, kısa veya uzun dönemde ulaşabilecek hedefleri belirler. Konulan hedefe ulaşılması için geçen süre uzadıkça kişide umutsuzluk belirmeye başlar.

     

     

    DEPRESYONUN BAŞLICA BELİRTİSİ UMUTSUZLUKTUR

     

    Umutsuzluğun yer aldığı en önemli psikiyatrik bozukluklardan birisi depresyondur. Deprese hastaların %78’den fazlası geleceğe olumsuz bakar. ( Beck, 1963 )  Umutsuzluğa eşlik eden diğer bulgular ise :

     

    • değersizlik,
    • çaresizlik,
    • mutsuzluk,
    • kararsızlık,
    • eyleme geçememe,
    • işlerini sürdürememe
    • kendine güvensizlik ve suçluluk duygularıdır.

     

     

    İNSAN SEVİLMEK VE DEĞER GÖRMEK İSTER

     

    Yaşı kaç olursa olsun her insan ailesinde, okulunda, mahallesinde sevilmek ve değer görmek ister. Eğer ;

     

    1. Değerli, sevilen, istenen birey olmak yerine değersiz , istenmeyen olursa,

     

    1. Güçlü, üstün, güvenli bir ortamda olmak yerine güçsüz , ezilen ve güvensiz bir ortamda olursa,

     

    1. İyilik yapan ve seven olmak yerine saldırgan ve yıkıcı olmaya başlarsa ; kendini güçsüz ve çaresiz hisseder ki depresyon , böyle bir zeminde gelişir:

     

     

    Kendine güvensizlik ve suçlama arttıkça depresif kişi çevresine bağımlı  hale gelir. Daha sonraki dönemlerde umutsuzluk öylesine yoğunlaşır ki , kişi başkalarından gelecek yardıma umutsuzca sarılır. Doğru zamanda teşhis ve tedavi edilmezse depresyon derinleşir ve intihara kadar sürüklenebilir.

     

    Gelecek hafta depresyon tedavisini paylaşacağım; görüşmek üzere…

     

  • BONZAİ GERÇEĞİ

    BONZAİ GERÇEĞİ

     

    “ Ortaokulda arkadaşlarla sigara içiyorduk. Bir gün annem cebimde paket taşıdığımı görünce çok kızmıştı. Ben de “ ne var sanki babam içmiyor mu? Amcalarım içmiyor mu? “ diye bağırarak kendim savunmuştum. Annem ne diyeceğini bilemedi sonra da karışmadı.

     

    Lise birinci sınıfa geçtiğimizde arkadaşlarımdan birisi sigaranın artık çocuk işi olduğunu , bizim büyüdüğümüzü ve daha eğlenceli şeyler içmemiz gerektiğini söyleyerek ot ( esrar ) getirdi . İlk sarıp içtiğimizde kafam bin beş yüz olmuştu. O gün acayip eğlendik. Gözlerim kıpkırmızı olmuştu, annem anlar diye çok korkmuştum. Arkadaşım eczanede satılan göz allerjisi için olan damladan alıp damlat hiçbir şey kalmaz dedi. Giderek içme sıklığımızı ve miktarımızı arttırdık.

     

    Altı yedi ay sonra annemler fark etti. Babamdan feci bir dayak yedim.  Sonra annem her gün bırakmam için yalvardı. Ben de onlara “ esrar bağımlılık yapmaz, ot ya bitkisel bir şey, o nedenle rahat olun diyordum. Hem ne var ki , sadece bizim okulda değil bir çok okulda içiliyor. Sigara gibi bir şey yani. Çok para da değil. Ben istediğim zaman içmem “  diyordum.

     

    Lise ikinci sınıfta okulu bırakmak istedim, babamdan yine dayak yedim. Beni döverek korkutacağını sanıyor, ama yanılıyordu. Biz arkadaşlarla kötü bir şey yapmıyoruz ki, sadece eğleniyoruz.

    İki yıl önce bir arkadaşın doğum günüydü, ona gerçekten kafa uçurucu bir hediye almak istedik. Mahalledeki abi bize siz artık büyüdünüz, otla işiniz olmaz size kimyasal esrar             ( bonzai) vereceğim dedi.  Arkadaşlarla bir kullandık, 3 saat sonra gözümü açtığımda 8 km ötedeki lunaparkta bir direğin en tepesinde fark ettim kendimi. Oraya nasıl gittim, neler oldu, hiç hatırlamıyorum.

     

    Sırılsıklam terlemiştim, sanki bu dünyadan başka  bir yere  gitmiş, öldüğümü görmüştüm. Sonra öğrendim ki bonzai içtikten sonra Ölüm tribine giriyormuşsun. Her an kalp krizi geçirip öleceğimi sanıyordum. Vücudumda karıncalanmalar oldu, felç olacakmış gibi hissediyordum. Beynimi kontrol edemez oldum.

