Kategori: Psikolojik Sorunlar

  • Panik Atak Tedavisi

    PANİK ATAK İNSANI ÖLDÜRÜR MÜ?

    Panik atak yaşayan danışanlarım ataklarının ne zaman geleceğini ve o anda ölmekten korktukları için tam olarak ne yapabileceklerini bilemediklerini söylüyorlar. Bu nedenle hayatlarını buna göre organize ediyorlar, herhangi bir ciddi sorun yaşamamak için de “Güvenlik Sağlayıcı Davranışlar” geliştiriyorlar.

    • Evde yalnız kalmamaya çalışmak
    • Evde veya dışarda sürekli yanında güvendiği birini bulundurmak
    • Yanında ilaç taşımak,
    • Ev işi, Spor veya cinsel aktiviteden kaçınmak
    • Bunaldığını hissettiğinde alkol kullanmak
    • Sık sık nabzını ve tansiyonunu ölçmek
    • Hastanelere yakın olan güvenli yollardan geçmeyi tercih etmek gibi

    Aile bireyleri de bu duruma yardımcı olmak niyeti ile uyum sağladıkça , bu sefer de etrafındaki kişilere bağımlı oluyorlar. Artık kendileri hastalığı değil de hastalık onları kontrol etmeye başlıyor, işte o zaman içinden çıkılmaz bir kısırdöngüye girilmiş olunuyor.

    Oysa ki Panik atak ölümcül bir hastalık değildir. Kalp krizine yol açmaz. Tamamen bastırılmış düşünce ve kaygıların bir sonucu olarak vücudun verdiği belirtiler ve bu belirtileri kişinin yanlış yorumlaması, bilişsel çarpıtmalar sonucu ortaya çıkan korku atağıdır.

    BİLİŞSEL ÇARPITMALAR

    1. Olası kötü sonuçları abartma:“ panik atak sırasında göğsümde bir sıkışma hissediyorum, kalp krizi geçiriyorum “ veya “ boğazım tıaknacak ve nefessiz öleceğim” gibi …
    2. Korkunçlaştırma:“ bana bir şey olursa çocuklarım annesiz kalır, başkalarının elinde rezil olurlar” veya “ iş yerinde bir atak geçirirsem ve bunu patronlarım görürse rezil olurum, yüzlerine asla bakamam “ gibi…
    3. Denetimi elinde tutma isteği: “ arabayı ben kullanmıyorsam, sürücü dikkatsizce kaza yapabilir” veya “ panik atağım sırasında durduramazsam aklımı yitirebilirim” gibi…
    4. Mükemmelliyetçilik:“ Her şeyin en iyisini yapmalıyım” veya “ aklımı yitirmek istemiyorum, ben en iyi olmalıyım, problemlerimin hepsini çözmeliyim” gibi..
    5. Çıkarım yapma: “ ne zaman yoğun korku hissetsem, kesin kötü bir şey olacak” veya “sol kolum ağrıdı, kesin şimdi kalp krizi geçireceğim “ gibi…

    İLAÇ TEDAVİSİNİN YANINDA PSİKOTERAPİ ŞARTTIR

    Elbette ki verilen antidepresan ilaçlar , altta yatan örtülü depresyonu tedavi ettikçe, bedensel duyumları azalttıkça yanlış yorumlamalar da azalacağı için ataklar düzelecektir. Ancak sadece ilaç tedavisi yetmemekte;

    • düşüncelerini ve davranışlarını yeniden yapılandırmayı öğrenebilecekleri ,
    • ataklarını sakince yönetebilecekleri
    • bir daha benzeri bir durum yaşamamak için altta yatan örtülü problemi fark edip çözebilecekleri  psikoterapi tedavisi de şarttır.
  • Kanser ve Desresyon

    Kolon kanseri olduğunu öğrenen 62 yaşındaki erkek hastam, hastalığını öğrendiği ilk süreçte , önce “ bu mümkün değil, bu doktorlar bir şey bilmiyor “ diyerek hastalığını red etmişti. Ardından Ankara ve İstanbul’da çeşitli üniversitelere ve  doktorlar gitmiş, defalarca tetkikler yaptırıp yanlışlık var düşüncesini ispat etmeye çalışmıştı. Oğlu ve eşi sürekli onunla didişiyor, “baba bak geç kalıyoruz, bir an önce ameliyat olman gerekiyor “ diyorlardı. Teşhisin kesinleşmesi ile birlikte artık hastalığı kabullenmek zorunda olan hastada birden yemek yemek istememe, aşırı uyku isteği, sinirlilik, hatta eşine bu güne kadar hiç yapmadığı kadar hakaret ve eleştiri içeren cümleler sarf ediyordu. Oğlunun dışarı çıkmasına müsaade etmiyor, en küçük bir sese bile tahammül edemiyordu. Giderek içe kapanmış, hem cerrahi müdehaleyi hem de tıbbi tedaviyi reddediyordu. Hiçbir güç onu hastanenin kapısından içeri sokamıyordu. Ailesi çaresiz kalmış ve benden yardım istemişti. Burada hastanın yaşadığı şey ölüm korkusu, çaresizlik, çevreye bağımlı olma korkusu gibi düşünce ve kaygıların tetiklediği depresyondu. Kanser hastalarının  % 50 si tanı, tedavi veya hastalığın herhangi bir aşamasında tıbbi ve psikoterapik desteğe ihtiyaç duyacak düzeyde  depreyona girerler. Antidepresan kullanımının yanında alacakları psikolojik destek , hastanın iyileşme sürecine kesinlikle katkıda bulunacaktır.

