“Evlilikte Aldatma ve Türleri” konulu bölümüyle “Ruh Cerrahı” programımız Türkiye Klinikleri TV program arşivimize eklenmiştir.
#evlilik #aldatma #drobenejder
“Evlilikte Aldatma ve Türleri” konulu bölümüyle “Ruh Cerrahı” programımız Türkiye Klinikleri TV program arşivimize eklenmiştir.
#evlilik #aldatma #drobenejder
Evliliği bir ilişkiden ayıran en önemli fark; sadece duygusal bir bağa değil, hukuki bir sürece de dayalı olmasıdır. Birlikte çocuk sahibi olmak, ev, araba gibi çeşitli mallar edinmek veya borç sahibi olmak evliliği hukuki bir zemine oturtur.…Bu nedenle anlaşmazlıklar yaşandığında ne yazık ki başladığı gibi güzel ve medeni bir şekilde bitmeyebilir.
Aslında bir ilişkide karşılıklı iletişimin yetersiz olması, kişilik yapılanma bozukluklarının olması ayrılığı ve boşanmayı sancılı bir hale getirir.
Eğer her iki tarafında rızası ile bitmiyorsa bir ilişki; istemeyen taraf için son derece acı veren bir süreç başlar… Kişinin kendisini bırakılan, yetersiz, değersiz, kusurlu hissetmesine neden olur. Ayrılık ve “ bırakılmışlık” hissi onun dünyasında bir kişilik sorununa dönüşür.
“ O beni beğenmiyor ve istemiyorsa, kimse beni beğenmez ve istemez” diye düşünülür. Bir süre sonra değersizlik hissi yerini öfkeye bırakır, karamsarlık ve çökkünlük hali ile geçici depresyon yaşayabilir.
Bazen bu öfkeyi yenebilmek için tekrar ilişkiyi başlatıp, bu sefer bırakan taraf kendisi olmak ister, partnerini kıskandırmak için yoğun çaba göstermeye başlar ve asıl mesajı “ beni kaybettin ama ne kadar değerli birini kaybettiğini fark et” mesajıdır. Ayrıldığı için pişman olmasını ister.
Aslında ayrılık; birini bırakmak değildir. Kimse kimseyi bırakmaz. Bırakıldığını hissedenin de bıraktığını söyleyenin de kendine güvenle ilgili yetersiz duyguları vardır. Bir ilişki karşılıklı özgür irade ile başlar, yaşanır ve karşılıklı anlaşmazlıklarla, hatalarla duygu kaybına sebep olduğunda biter.
Ayrılık Nedenleri
Ayrılık nedeni ve bu süreci atlatış şekliniz daha sonraki ilişkilerinizde ne yaşayacağınızı, nasıl ilişkiler geliştireceğinizi, ne tür sorunlarla baş etmek zorunda kalacağınızı belirler. En sık görülen ayrılık nedenleri:
1. Aldatmak ve aldatılmak: Yaşanılan ilişki içinde her iki tarafın da çözülememiş duygusal sorunu var demektir. Duyguları azalan taraf, bu süreci izleyememiş, duygularının neden azaldığını görememiş, karşı tarafa aktaramamıştır. Karşı taraf ise ilişki içinde eşinin ilgisinin ve duygusunun azaldığını ya fark edememiş, ya da sorgulamamıştır. Her iki taraf da kaybetme korkusuyla problemleri görmezden gelmiş, çözüm yolları üretmek yerine kaçmayı tercih etmiştir.
Ayrılmaya gücü yetmeyen taraf başka bir ilişkiye tutunarak ilişkiden çıkmıştır. Kendini değerli hissetmeye, önemsendiğini, sevildiğini hissetmeye duyduğu yoğun ihtiyaç; aldatmaya doğru sürükler.