    Sonra beni hastaneye kaldırmışlar. Kaç kez söz verdim bir daha içmeyeceğim, diye. Ruh Sağlığı Hastanesi AMATEM ( Alkol ve Madde Bağımlılığı Tedavi Merkezi ) de yattım.  Dayanamayıp yine içtim. Bu kadar tehlikeli bir şey olduğunu öğrendiğimde artık çok geçti…”

    Maalesef uyuşturucu bağımlısı bir gencin öyküsünü okudunuz. Sigara ile başlayan madde kullanımı , ölümün kıyısına kadar yaklaştırmış onu.  En az yedi kez hastanede yatmış olan bu genç de ailesi de varını yoğunu kaybettiler.

    Haftaya bonzai gerçeğini yazmaya devam edeceğim.

     

    24 Temmuz 2014

    BONZAİ GERÇEĞİ

    Yeni bir sentetik uyuşturucu furyası ile karşı karşıyayız. Türkiye’nin dört bir yanında esrar, extasy, bonzai, kokain ve eroin satışları giderek artıyor. Hedef kitle çocuklar. Onların harçlıklarıyla alabilecekleri kadar ucuza satılıyor. Parası olmayanı bilerek önce alıştırıyorlar sonra  torbacı yani satıcı olarak kullanıyorlar.

    Her gün yazılı ve görsel basında yeni bir ölüm haberini okuyoruz. Bağımlı olduktan sonra doktora koşuluyor. Oysa amacımız bağımlı olmadan önce Madde Bağımlılığını önlemek olmalı. Bu da önce halkın sonra çocukların bilinçlenmesi ve ardından çok sağlam yasal düzenlemelerle olur ancak.

    Bozai Gerçeği:

    • Bonzai ağacını kullanarak ve üzerine kimyasallar sıkarak üretilen , sentetik bir uyuşturucudur. Yani bonzai bir esrar çeşidi değildir.
    • Bonzai yasal bir bitki olduğu için yetiştirilmesini engelleyen bir kanun yoktur. Zaten tehlikeli kılan şey bitkinin kendisi değil, üzerine sıkılan sentetik kimyasal maddedir.
    • Bu uyuşturucunun üretilmesindeki amaç yasal yollardan ülkelere internet kanalından ihraç edebilmektir. Ancak yüksek bağımlılık potansiyeli olan ve hiçbir tıbbi yararı olmayan bu madde 2011 yılında yasadışı maddeler sınıfına alınmış ve alınması, satılması, kullanılması ve bulundurulması suç kapsamında değerlendirilmiştir.
    • Marijuna’nın içinde bulunan THC maddesine ek olarak JWH-018, JWH-073, CP-47,497, JWH-200, ve cannabicyclohexanol kimyasallarını barındırmasından ötürü ölümle sonuçlanabilecek ciddi etkileri vardır.
    • Genelde hedef kitle eski esrar kullanıcıları ve gençlik döneminde olan yeni nesildir.
    • Özellikle alkol ile kullanımı ciddi sonuçlar doğurabildiği gibi ertesi gün etkisi saatlerce sürebilir. Halüsinasyon, panik atak, kusma, aşırı heyecan ve göz bebeklerinin şişmesi, yoğun baş ağrısı gibi…
    • Tek dumanda bile ölüm riski çok yüksektir.
    • Eroin ortalama 1 ay civarında bağımlılık yapar. Bonzai de buna benzer bir hızla bağımlılık yapar.
    • Esrardan 150 kat daha fazla etkili olup, kullanıcıyı şizofreni yapma ihtimali de 150 kat fazladır.
    • Bir uyuşturucu ne kadar hızlı bağımlılık yaparsa kişinin toplumdan kopuşu ve suça karışması o kadar hızlı olur. Vücut alıştıktan sonra madde geri çekilince müthiş ağrılar, burun akıntısı, göz yaşarması çok ağır bir fiziksel tablo yaratır.

    Haftaya madde bağımlılığını önlemek için toplumun her kesimine düşen görevleri paylaşacağım

    .bonzai-gercegi

  • Mutsuzluk Bulaşıcı Mı?

    Mutsuzluk Bulaşıcı mı?

     

    1981 yılında Mersin’e taşınmıştık, daha 8 yaşındaydım.  Oturduğumuz semtte yeni açılan bir market vardı. Okulumuz yakındı, yürüyerek giderdik, mutlaka oraya uğrar,  çikolatalarımızı, bisküvilerimizi , sütlerimizi alırdık kardeşimle. İlk gittiğimizde para yerine elimizdeki karneleri uzatmıştık marketçi abiye.  Yüzümüze tuhaf tuhaf bakmıştı;  “ bu ne çocuklar ? “ diye sorduğunda “ siz buna yazıyorsunuz, babamız ay sonunda ödüyor bilmiyor musun ?”  diye çıkışmıştık.  Bize “ siz uzaydan falan mı geldiniz?” diye espri yapmış, elimizden tutup anneme götürmüştü. Annem gülmeye başladı; lojman hayatından geldiğimizi, orada bütün alışverişlerin lojman kantininden bu şekilde yapıldığını, çocuk olduğumuz için burada da böyle alışveriş yapıldığını sandığımızı  söyleyince , marketçi abi de çok gülmüştü.