    Depreyon Belirtileri:

    • İlgi ve zevk azalması
    • Sıkıntı, bunaltı, halsizlik
    • Ağlama isteği, karamsarlık
    • Uyku bozukluğu
    • İştahta aşırı azalma  ya da artma
    • Aşırı sinirlilik
    • Ölüm korkusu
    • Bedensel şikayetlerde artış
    • İçe kapanma
    • Alkol kullanma isteği
    • Tedaviyi reddetme ya da geciktirme
    • İntihar düşüncesi

    Depresyon riskini arttıran sebepler:

    • Daha önceden depresyon hikayesinin olması
    • Alkol veya madde kötüye kullanımın olması
    • Kanserin ileri evrede veya uzak organ tutulumu yapmış olması
    • Yeterince aile ve çevresel desteğinin olmaması
    • Kontrol edilmekte güçlük çekilen ağrının olması
    • Kemoterapiye bağlı yan etki
    • Hormonsal veya nörolojik değişiklikler ( hipotirodi, böbrek yetmezliği vb. )

    AİLE DESTEĞİ ÇOK ÖNEMLİ

    Aile bireylerinin hastayı ve hastalığı algılayışı direk hastanın kendisini etkiler. İlişkilerinde dengeli, duygularını rahat ifade eden, aile içi çatışmaların az yaşandığı , iş birliğinin fazla olduğu, rol karmaşasının yaşanmadığı ailelerde hastanın kanser hastalığına uyumu daha kolay olmaktadır. Aşırı koruyucu ya da katı tutum ve davranışlarla çatışmaların sık yaşandığı ailelerde,  rollerin net olmadığı, sevgi , saygı ve ilginin az olduğu ailelerde tam tersi  hastalığa uyum güçleşmekte depresyon artmaktadır. Elbette hastalığın uzaması, peryodik hastaneye yatışlar, aile bireylerinin fiziksel ve duygusal kaynaklarının tükenmesine ve desteğinin azalmasına neden olabilmektedir. İşte tam bu noktada kanser hastalarının psikolojik olarak desteklendiği kadar ,  aile bireylerinin de doğru yönlendirilmeye, bilgilendirilmeye ve psikolojik desteğe ihtiyacı vardır.  

  • Stres, ruhsal hastalıkların en önemli nedeni

    58 yaşında bir bayan danışanım,15 yıl önce eşinin işten çıkarıldığını, uzun uğraşlarına rağmen bir daha iş bulamadığını, kendisinin  emekli maaşı ile geçindiklerini söylemişti.

    “ Eşim depresyona girdi, günde 3-4 tane ilaç içiyor hala, bense güçlü durmak zorundaydım, çevreme ve çocuklarıma hissettirmemeliyim , diyerek hep ayakta kalmaya çalıştım. Ama şimdi el ve ayaklarımda uyuşma, çok ciddi sırt ve baş ağrıları yaşıyorum . Maalesef artık  ilaçlara da cevap vermiyor ağrılarım.”  Demişti.

    Stersin neden olduğu ruhsal hastalıklar :  

    Yaşanılan stres dile getirilmediğinde, maalesef beden konuşmaya başlıyor. Aslında düşünce ve inanç sitemindeki çöküşler,ruhsal dünyada da çöküşe neden oluyor ve sonuçta bir çok ruhsal hastalık gelişiyor.