Aldatma nedeni ile biten ilişki; taraflardan birine derin bir güvensizlik ve öfke bırakırken, diğerine derin bir suçluluk ve pişmanlık bırakır. Bu durum iki tarafın da geçmişe saplanmasına ve gelecekte sağlık ilişki kurmasına engel olur.
2. Duygu kaybı : Çiftlerden birinin uzun süreli duygusal, cinsel , sosyal ihmali bir diğerinde yorgunluk ve bıkkınlık yaratır. Kendini anlatmak için harcadığı çaba, eşi tarafından
anlaşılamazsa ve sorun hala aynı şekilde devam ederse, bir süre sonra bunun bir kişilik problemi olduğunu , o istemezse değişmeyeceğini anlarsa , ilişkiye olan inancını kaybeder. İlişkiden beklentileri kayboldukça geri çekilir.
3. Aile problemleri : Her ne kadar bir ilişki çiftin özgür iradesi ile başlar diyorsak da toplumumuzda aileler son derece etkin rol oynamaktadır. Ailelerin onaylamadığı bir evlilik , ilişkinin bundan sonraki süreçte devamlı sorun yaşayacağının işaretidir.
Çocuklarının birey olmasına müsaade etmeyen, eğer birey olurlarsa yalnız kalmaktan ve terk edilmekten korkan ebeveynler çocuklarının evlilik sürecini kabusa çevirebilirler. Sanki kendileri evleniyormuş gibi sürecin tamamında yer alırlar, her iki tarafa da söz hakkı tanımaz , sürekli eleştirir, memnuniyetsiz olurlar.
Ayrılık baskısını oluştururlarken sözde çocuklarının mutluluğunu düşünürler ancak tamamen kendi hırslarının ve beklentilerinin kurbanı olurlar. Sonuç; mahkeme salonlarında boşanan çiftler değil ailelerin kendisi olur.
1. Baba bana saygı göster: Yukarıda da belirtttiğimiz gibi kız çocukları babaları ile kurdukları ilişki doğrultusunda erkek-kadın ilişkisi hakkında ilk izlenimlerini edinirler. Eğer çocuğun babası ile olan ilişkisi pozitif yönde ise çocuk kadın-erkek ilişkileri hakkında pozitif izlenimler edinir ve gelecekte erkeklerle kurduğu ilişkilerde özgüvenli tavır sergiler, aksi yönde izlenim edinen çocuk ise gelecekte erkeklerle yaşadığı ilişkilerde özgüven problemi yaşayabilecek ya da kabul sorunu ile karşılaşabilecektir.
2. Eşit haklar: Kadın ve erkeğin eşit haklara sahip oduğunu kız çocuklarının anlayabilmesi için ilk adım babalarla olan ilişkide atılmalıdır. Babalar çocuklarının isteklerini, görüşlerini, düşünce ve duygularını anlamak ve paylaşmak için gerekli ortamlar yaratmalı ve onların haklarına saygı gösterdiklerini ifade edecek davranışlarda bulunmalılar.
3. Anlayış: Babalar genellikle otorite figürü olmayı seçip sadece bazı kurallar çerçevesinde hareket etmeyi tercih ederler, kız çocuklarını anlamayı ve onlarla konuşup sorunları çözmeyi reddederler. Bunun sonuncunda çocuklar babalarından edindikleri izlenimlerle bazı olumsuz fikirler oluştururlar ve gelecekteki erkek-kadın ilişkileri bu olumsuz fikirler doğrultusunda şekillenir. Ancak babasında anlayış gören çocuk, kendine karşı cinse karşı ifade etmeyi öğrenir ve farklı sosyal ortamlarda kendini rahatça ifade edebilir.