    Çok sonra anladım, meğer gerçekten de uzayda yaşıyormuşuz.  Teyzemin kızının en büyük hayalleri olan üniversiteyi  kazandığında  “ üniversiteler çok karışık, kız başına uzaklarda okuyamazsın, kardeş kardeşi öldürüyor “ denilerek neden gönderilmediğini bilmiyordum. 1980 ihtilalini bilmiyordum, sıkı yönetim olmuş, onlarca insan sorgulanmış, hapislere atılmış, Pozcu da bile sokak savaşları yaşanmış , bilmiyordum. İzole bir hayatmış bizimkisi. Tek kanallı yıllar, gece 12 ‘de İstiklal Marşı ile kapanırdı televizyon, kardeşimle hafta sonları  ayakta dinlerdik İstiklal Marşını, öyle kapardık televizyonu. Böyle canlı yayında şehirlerin bombalanışını izlemiyorduk, belki o yüzden paramparça olmuş çocuk cesetleri , çaresizlik içinde çırpınan anne çığlıkları girmiyordu rüyalarımıza. Elimizde bilgisayar da yoktu, kafası kesilmiş , kanlar içinde insanlar izlemiyorduk film gibi her dakika.

    En yakın arkadaşlarımdan biri Maria ‘ydı. Annesi İngiliz idi, ilk kez o zaman duymuştum Gayri Müslüm kelimesini. Ama bu günkü gibi kinle nefretle değil, sevgiyle… Annem bizi karşısına alıp ilk kez o gün öğretmişti ; insanları dinlerine, dillerine, ırklarına, mezheplerine göre ayırmamamız gerektiğini. Asıl olanın saygı, sevgi, dürüstlük, dostluk, kadir kıymet bilirlik olduğunu…

    Sonra başka bir semte taşındık. Çok şık görünümlü bir apartmandı. Sadece  iki dairesi kiralıktı, diğerlerinde aynı soyadı taşıyan altı aile yaşıyordu. Çok sonra öğrendik, Siverek’ten kan davası nedeni ile Mersin’e taşındıklarını, güvenli olsun diye aynı apartmanda oturduklarını. Çocuğuz işte hemen kaynaştık onların da çocuklarıyla, arkadaş olmuş oyun oynuyorduk. Bir yıl sonra bu ailedeki arkadaşlarımızdan biri kanser oldu ve öldü. İlk kez bir cenazede ağıt yakma merasimi görmüştüm,  annem de annesi kadar ağlamıştı, günlerce onları yalnız bırakmamıştık. Mahalledeki hiç kimse bunlar zaza cenazelerine gidilmez , ağlamayalım , acılarını paylaşmayalım dememişti.

    Benim çocukken öğrendiğim insani değerler şimdi ayaklar altında. Bugün hangi televizyon kanalını açsam kin var, nefret var, hakaret var…. Ölüler, yaralılar, bombalar var…  Gazetede sürekli kesilen, bıçaklanan kadın cinayet haberleri var. Trafik kazaları, uyuşturucuya kurban gitmiş gençlerin öyküleri var…

    Çevremde mutsuz çocuklar, gençler, işsiz veya borç tuzağında boğuşan insanlar var. Sürekli eşiyle kavga eden arkadaşlarım, boşanıp dağılan yuvalar var. Artık gülmeye korkar oldum, sanırım mutsuzluk bulaşıcı. Ya bir çok kişi gibi kafamı kuma gömüp hiçbir şey yokmuş gibi davranacağım, ya da sahip olduklarıma şükredip, aktif bir vatandaş olarak üzerime düşen görevi yapacağım, yani ben annemi öğrettiği gibi bir hayat yaşayacağım…

    Not: Oy kullanmak bir vatandaşlık görevidir, sevgili okuyucularım demokratik bir hak olan oyumuzu  kullanalım.

  • MESLEK SEÇİMİ TESADÜFLERE BIRAKILMAMALI

    fotograf

    “ Kızım mimar olmak istiyor, oysa ben aile şirketimizde çalışması için işletme okumasını istiyorum”

    “ Oğluma Makina Mühendisi olmasını söylüyorum, oğlum ise ille de diş hekimliği okumak istiyor, başarılı olamaz ki, biliyorum boşuna heves ediyor “

    “ Kızımın tiyatroya ilgisi çok fazla. Ama günümüz koşulları malum, sanatçılar iş bulamıyorlar, öğretmen olsa bari , KPSS sınavı ile atanır belki”

     

    Üniversite sınavları bitti. Şimdi hem gençleri hem de ailelerini tercih telaşı saracak. Ancak yine kafalar karışık , mesleği neye göre seçecekler? Hayallerine göre mi, ailelerinin isteğine göre mi? İş imkanı ya da para mı, yoksa puanım nereyi tutarsa mı?