    1. Somatizasyon bozukluğu; Tıbbi bir rahatsızlık olmaksızınvücudun çeşitli bölgelerinde ağrılar,bulantı,kusma,geğirme,el ayakta uyuşma,ses kısılması, adet düzensizliği gibi şikayetlerin görülmesi.
    2. Kaygı bozukluğu; Sürekli endişe içinde, her an kötü bir şey olacak korkusu yaşanır. Huzursuzluk, aşırı heyecan duyma, dikkatini verememe, konsantrasyon güçlüğü, kolay yorulma, kas gerginliği, uyku bozukluğunun yanı sıra nefes daralması, aşırı terleme, çarpıntı, titreme, baş ağrısı ve bulantı görülür.
    3. Depresyon: Enerji azlığı , hayattan zevk alamama, içe kapanma, iştah ve uykuda azalma karamsarlık, ümitsizlik, kendine güvenin azalması, değersizlik düşünceleri ile seyreder. Ağır depresyonu olanlarda; kendini suçlama, değersizlik ve işe yaramazlık düşüncelerinin yanı sıra ölüm düşünceleri ve intihar isteği gelişebilir.
    4. Panik atak; Kendiliğinden ve ani bir şekilde başlayan ;çarpıntı, terleme, titreme, nefes darlığı, göğüste sıkıntı hissi, bulantı veya karın ağrısı, baş dönmesi yakınmalarının yanı sıra ölmek üzere oldukları, çıldıracakları veya bayılacakları korkusuna da kapılırlar.
    5.  Sosyal fobi: Başkaları tarafından olumsuz değerlendirileceği kaygıları ile kendisini gözlemeye ve değerlendirmeye odaklanarak, tehlikeli ortamlar olarak düşündüğü ortamlardan kaçınırlar. (örneğin çarşı, pazar gibi kalabalık yerlere gitmez veya iş ya da sosyal amaçlı toplantılarından uzak dururlar)
    6. Uyku bozuklukları: Stres, aşırı uyarılmışlık hali yaratarak uykuya dalmakta ve uykunun devamlılığında sorunlara neden olur, uyku kalitesini bozulur.
    7. Alkol bağımlılığı; Aşırı stres, bunaltı ya da karamsarlık yaşayanlar bazen alkolü yatıştırıcı, rahatlatıcı olarak “ilaç niyetine” kullanmaktadırlar ancak kullandıkları miktar giderek yetmemekte ve  daha fazla doza ihtiyaç duyarak bağımlılığa neden olmaktadır.

     

  • Hayatın Ritmini Yakalayın

    Kalp atışımızdan nefes alışımıza, attığımız her adımdan tuttuğumuz alkışa kadar hayatın içinde bir ritm var. İster çocuk olalım, ister öğrenci, ister çalışan olalım, ister emekli , sanki yaşamla ölüm arasında , o ince çizgide değilmişiz gibi hayatın günlük ritmine kaptırıyoruz kendimizi.

    Bazen tökezleyip, kendi kendimize düştüğümüz oluyor, bazen de başkalarının üzerimize yüklediklerinden ya da bilerek, isteyerek çelme taktıklarından bu ritm bozulabiliyor. Ritm bozulduğunda da başta aile hayatımız olmak üzere, tıpkı göle atılan bir taşın etrafında genişleyerek oluşturduğu halkalar gibi tüm çevremiz etkileniyor.

    Bozulan hayat ritminizi “ Ritim Terapi” ile yeniden yakalamak mümkün

    Gerek iş yerinizde , gerekse aile içinde hayatınızın ritmi bozulduğunda ; Acaba bu aksaklık nelerden kaynaklanıyor? Nasıl çözümlenebilir ? Bu çözümün kalıcı olabilmesi için  neler yapılması gerekir ? gibi sorulara “ Ritim Terapi “ ile yanıt bulmanız mümkün. Nasıl mı?

    Her hangi bir yaş grubunda olan , müzik bilgisine ihtiyaç duyulmadan , ritm sanatçısının eşliğinde tamamen doğaçlama ilerleyen bir ritm çalışmasının içine yayılmış psikoterapi teknikleri ile katılımcılara;

    • Kendilerini tanımayı
    • Hayatlarına yön veren duygu ve düşüncelerin bilinçaltı sebeplerini bulmayı
    • Beynin sağ ve sol lobunu dengeli çalıştırmayı
    • Sezgi ve farkındalığı arttırmayı
    • Yaratıcılıklarını arttırmayı
    • Ekip uyumu, birlik ve bütünlük bilincini sağlamayı
    • En önemlisi insanın kendi yaşamına farklı bir renk katmasını hedefliyoruz.
    • Hayatlarını yeniden yapılandırma yöntemlerini
    • Beden dilinin iletişim üzerindeki etkisini

    Şirketler   “Ritim Terapi “  ile departmanlar arası iletişimi arttırıyor, pazarlama stratejisi geliştiriyor,

    • “Ritim Terapi” en çok departmanlar arasındaki iletişim bozukluklarından dolayı tercih ediliyor. Çünkü;
    • Bir şirketin çalışanlarına “ sen benim için değerlisin “ mesajını verebilmesinin en etkileyici yolu,
    • iki departmanın birbirleriyle daha uyumlu çalışmasına, birbirleriyle kaynaşmalarına , sosyalleşmelerine, aralarındaki koordinasyonun artmasını sağlıyor
    • İş stresinin yarattığı mutsuzluğu , çalışma veriminin düşmesini engelleyip pozitif performansa dönüşmesini sağlıyor.
    • Ürün tanıtımı yapılmak istendiğinde pazarlama departmanının uygulayacağı , ürünün etkisini arttırıcı 30-40 dakikalık Ritim Show ile lasman yapılabiliyor.
    • Şirketler bayi topalantılarında , workshoplarında ya da  gala yemeklerinde aldıkları  “ Ritim Terapi “  eğitiminin sonunda Ritim Show ile bayileriyle  iletişim ağlarını güçlendiriyor

    2014 yılı için beni en çok heyecanlandıran projelerimin başında geliyor “Ritm Terapi” , haftaya diğer projemi paylaşacağım; “ Hayat Bir Tiyatro Sahnesi ise…”

     

     Hayatın Ritmini Yakalayın

  • Psikolojik Şiddet (Mobbing)

    Günümüzde  pek çok çalışanın sıkça şikayet ettiği bir kavram mobbing. Çalışma ortamında baskı, taciz veya duygusal eziyet uygulanarak hedef üzerinde üstünlük kurmak, buyruğu altına almak, korkutarak kontrol altında tutmak veya bezdirerek yok etmek amacıyla bir kişiyi sindirmek ve iş ortamından uzaklaşmasını sağlamak anlamında kullanılıyor.

    Maalesef ki psikolojik şiddet eğitim düzeyi yükseldikçe daha ince ve fark edilmesi güç bir şekilde uygulanıyor ve  hukuksal süreçte ispatlanması güçleşiyor.   

    Psikolojik şiddete maruz kalan kişiler, bulundukları ortamlarda (ev-çalışma-sosyal ortam) şüpheci, gergin, kendilerini güvende olmayan durumda hissederler.  Uyku , konsatrasyon ,kaygı , panik bozukluğu yaşarlar hatta depresyona girerek, sosyal ortamlardan veya çalıştıkları kurumdan uzaklaşmak isterler.   

    Mobbing uygulama biçimleri:

    1. Sağlıklı iletişiminin engellenmesi : 

    • Kendini ifade etmesine izin verilmemesi
    • Sürekli sözünün  kesilmesi
    • Sözlü tehditler alması

    2. Sosyal temasının engellenmesi

    • İş arkadaşlarının kişiyle konuşmaması
    • Konuşulmasının yasaklanması
    • Diğer çalışanlardan izole çalıştırılması

    3. Kişisel itibarının zedelenmesi 

    • Arkasından konuşulması
    • Engelliği ya da özrü ile alay edilmesi
    • Taklit edilmesi ya da inançları ile alay edilmesi,

    4. Mesleki konumunun zedelenmesi

    • İş verilmemesi
    • Mesleği ile alakasız veya anlamsız işler verilmesi,

    5. Fiziksel sağlığına zara verilmesi

    • Tehlikeli işlerin verilmesi
    • Cinsel tacize maruz kalması

     

    Psikolojik Şiddet

  • Narsisizm: İş Arkadaşınız Bir Mitolojik Kahraman Olabilir mi?

    Yüreğinden yaraladığı kızlardan biri, bir gün tanrılara yakararak Narkissos’un cezalandırılmasını istedi. “Başkalarını sevmeyen kendini sevsin” dedi yüce tanrılar. Ve yakışıklı mı yakışıklı ama bir o kadar da katı yürekli olan delikanlının cezalandırılması işini , adı haklı öfke demek olan Nemesis’e bıraktılar.

    Nemesis’in görevini yerine getirmesi uzun sürmedi. Susayıp da duru bir pınara eğilince Narkissos, suda kendi yüzünü gördü. “Başkaları benim yüzümden ne acılar çekmiş şimdi anlıyorum” dedi. “Kendime karşı olan sevgimle yanıyorum ben. Suda yansıyan bu güzelliğe nasıl erişebilirim? 0 güzelliği bırakamam da. Yalnız ölüm kurtarır beni.” Böylece su kıyısında eridi gitti Narkissos. Canı ölüler ırmağını geçerken, suya eğildi, son bir kez baktı yüzüne. Eridiği yerde güzel, yepyeni bir çiçek açtı. Sevgilileri adıyla andılar onu, Narkissos (nergis çiçeği) dediler (Hamilton, ı996, s.6ı-62).

    İşte mitolojideki o karakter; bu gün psikolojideki kendini aşırı sevme , aşırı güvenme ve büyük görme anlamına gelen Narsisizm’e  ismini verdi.

    Bir yanda büyüklenmecilik ve başkalarını beğenmeme ,  bir yanda ise girişimcilik ve liderlik özellikleri ile gerek iş yaşamında gerekse özel hayatta sık karşılaştığımız , hatta toplumda özgüven ile de sık karıştırılan bir kişilik yapılanması Narsisizm .

    Kendini iyi tanıyan, duygu ve düşüncelerini iyi yönetebilen, kendini ve çevresini seven kişileri “  Özgüvenli kişiler “ olarak tanımlayabiliriz. Başkalarını  ezmeyen , hor görmeyen , en iyiyi kendilerinin bildiğini iddia etmeyen kişilerdir. Yanlış yaptıklarında ders alır ve bir daha yapmazlar. Eksik yönlerini bilir, bunlarla kişiliğini olumlu yanlarıyla bütünleştirirler. Gerçekçi düşünceleri vardır. “Ben yapmam, ben başaramam “ gibi içsel olumsuz konuşmaları yoktur.  Evrene olumlu mesajlar gönderdikleri için de olumlu şeyler yaşarlar.