     

    Oysa ki meslek seçimi tüm yaşamımızı etkileyen, kişiliğimizi, yaşam biçimimizi, çevremizi, ilişkilerimizi, geleceğimizi belirleyen rastlantılara bırakılmayacak kadar önemli bir karardır. Belki de hayatımızın en önemli kararıdır. Bu önemli karar alınırken gençler kadar aileleri de dikkatli olmalıdır. Aileler çocuklarına rehberlik etmeli, yardımcı olmalı, ancak kesinlikle zorlayıcı olmamalıdır.

     

    Meslek seçiminizi yaparken DİKKAT EDİN !  

    • Aceleci davranmayın
    • Başkasını memnun etmek için karar almayın
    • Annenizin ya da babanızın hayallerinde yatan ancak bir türlü gerçekleştiremediği meslekleri mecburiyetten seçmeyin
    • Yaş, boy, cinsiyet , sağlık durumunuz ( geçirilen hastalıklar, psikolojik rahatsızlıklar v.b) engel ( özür ) durumunuz gibi fiziksel özelliklerinizi dikkate alın
    • Genel yetenek düzeyiniz, alışkanlıklarınız, değer yargılarınız, iletişim beceriniz , duygusal durumunuz gibi kişilik özelliklerinizi dikkate alın,
    • Okul başarı düzeyiniz, çalışma alışkanlıklarınız, güçlü ve zayıf yönleriniz, motivasyon şekliniz , boş zamanlarınız değerlendirme yeteneğiniz gibi akademik özelliklerinizi dikkate alın
    • Ailenizin sosyo-ekonomik durumu, arkadaş ilişkileriniz, daha önceki okul deneyimleriniz gibi sosyolojik özelliklerinizi dikkate alın
    • İlgi duyduğunuz meslekleri tanımak için yeterince araştırma yapın. Meslek sahipleri ile konuşun hatta mesleğin icra edildiği ortamlarda bulunun.
    • Meslek seçimi konusunda çeşitli envanterler uygulanıyor, profesyonel destek alabilirsiniz.
  • DEPREYON TEDAVİSİNDE İLAÇ ŞART MI?

    depreyon

    “Ben ilaçların bir işe yaradığını düşünmüyorum”

    “ Arkadaşım bir kutu ilaç bitirmiş hiçbir işe yaramamış”

    “ Yan etkisi çok diyorlar , konuşarak tedavi istiyorum“

    “ İlaçlar bağımlılık yapar kullanmak istemiyorum”

    “ 2 yıldır ilaç kullanıyorum , başka bir yöntem yok mu”

    “ Arkadaşım bana şu ilacı tavsiye etti, içtim bir işe yaramadı “

     

    Bu ve benzeri onlarca söylemle her gün karşılaşıyorum. Özellikle depresyon, anksiyete, panik atak tedavisinde ilaç içmek istemeyen ya da doktor doktor dolaşıp farklı ilaç deneyen ve iyileşmeyeceğine inanan birçok danışanım var.

    Oysa ki tıpta ’ HASTALIK  ‘ yok ‘HASTA ’  vardır. Yani her hasta kendine özgüdür ve kendine özel bir tedavi protokolü olmalıdır. Çünkü yaşadıkları olaylar, depresyona giriş nedenleri ya da çevresel faktörleri farklı farklıdır.

    Depresyon tedavisinde amaç, kişinin yaşadığı belirtilerin tam olarak yatışmasını sağlamanın yanı sıra toplumsal ve iş yaşamındaki işlevselliğini yeniden kazanmasını sağlamaktır. Bu nedenle sağlıklı bir tedavi  ne sadece ilaçla ne de sadece psikoterapi ile mümkündür.  Her ikisinin de beraber olduğu PSİKOFARMAKOTERAPİ dir.

    İLAÇLAR ARABANIN BENZİNİ GİBİDİR

    Son model bir araba düşünün , evinizin önünde park edilmiş ve sizden kullanmanız isteniyor. Eğer hiç benzini kalmamışsa bu arabayı çalıştıramazsınız bile. İlaçlar arabamızın benzini gibidir. Ancak bir bardak benzinle de çalışmaz , deponun tam dolabilmesi için zamana ihtiyaç vardır. Bu nedenle  ilacın yararlı etkilerinin görülebilmesi için;

    • Doktorunuzun önerdiği ilacı zamanında ve düzenli almalısınız
    • faydasını hissetmek için 2-4 hafta gibi bir sürenin geçmesi ne müsaade etmelisiniz
    • Kendinizi iyi hissetseniz bile depreşmeyi ve yinelemeyi önlemek için en az 6 ay – 1 yıl kullanmaya devam etmelisiniz
    • Kendi başınıza bırakmamalı, doktorunuzun kontrolünde azaltılmış dozlarla bırakmalısınız
    • Bağımlılık yapma riski olan ilaçlar yeşil veya kırmızı reçete ile verilir. Beyaz reçete ile aldığınız ilaçlar bağımlılık yapmasa da çok uzun süre kullanımı çeşitli yan etkilere sebep olabilir, bu nedenle doktorunuzun tavsiye ettiği çeşitli testleri yaptırmalısınız

     

     

    PSİKOTERAPİ SÜRÜCÜ KURSUNA BENZER

    Arabanıza benzin koymak yetmiyor elbette. Eğer arabayı kullanmayı bilmiyorsanız veya ehliyetiniz var ama hala direksiyon eğitimine ihtiyacınız varsa ; yine arabayı kullanmakta zorlanırsınız. Eğer yeterince öğrenmezseniz kaza yapma riskiniz hep yüksek olacaktır.