    Narsistik kişilik bozukluğu olan kişiler ise; büyük ve güçlü olma tutkusu, artmış takdir görme arzusu, yetki sahibi olma isteği içindedirler. Kendilerini çok önemli, çok yetenekli hissederler, zihinleri sürekli başarı kazanma ve önde olma ile meşguldür, kendilerini başkalarından üstün görürler, sürekli ilgi ve hayranlık görme ihtiyacı içindedirler. Eleştiriye karşı aşırı tahammülsüz ve empati yeteneğinden yoksundurlar.

    Aslında içten içe yaşadığı ve üstesinden gelemediği ; eksiklik, değersizlik ve aşağılık duygularını bastırmak için kendilerine güveniyor rolü yaparlar. Kendilerini değerli hissetmek için başkalarını değersizleştirip dururlar. Benlikleri hep eksiktir. Başkasını ezerek ancak kendilerini sevebilir ve başkaları üzerinden kendi benliklerini inşa ederler. Yani o hep küçümsediği “ötekiler” olmadan ne yazık ki narsistik kişilik bozukluğu olan kişiler var olamazlar.

    Oysa aynı kişiler; “dünyayı değiştirecek, anlam katacak vizyon”larıyla kendilerine ve tüm topluma yol açmaya, “bağımsız düşünme ve risk alabilmeleriyle” başarılı girişimlere, “tutkulu ve karizmatik” yapıları ile insanları etraflarında toplamaya, örgütlemeye ve örnek liderler olmaya, “azim ve bitmeyen öğrenme motivasyonları” ile gelişmeye, üretmeye ve toplumun refahına, “tehditler karşısında tetikte duruşlarıyla” sürekliliğe ve kalıcılığa, “mizah duyguları” ile mutluluğa aracılık edebilecek potansiyele sahiptirler.

    İşte bu patolojik narsisizm ile sağlıklı narsisizm arasındaki ince çizgide kişiler, bir terapist eşliğinde iç dünyaları ile yüzleşip, kendilerini ve güçlerini keşfedebildikçe , içsel doyum sağladıkça   sağlıklı tarafta kalmayı başarabileceklerdir.
    Diğer sayımızda iş hayatında Narsistik kişilik yapılanmasını nasıl tanırız ve ast- üst ilişkilerini nasıl etkiler sorularına cevap arayacağız…

  • EFT Nedir?

    EFT, Stanford’lu bir mühendis, Gary Craig tarafından geliştirilmiş bir enerji tekniğidir ve adını “Duygusal Özgürlük Teknikleri “ anlamına gelen “ E motional F reedom T echnique” in baş harflerinden almaktadır.

    Çinlilerin 5000 yıldır kullandığı, enerji sistemi, meridyenler ve bunun sağlık üzerine etkileri bilinmekte ve başarıyla kullanılmaktadır. Yani enerji teknikleri pek de yeni bir konu sayılmaz,

    Şimdi doğunun bilgi birikimi batının analitik yaklaşımıyla sentezlenerek sadeleştirilmiş ve herkesin kısa sürede öğrenerek kendi başına rahatlıkla uygulayabileceği pratik teknikler haline getirilmiştir.

    EFT Çin tıbbındaki enerji meridyenleri ile batının kinesyolji ilminin çok başarılı bir sentezidir.

    EFT’yi akupunktur, akupressure gibi tekniklerin iğnesiz yapılan bir versiyonu olarak da değerlendirebiliriz…

    EFT’nin, anksiyete, korkular, fobiler, travmalar, yas, kızgınlık, suçluluk gibi duygusal bozukluklardan, performans geliştirme(iş dünyası, kariyer, satış, spor…) ve ilişkilerin iyileştirilmesine varan oldukça geniş bir yelpazede uygulama alanı vardır.
    Öğrenmesi kolay olan bu teknik bireyin profesyonel ve kişisel gelişiminde gerçek bir devrim yaratmaktadır.

    Tarihçe

    1980 yılında Amerikalı bir klinik psikolog olan Roger Callahan çok yoğun su fobisi olan bir hasta ile ilgilenmektedir. Hasta su korkusu yüzünden şiddetli baş ağrıları çekmekte, sık sık korkunç kabuslar görmektedir.Yıllardır terapi görüyor olmasına rağmen pek bir aşama kaydedilememiştir.Callahan da hastayı diğer terapistler gibi 1,5 yıl boyunca klasik yollarla tedavi etmeye çalışır.Fakat o da pek bir aşama kaydedemez.

    O sıralarda bedendeki enerji sistemi üzerine çalışmakta olan Callahan, hastası midesindeki ağrıdan bahsettiği sırada tamamen içgüdüsel olarak, mide meridyenin uç noktası olan göz altındaki noktalara parmak uçlarıyla birkaç kez vurur.

    Bunun üzerine, hasta Callahan’ın şaşkın bakışları altında, büyük bir heyecanla su fobisinin kalmadığını söyleyerek en yakındaki yüzme havuzuna koşar ve yüzüne su serper. Ne baş ağrısı kalmıştır, ne kabuslar ne de su korkusu.

    Callahan çok etkilenir bu durumdan ve yapıtğı araştırmalar sonucunda başka etkili noktaları da keşfederek yeni bir enerji tekniği geliştirir ve bu tekniğe TFT (Thought Field Therapy) adını verir.

    Stanford’lu bir mühendis olan Gary Craig de başlangıçta birçok insan gibi olanlara inanmakta güçlük çeker ama alınan sonuçlar ortadadır ve çok çarpıcıdır.

    Bu konu üzerinde çalışırken TFT’de bazı eksiklikler farkeden Craig, mühendis olmanın getirdiği analtik bakışla TFT üzerinde bir takım değişiklikler yaparak daha rafine hale getirir. Böylece hem herkes tarafından daha kolay uygulanabilmekte hem de daha kısa sürede sonuç alınmaktadır.
    Graig TFT’nin bu modifiye edilmiş versiyonuna EFT yani “Emotional Freedom Technique” adını vererek öğretmeye başlar.

  • Sınırlayıcı İnançlar ve Düşünce Virüsleri

    21.yüzyılın sihirli kelimesi “Değişim” , vazgeçilmez kavramı ise  “Kişisel Gelişim”  oldu…Gerek bireysel gerekse kurumsal alanda mutluluğu ve başarıyı yakalamak isteyenler değişime ayak uydurmaya başladı  ve sihir gerçek oldu. Nasıl mı?  Çünkü “değişim”  tam da karar verdikleri o noktada başlamıştı…

    Şimdi siz de hazır mısınız, sihirli bir yolculuğa benimle birlikte çıkmaya ve bir istasyonda soluklanmaya? Bu istasyon , yeni bir kavramdan ve düşünme süreçlerinden oluşan tamamen zihninizde yeni kapılar açacak ve size farklı bakış açıları kazandıracak., temel   istasyonlardan biri olan  Sınırlayıcı inançlar ve Düşünce Virüsleri…

    Eğer hayatın sürekli akan nehrinde değişerek, öğrenerek, gelişerek mutlu bir şekilde yüzmek yerine akıntıya kürek çeker gibi sürüklenip gidenlerdenseniz,  kaynaklarınızla oluşturduğunuz inançlarız sizi kısıtlıyor ve bir şeyi yapmayı tercih ederken başka bir şeyden kaçınmanıza neden oluyorsa, istedikleriniz gerçekleşmediği zaman ya da kötü şeyler yaşadığınızda  kaderi, olayları ve ya başka kişileri suçluyorsanız , sonuçta tüm bunlar kaygılarınızın ve gerilimlerinizin giderek artmasına  ,  zaman ve enerji kaybına neden oluyorsa , Sınırlayıcı inançlarınızın  ve Düşünce Virüslerinizin farkına varmanızın tam zamanı gelmiş demektir.

    Deneyimlerimizi çerçeveleyip onlara anlam katan en temel faktörlerden biri olan  inançlarımız, aslında kendimiz, diğer insanlar ve hayat hakkındaki yargı ve değerlerimizi temsil eder.  Çoğu zaman  kendi hayat deneyimlerimizle şekillense de  aslında küçük yaşlarda aile, öğretmen gibi yakın çevremizdeki kişilerin bizlere kendi inançlarını aktarmasıyla oluşur. Ve maalesef ki bir kere oluştuktan sonra bir daha kolay kolay onu sorgulama gereği duymayız. Bilinçdışı olarak hayatımızı yönlendirir.

    Nörolojik olarak inançlar beynin orta kısmındaki hipotalamus  ve limbik sistem ile bağlantıdır. Uzun süreli bellek ve duygularla ilişkili olan limbik sistem ise , cortex den daha ilkel bir yapıya sahip olmasına rağmen cortexden gelen bilgileri birleştirerek kalp atışı , vucüt ısısı , göz bebeğinin büyüyüp küçülmesi gibi temel vücut fonksiyonlarını kontrol eden             “ otonom sinir sisteminin “ işleyişini düzene sokmaya hizmet eder. Bu durum bir poligraf aletinin herhangi  bir kişinin yalan söyleyip söylemediğini nasıl meydana çıkardığını da anlatmaktadır.

    Bilinç, olayları  X     ->      Y  olarak anlamlandırırken ,

    İnanç, olayları   X = Y olarak anlamlandırmaktadır.

    Genelde bizi sınırlayan bu inançlar, “ Ümitsizlik” ,” Yetersizlik “ , “ Değersizlik “   duygusuyla bize varlığını hissettirir  Fiziksel ve ruhsal sağlığımızı etkileyerek yaşamsal kalitemizi düşürürür.

    Eğer ümitsizlik hissediyorsanız, arzu ettiğiniz şeye ulaşmak için kontrolün kendi elinizde olmadığına inanıyorsunuzdur,

    Eğer yetersizlik hissediyorsanız, gerçekleştirmek istediğiniz şeyler konusunda yeterince bilgi ve beceriye sahip olmadığınıza inanıyorsunuzdur,

    Eğer değersizlik duygusu yaşıyorsanız, istediklerinizin mümkün olabileceğine inanıyor ancak bunu hak etmediğinize inanıyorsunuzdur.