    Psikoterapiyi sürücü kursu gibi düşünün. Araba gibi kendinizi ve sorunlarınızı iyi tanımalısınız, trafik kuralları gibi bireysel ve toplumsal yaşamanın kurallarını iyi bilmeli ve uygulayabilmelisiniz , arabanızın yedek parça ihtiyacı gibi hayatınızda sahip olduğunuz yeteneklerinizi, kişisel ve genetik özelliklerinizi iyi bilmeli , gerekirse yeni donanımlar edinmelisiniz.

    • Arabayı kullanmayı gerçekten bilmiyor olabilirsiniz, nerde hayatın frenine nerede gazına basacaksınız ,
    • Araba kullanmayı biliyorsunuzdur ama kısıtlı imkanlara sahibim diye bir kısır döngü içinde dolanıp duruyor olabilirsiniz
    • Gitmeyi düşündüğünüz hedefiniz net olmayabilir, sürekli yolunuzu değiştiriyor olabilirsiniz
    • Hedefiniz için gerekli donanıma sahip olmayabilirsiniz
    • Gerekli donanıma sahipsinizdir ama ya farkında değilsinizdir ya da donanımlarınızı yanlış kullanıyorsunuzdur

    İşte bu nedenle hayatınızda yaşadığınız güçlüklerle baş edebilmek için sadece ilaç tedavisi yetmemektedir. İlaç tedavisinin yanı sıra geçmiş bireysel ve ailesel öykünüzün alındığı, neden sonuç ilişkisinin kurulduğu , mevcut kişisel özelliklerinizin ortaya çıkarıldığı, yeni bir bakış açısı ile yeni  davranışlar kazanmanıza yardımcı olacak psikoterapi tedavisi de görmelisiniz.

     

     

     

     

     

  • Bu mektup size…..

    Sevgili anne ve babalar,

     

    Çocuklarımız her geçen gün madde bağımlılığı tuzağına daha fazla çekiliyor. Başta kapı maddesi olarak tanımladığımız sigara ve alkol gibi kullanımı kolay ve zararsız gibi gösterilen maddeler ile alıştırılıyorlar. Ardından da bir ileri aşama olan esrar, extasy, kokain, bonzai, eroin bağımlılığı tuzağına düşürüyorlar.

     

    Ancak anne babası ile sağlıklı bağ kurabilmiş, yeterli sevgi ve ilgiyi alabilmiş, kuralların ve sınırların net olduğu bir ailede yetişmiş gençler herhangi bir maddenin esiri olmaya ihtiyaç duymuyorlar. Bu nedenle çocuklarınızla kurduğunuz iletişimin kalitesi çok ama çok önem arz ediyor.

     

    Unutmayalım ki çocuklarınızı bağımlılıktan  ancak özgür, bağımsız, sorumlu, sınırlarını bilen, özgüvenli   yetiştirerek  korumanız mümkündür.

     

    Çocuklarımızı Madde Bağımlılığından Nasıl Koruruz?

     

    İşte önerilerim:

     

     

    • Başta siz sigara , alkol gibi maddelerden uzak durarak ona iyi bir model ve örnek olun

     

    • Maddeler ve olumsuz etkileri hakkında onları sürekli korkutmayın, akıl vermek yerine yeterince bilgilenip onunla gerçek bilgilere dayalı konuşun

     

    • Çocuğunuzun arkadaşlarını ve onların ailelerini tanıyın ve arkadaşlıklar kurun. Mutlaka birlikte vakit geçirin

     

    • Evdeki, okuldaki, sosyal yaşamdaki sorumluluklarını onun yerine yüklenmeyin.

     

    • Sınav  odaklı, performans kaygılı, şartlı , takdir ve onay peşinde koşan bir genç  yetiştirmeyin

     

    • Çok fazla baskı kurup, onun hayatını avcunuzun içine alıp yönlendirmeyin . İstemediği şeylere “ HAYIR “ diyebilmelerini sağlayın.

     

    • Sizden korkmadan, okulda ya da sosyal ortamda yaşadığı olayları size anlatmasını sağlayın. Unutmayın ki korku; ardından yalan getirir.

     

     

    • Sınırlar koyun, bu sınırlar  “esnek ama gevşek değil”, “belirli ama katı değil”, “ tutarlı ama değişmez değil”, “yaptırımı olan ama zorlayıcı değil” nitelikte olmalıdır.
    • Evde belirlenen sınırlara ve  kurallara önce siz uyun , çocuğunuz uymuyor ise suçlayıp cezalandırmak yerine birlikte nedenlerini konuşun
    • Aile içinde zaman zaman sorunlar yaşayabilirsiniz. Yaşadığınız anlaşmazlık ve tartışmalarda hiç sorun yokmuş gibi davranmayın. Olayları görmezden gelip sahte bir uyum içinde yaşayıp, hep bir tarafın ezdiği, diğer tarafın boyun eğdiği sağlıksız bir ilişki sürdürmeyin.