    Sınırlayıcı inançlar, virüs gibidirler, kişinin gelişim ve değişim sürecini çok hızlı  bir şekilde sabote ederler. Nasıl ki biyolojik anlamda virüsler hücrenin içine giriyor ve hücrenin sahibi gibi davranarak üreyip çoğalıyor ise düşünce virüsleri de aynı şekilde çoğalarak önce zihnimizi sonra da hücrelerimizi ve hayatımızı etkiler.

    Eğer kilonuzun aileden size kalan genetik bir miras olduğuna inanıyorsanız, kilo veremezsiniz, eğer terfi edilmeye hak ettiğiniz düşünmüyor, bilgi ve becerinize güvenmiyorsanız terfi edemezsiniz, karşınızdaki kişinin veya sevgilinizin güvenilmez biri olduğuna inanıyorsanız, hiçbir zaman güvenilir bir partner bulamazsınız.

    Hatırlamanız gereken bir diğer husus da , başkaları tarafından düşünce virüslerine de maruz kalabileceğiniz. Bu virüsler sizi sarmalayıp , inançlarınızı sınırlayabilir. Çocukluğunuzu hatırlayın, “ asansörde kalırsan korkarsın” “ evde yalnız kalamazsın “ “  Bisiklete binmeyi hiçbir zaman öğrenemeyeceksin ” , “ Tek başına bu işi halledemezsin, dur ben senin yanında geleyim “  gibi daha binlerce örnek verebiliriz.

    Bazı düşünce virüsleri ; AIDS hastalığının virüsüne benzer, eğer korunma yöntemlerini bilmiyorsanız veya yeterince korunmuyor iseniz  siz aslanlar gibi sağlam da olsanız ölümcül hastalığa yakalanırsınız.

    Bazı düşünce virüsleri ; GRİP hastalığının virüsüne benzer, eğer vücudunuzun direnci düşmüş ise , karşınızdaki kişinin  bir hapşırması ile hasta olursunuz.

    Bazı düşünce virüsleri ise çiçek hastalığının virüsü gibidir. Biliyorsunuz ki dünyadan bu hastalık eredike edildi. Sizce bu hastalığı nasıl eredike ettiler? Virüsü yok ederek mi ? Yoksa herkesi aşılayarak mı? Elbette aşı ile bu hastalığa karşı bağışıklığı  sağlayarak …

    Eğer başka insanların negatif düşünce virüslerini fark edip inançlarınızı sınırlamalarına izin vermeyecek bağışıklığı sağlarsanız asla hasta olmazsınız. O halde ilk adım ; düşünce virüslerini fark etmek , ikinci adım hangi inançlarınızın sizi sınırladığını , hangi inançlarınızın sizi güçsüzleştirdiğini fark edip, bilinç seviyesine çıkartmak , üçüncü adım ise; onları ihtiyacımız olan olumlu yönde yeniden yapılandırmak.

  • Tükenmişlik Sendromu

    Geçen gün ilkokul 3. sınıf öğrencisi ile sohbet ediyordum. T.C. Kimlik numarasını ezbere bildiğini fark edince şaşırdım, yanında 8.sınıf öğrencisi vardı, hemen atladı “ bizler sınav çocuklarıyız, hayatımız sınavlarla geçiyor , tabi ki  ezbere bileceğiz numaramızı”  dedi.

    Daha ilkokul hayatında  başlıyor, rekabet, beklenti yüksekliğini karşılama ihtiyacı, zamanının çoğunu yaptığın işe harcanması , okuldan sonraki yani mesai bitiminden sonraki zamanı bile iş için geçirme .

    Böylece zamanı yönetme baskısı küçük yaşlarda omuzlara biniyor. Bu yaşlarda öğreniliyor mutluluğun, huzurun, fiziksel ve ruhsal sağlığın için yatırım yapmaya vakit bulamama, yani   “  BEN “ kimliğine sırt çevirme.

    Önce başarı için puan peşinde koşmayı öğreniyor, ardından da para ve kariyer peşinde koşmayı. Çünkü iyi bir okul için, iyi bir üniversite için, iyi bir iş için ve en önemlisi de hayal edilen yaşam standartlarına kavuşmak için sadece çalışmak gerekli  fikri pompalanıyor.

    Oysa ki kendisi ile barışık olmayan, aile ve sosyal çevresine zaman ayıramayan, sürekli bilgisayar , telefon gibi teknolojik cihazların tacizine maruz kalan , sağlıklı beslenemeyen, yeterince uyuyamayan kişilerin kariyer ve paraya ulaşması mümkün olsa da sağlıklı bir bedene ve ruha sahip olması imkansızlaşıyor. Kronik stresin ve yorgunluğun yarattığı fiziksel ve duygusal çöküş  kaçınılmaz oluyor.