     

    • Sorunlarınızın  çözümünde çocuklara sarılıp, onları kullanmayın. Çatışmaları çocuklarınız üzerinden yönetmeyin.

     

    Tabi sadece sizlerin doğru yaklaşımı yetmez, bu konuda çok ciddi çalışmaların devlet eli ile yürütülmesi ve gençler için yeni politikaların geliştirilmesi gerekiyor. Başta Gençlik ve Spor Bakanlığı olmak üzere , Milli Eğitim Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ortak çalışmalara imza atmalıdır.

     

    Yerel yönetimler gençlerin sağlıklı vakit geçirebilecekleri ortamlar yaratmalı, her türlü sanatsal faaliyete ve spor aktivitesine ücretsiz katılımlarını sağlamalı, onları özendirmeli ve teşvik etmelidir.

     

     

     mektup-madde-bagimliligi

  • Doğru Hedefe Yürüyün

    Doğru Hedefe Yürüyün

    Üniversite öncesinde hangi okul ve bölüm tercih edilmeli?

    Çocuğum için en doğru meslekler hangileri?

    Çocuğum üniversitede hangi bölümlerde başarılı olabilir?

    Çocuğuma hangi eğitimleri aldırmalıyım?

    Çocuğumun mesleki hayatına faydalı olabilecek faaliyetler neler?

    Çocuğum hangi mesleği seçerse mutlu ve verimli olabilir?

     

    Eminim sizler de pek çok danışanım gibi , çocuğunuz için bu ve benzeri sorulara yanıt arıyorsunuzdur? Meslek seçimi konusunda gençlere danışmanlık verirken en sık kullandığımız bilimsel  envanterlerin başında Holland Mesleki Tercih Envanteri geliyor.

    John Holland,  insanların, kişilik özellikleri ve ilgi alanlarının altı grupta toplanabileceğini göstermiş ve Tipoloji Kuramı olarak bilinen kişilik kuramını geliştirerek , kişiliklerine uygun olan meslekler seçen kişilerin daha mutlu ve başarılı olacağı sonucuna varmış.

    Holland’ın kuramında tanımladığı 6 kişilik tipi:

    1. Realistik Tip: Uygulamacı, maddeci ve diğer insanlarla iç içe olmayı tercih etmeyen kişilerdir. Güçlü ,somut ve ayakları yere basan faaliyetlere ilgi duyarlar, kişilerarası ilişkilerdeki becerileri zayıftır.
    • Mekanik, el becerileri, teknik ve tarımsal beceriler ve uygulamalar ve somut problem çözme gerektiren iş çevreleri bu kişilik tipine uygundur.
    • Objeler, araçlar, makineler, aletler, bitki ya da hayvanlarla çalışmaktan hoşlanırlar.
    1. Araştırmacı Tip: çözümleyici, kendi düşünce ve hislerine kulak veren ve karmaşık konulara ilgi duyan kişilerdir. Bilimsel yöntemlere önem verirler, sosyal ve liderlik becerileri gelişmemiştir.
    • Matematik ve fen bilimlerinde ( Tıp, eczacılık vbg. )yeteneklidirler.
    • Bilimsel, meraklı, çalışkan ve bağımsız olma eğilimindedirler.
    • Gözlem yapmak, öğrenmek, araştırmak, analiz etmek, değerlendirmek ve ölçmekten hoşlanırlar.
    1. Yaratıcı Tip : yaratıcı, ifade etme yeteneği olan, hassas ve kalıpları kabul etmeyen kişilerdir. Özgürlüğe, belirsizliğe ve estetiğe itibar ederler ve düzenli bir şekilde bilgi işleme becerileri yoktur.
    • Sıradanlıktan uzak, sanatsal ve sezgisel yetenekleri vardır.
    • Dil, sanat, müzik ve/veya drama becerilerini geliştirirler.
    • Yaratıcılık, hayal ve imgelemeye izin veren ve yapılandırılmamış etkinliklerle uğraşmaktan hoşlanırlar.
    1. Sosyal Tip: işbirliğine önem veren, ahlaklı, sorumlu, anlayışlı ve dost canlısı olmaya yatkın kişilerdir. Kişilerarası ilişkilere değer verirler, mekanik ve bilimsel becerilerden yoksundurlar.
    • Sözel becerileri iyidir.
    • İnsanlarla çalışmaktan hoşlanırlar.
    • Yardımsever ve arkadaşça olma eğilimindedirler.
    • Bilgilendirme, aydınlatma, öğretme, yardım etme, eğitme veya tedavi ve iyileştirmeden hoşlanırlar.

     

    1. Girişimci Tip: hırslı, dışa dönük, baskın ve kendine güvenli kişilerdir. Politik ve ekonomik alandaki başarılara itibar ederler ve bilimsel yetenekleri gelişmemiştir.
    • Liderlik etmekten, insanları etkilemekten, ikna etmekten, yönetmekten ve iyi performans ortaya koymaktan hoşlanırlar.
    • Satış veya insan yönetme etkinlikleri içeren işleri tercih ederler.
    • Tutkulu, dışadönük, enerjik ve kendilerine güvenli olma eğilimindedirler.

     

    1. Düzenli Tip: Gelenekçi tipler metotçu, kalıpçı, vicdanlı, yaratıcı olmayan ve uygulamacı olma eğiliminde olan insanlardır. İşte düzenlemeye ve başarıya değer verirler ve sanatçılık becerisinden yoksundurlar.
    • Bilgileri temiz ve sıralı bir şekilde tutarlar.
    • Düzenlidirler, masa işleri ve sayısal etkinliklerde yeteneklidirler
    • Kayıt tutma, hesaplama, bilgisayar kullanmayı gerektiren işleri tercih ederler.
    • Sorumlu, bağımlı ve ayrıntıya dikkat etme eğilimindedirler.fotograf
  • Çocuklar Neden Hırsızlık Yaparlar ?

    drobensosyalmedyafotr-01

    5 yaşına kadar çocuklarda mülkiyet duygusu tam gelişmediğinden , etraflarındaki hoşlarına giden ya da ihtiyaç duydukları tüm eşyaları kendilerinin zannederek almaya çalışırlar. Eğer aile bireyleri çocuğa mülkiyet kavramını doğru anlatamazsa ve başkalarının haklarına saygı duyması gerektiğini gerek kendi davranışları ile örnek olarak, gerekse hikayeleştirerek anlatmazlarsa çocuk bu kavramı öğrenemeyecektir.
    Bu nedenle 5 yaşına kadar çocuğun çalma davranışı ciddi bir sorun olarak görülmemekte ancak yetersiz eğitim aldığının bir kanıtıdır. Eğer çocuk ihtiyaç duyduğu kendi eşyalarına yeterince sahipse ve ilkokul çağlarında kendi harçlığını düzenli alıyorsa bu davranışı giderek ortadan kalkacaktır.
    8 yaşından itibaren mülkiyet duygusu gelişen çocuklar, gelişim aşamalarında içinde bulundukları sosyal çevreye adapte olmaya çalışırlar. Uyum ve davranış bozukluğu belirtisi olan çalma davranışı , eğer hala devam ediyor ise tehlike çanları çalmaya başlamış ve mutlaka altta yatan sebep araştırılmalı demektir.
    Hırsızlık nedenleri:
    Patolojik olmayan hırsızlık:
    1. Yarar sağlamayan hırsızlıklar; genelde çocuklar bu şekilde çalarlar
    2. Cömertlik hırsızlığı ; çaldığı objeyi dağıtır, başkalarının gözünde değerli olmak için yaparlar
    3. Gereksinim hırsızlığı; yoksul veya evden kaçan çocuklarda görülür. Çocuğun çok istediği ama almadığı bir şeyi almak için yaptığı hırsızlıktır.
    Ancak hırsızlığın kötü bir şey olduğunu içselleştirmiş olan çocuklarda her ne kadar ihtiyaçları olursa olsun çalma davranışı görülmez. Eğer ailelerinden bu davranışı öğrenmişlerse normalleştireceklerdir.

    Patoljik Hırsızlık:
    1. Saldırgan; başkasına zarar vermek amacıyla yapılan hırsızlıktır.
    2. Dürtüsel; çalma eğilimi istemsiz, düşünülmeden ve plansızca dürtüsünü kontrol edemediği için gerçekleşir
    3. Zevk amaçlı ; daha çok ergenlerde ve çeteleşme eğilimi olan gençlerde görülen ve çalmanın yarattığı hazzın ve heyecanın peşinde koşmalarından dolayı gerçekleşir.
    4. Telafi hırsızlığı; sevgi eksikliği olan, çekingen, aşağılık duygusu içinde çocukların yaptığı davranıştır. Bazen kardeş kıskançlığı, bazen aile içinde yaşanan problemlerin bir yansıması çocuğun dikkat çekme davranışı şeklinde olabilir.
    Çocuk alamadığı sevgiyi ve doyumu kendi olanakları ile gerçekleştirir. İç dünyasında yaşadığı OEDİPUS çatışmasının dışlaştırılmasıdır. Burada babanın yerini jandarma, polis, yargıç alır.

    Önerilerim:
    1. Çocuklarınıza aidiyet duygusunu ve başkalarının haklarına saygı duyması gerektiğini öğretin. Siz de doğru davranışlar sergileyerek, onlara örnek olun
    2. İlkokuldan itibaren yeterli harçlık verin ve parayı nasıl yönetmesi gerektiğini öğretin. Hatta biriktirme davranışı için teşvik edin
    3. Sevginizi koşulsuz şartsız hissettiririn. Ne aşırı serbest ve ilgisiz davranın ne de aşırı katı ve kuralcı.
    4. Eğer çocuğunuz küçücük de olsa bir şey çalmaya başlamışsa mutlaka konuyu ciddiye alın ve altında yatan başka bir sebep var mı araştırın.
    5. Tüm doğru yaklaşımlarınıza rağmen hırsızlığa devam ediyor ise mutlaka bir uzmandan yardım alın ( Psikoterapi ile gelişim süreci değerlendirilecek, oyun ve davranış terapileri ile problemin temel sebebi teşhis edilecektir. Çocuğun iç çatışmalarının yüzeye çıkarılması sağlandıktan sonra benlik güçlendirilmesi çalışmaları ile hırsızlık davranışı ortadan kaldırılmaya çalışılacaktır.