    Bu çöküş kendisini; işi savsaklama, işe gelmeme veya geç gelme, işi bırakmaya eğilim olarak göstermeye başlıyor.

    İş kazalarında artış,insan ilişkilerinde uyumsuzluk, eş ve aile bireylerinden uzaklaşma, fazla sigara ya da alkol kullanımı , yorgunluk, bitkinlik, uyku bozuklukları, baş ağrısı, uyuşukluk, solunum güçlüğü, ürtiker tarzı cilt problemleri , sindirim güçlükleri vb. gibi  bireysel veya toplumsal düzeyde performansı olumsuz yönde etkiliyor.

    Bu nedenle çalışanlarda görülen Burnout Sendromu olarak da adlandırdığımız mesleki tükenmişlik sendromunun mümkün olan en kısa zamanda anlaşılması, tanınması ve baş edebilmek için doğru müdahalelerde bulunulması gerekiyor.

    Çünkü bu durum sadece tükenmişliği yaşayan kişiyi değil, başta ailesini, arkadaşlarını, çalıştığı kurumu ve hatta  hizmet verdiği kişileri de önemli ölçüde negatif etkiliyor.

    Kronik yorgunluğun ve tükenmişliğin önlenebilmesi için öncelikle işverenlere büyük sorumluluk düşmektedir;

    • Çok net bir şekilde çalışanların rollerinin sınırları belirlenmeli,
    • Rol çatışmaları mümkün olduğunca en aza indirilmeli
    • İşin doğası gereği sorumluklar paylaştırılmalı
    • Çalışma saatleri bireyin önemli ihtiyaçlarına göre esnekleştirilmeli,
    • Ücret politikaları performansa yönelik ancak adil olmalı ,
    • İş güvencesi verilmeli ,  sürekli  işini kaybetme korkusu ile  karşı karşıya getirilmemeli
    • Çalışanın yeteneklerine, teknik bilgi ve donanımına uygun iş , kariyer imkanı ve ücret verilmeli
    • Çalışanın mesleksel gelişimi için hizmet içi eğitimlerine destek olunmalı,
    • Gereksiz bürokratik adımlar, kırtasiye işleri, amacına uygun olmayan ve uzun toplantılar engellenmeli
    • Aydınlatma, havalandırma, ısı, v.s. gibi fiziksel mekan ergonomik hale getirilmeli
    • Yöneticiler tarafından ısrarlı ve bilinçli bir şekilde yapılan duygusal saldırı, ayrımcılık ve zorbalık olarak da tanımlanan “Mobbing” e müsaade edilmemeli
    • Teknolojik gelişmeler  sonucu  üretimin otomatikleştiği, özellikle de seri imalatın olduğu iş kollarında yaşanan tek düze çalışma koşulları iyileştirilmeli
    • Yaşanılan monotonluğun işçiler  üzerinde umutsuzluk, sıkıntı, gerilim, ilgisizlik, pasif direnme, saldırganlık gibi ileri derecede psikolojik ve sosyal bozukluklara neden olabileceği için bu durum erken tanınmalı ve psikolojik yardım alınması sağlanmalı
    • Çalışanların içsel motivasyonlarını kazanmalarına yönelik sosyal ve kültürel faaliyetler organize edilmeli,
    • Çalışanların iş stresi sürekli gözlemlenmeli ve iş dağılımı buna göre yapılmalı
    • Çalışanların da yönetimin aldığı kararlarda söz sahibi olabilmesi için her yıl  toplantılar ya da anketler yapılmalı

     

    Bireysel olarak yapabilecekleriniz ise;

    • Öncelikle ; “Mükemmel olmak zorundayım, başkalarını memnun etmek zorundayım, kontrolü tekrar elime almam lazım vb.” mükemmelliyetçi düşünce yapınızı değiştirmelisiniz
    • Yapacağınız işi iyi tanımalı, işin sınırlarını, zorluklarını göz önünde bulundurulup, kendi yeterliliğinize ve sınırlarınıza göre  sorgulamalı ve gerçekçi bir bakış açısı ile bakmalısınız.
    • Mesai saati bitiminde kendinize mutlaka 30 – 60 dakika ayırmalısınız.( imkansız demeyin,  farz edin ki mesai bir saat geç bitti )
    • Bu süre içinde yürüyüş veya başka bir spor dalı ile uğraşabilir , sanatsal faaliyetlere katılabilir, arkadaşlarınızla buluşabilirsiniz.
    • Öğle tatilinde farklı kişilerle yemek yiyip, farklı konularda sohbet edebilirsiniz
    • Çocuklarınızla yaşlarına uygun vakit geçirip, onlarla günde en az yarım saat oyun oynayabilirsiniz
    • Hafta sonları yakın çevrenizde kısa tatiller yapabilir, yıllık izinlerinizde mutlaka farklı mekanları, zevkinize göre ilginiz çeken, dinlenebileceğiniz ortamları seçebilirsiniz.
    • Hayatınızda nükteye, mizaha daha fazla yer verebilirsiniz