  • Çocuklar “HIRSIZ” olamazlar!!!

    drobensosyalmedyafotr-01

    9 yaşında, son zamanlarda okuldan arkadaşlarının ve öğretmenlerinin özel eşyalarını çaldığına dair şikayet alıyoruz. Defalarca konuştuk, “ çocuğum ne ihtiyacın var bunlara ? Herşeyin var, maddi durumumuz iyi, bu güne kadar ne istediysen aldık, hırsızlık çok kötü bir davranış “ şeklinde konuştuk. Ancak buna rağmen oğlum çalmaya devam etti. Odasının karıştırdım biraz, yatağının altında bir kutu buldum, bütün çaldığı eşyaları onun içinde saklıyor. Dün öretmeni aradı ve sınıfta bir cüzdan kaybolduğunu söyledi, bu safer babası çok sinirlendi ve maalesef dövdü. Sonra da çok pişman olduk, en iyisi profesyonel bir yardım alalım dedik. Çocuğum neden çalmaya ihtiyaç duyuyor ve bu problemi nasıl çözeceğiz doktor hanım?
    Terapi odasına bu aile geldiğinde anne hamileydi ve kucağında 2 yaşında bir kızı daha vardı. Önce anne ve baba ile yaptığım görüşmelerde aile yaşantılarının iyi olduğunu, maddi bir problemleir olmadığını, çocuklarına bilgisayar, tablet, cep telefonu dahil her yeni çıkan teknolojik alet ne varsa satın aldıklarını söylediler. Öyküye baktığımızda yeni bir kardeşin daha doğacak olması , üstelik anneye çok benzeyen ve sürekli şirinlik yapan bir kız kardeşin varlığı çocukta kıskançlık duygusu yaratmış olabilir mi acaba diye düşünmüştüm.
    Çalma Davranışı; Bastırdıkları Duyguların Birer Yansımasıdır
    Ancak oyun terapisi esnasında çocuğun Legolarla kurduğu şehirde iki ev inşa etmesi ve küçük askerlerin her iki ev arasında koşturarak savaş oyunu oynaması dikkatimi çekmişti. Daha sonra birlikte askerleri konuşturmaya başladık ki, her iki evde de anne diye hitap ettiği kadınlar vardı. Aslında Fatma annem olmasa bu evi patlatırdım ama o da hamile ve kardeşime kıyamadım diyince, çocuğun anesinin isminin kayıtlarımda Fatma olmadığını fark ettim.
    Vee oyunun sonunda çocuk anlatmaya başladı, aslında babasının hayatında başka bir kadın olduğunu , onun da hamile olduğunu, oğlunu haftada 2 gün bu eve götürdüğünü, orada babasıyla birlikte kaldıklarını ve ona bu da senin ikinci annen, ona “ anne “ diyeceksin , doğacak çocuğumuz da senin kardeşin şeklinde baskı yaptığını anlattı. Uzun süre bu aramızda bir sır ve annene anlatmayacaksın diyerek çocuğun taşıyamayacağı bir yükü omuzlarına yüklemişti.
    Çocuğun gerçek annesi bu durumu bir müddet sonra öğrendiğinde çocuğa küsüp sen bunu benden nasıl saklarsın diyerek tokat atmıştı. Aylarca eşiyle kavga etmiş,kız çocuğuna bile yeterince ilgi gösterememiş, üstelik bu psikoloji ile tekrar hamile kalmıştı. Daha sonra babası eşine bu ilişkinin bittiği yalanını söyleyerek oğlunu tekrar bu yalanın içinde yaşmaya mecbur etmişti.
    Bir süre sonra kendi annesi de hamile kalınca çocuk kimseyle bu problemi konuşamadığı için giderek içine kapanmış, okulda sorun çıkararak aslında anne ve babasının itibarını zedelemeye ve onlardan intikam almaya çalışmaktaydı.
    Tabi çocuklar bütün bu duyguları bastırdıkları için farkında olmadan ailenin problemlerini yansıtan birer aynadırlar aslında . Anne ve babanın saklamaya çalıştığı gerçekleri onlarla konuşunca çocuklarını nasıl ihmal ettiklerini, kendi dertlerinin ve öfkelerinin içinde kaybolduklarını , çocuğa taşıyamayacağı bir yükün sonuçlarını görmüş oldular.
    Not: Danışan öyküleri etik ilkeler gereği değiştirilmiştir. Haftaya Çalma davranışının nedenlerini ve çözüm önerilerimi paylaşacağım