Babalık bireye doyum sağlayan önemli bir tecrübedir. Bir erkek için duygusal açıdan alabileceği hiçbir ödül, çocuklarını doğdukları andan, bağımsız yaşayabilecekleri çağa gelinceye kadar gereğince yetiştirebilmek kadar doyurucu olamaz. İyi baba olmak; sevgi, deneyim, sabır ve bilgilenme işidir. Babalık yaşantısı annenin hamile olmasıyla başlar.İşte babalık sorumluluğu da böylelikle başlamış olur.Destekleyen eşin sağladığı rahat ortamla kolay ve sorunsuz doğum arasında olumlu bir ilişki bulunmuştur.
Doğumdan sonra tıpkı annede olduğu gibi, babanın da çocukla duygusal ilişkiyi kurabilmesi için onunla fizik temasa ihtiyaç vardır. Bunun için de çocuğun beslenme ve oyun faaliyetlerinde babanın etkili olması gerekir ki, bazı babalar bu tür işlerin erkek işi olmadığını düşünüp yapmayı reddederler.Nasıl ki ilk iki yıl için annenin varlığı, ilk dış dünya algıları için vazgeçilmezse, ikinci yıldan itibaren babanın önemi de giderek artmaya başlar. Çocuk babayı kendinden farklı olarak algılar anne ise daha çok kendisine benzeyendir. Babanın varlığıyla çocuk, annenin yalnız kendisine ait olmadığını, annenin kendisinden başka kişilerle de ilgilendiğini görür. Bu durum, onda bir iç çatışmaya bağlı olarak huzursuzluk ve sıkıntı hali doğurabilir.
Toplumumuzda kız çocuk ve baba arasındaki ilişkiler mesafelidir. Anne bu ilişkide bir tür arabulucu konumundadır ve aslında biraz da böyle olmasından hoşlanmaktadır. Babanın kız için ne kadar önemli olduğunu bir annenin unutmaması gerekir. Anne her şeyden önce kız çocuğu bir rakip gibi görmemelidir. Özellikle 0-6 yaş döneminde baba ve kızın yakınlaşması için beraber vakit geçirmeleri sağlanmadır. Hatta bazı aktiviteleri baba-kız beraber yapmalıdırlar. Paylaşımlarını arttırmak için yardımcı olabilirsiniz.
Eşinizle sağlıklı bir diyalogunuzun olması kızınızın da erkeklerle sağlık bir iletişimi olmasını sağlayacaktır. Arada bir emniyet subabı görevine soyunmanız onların ilişkisini sekteye uğratır ve aralarındaki mesafeyi arttırır. Bırakın baba kız konuşsunlar, iletişime geçsinler. Bir sorun olunca da bunu beraber çözebilsinler.Siz eşinizi kıskanıyor ve bunu öfke patlamalarıyla belli ediyorsanız kızınız “erkekler güvenilmez” diye bir mesaj alır. Bunun yanında bir de “erkeklere güvenme şöyledirler, böyledirler” derseniz kızınıza erkek düşmanlığını işlersiniz ve yetişkinliğindeki mutsuzluk motifini ortaya çıkartırsınız.
Kızların babalarına düşkün olduğu bilinen ve çeşitli çalışmalarla desteklenen bir gerçektir. Uzmanlara göre babalar kız çocuklarının hayatında ilk erkek oldukları için erkek-kadın ilişkileri adına kız çocuklarına ilk izlenimi veren kişilerdir aynı zamanda. Peki kız çocukları için bu kadar önemli olan bir ilişkinin diğer üyesi olan babalar acaba bu durumun gerçekten farkındalar mı ve gerektiği gibi davranabiliyorlar mı? İşte bu yazıda baba-kız ilişkilerini ele alacağız ve sizlere bazı önerilerde bulunacağız.Baba kız ilişkisi üzerine bir kitap…Jane Grandon’ın 1995 yılında “Sevgili Baba: Baba-kız ilişkileri neden bu kadar önemli?”adıyla yayınladığı kitapta babaları 4 gruba ayırıyor.
Prens babalar: Bu babalar kızları için birer prens, çünkü kızlarına adeta bir prensesmiş gibi davranıyorlar. Nasıl mı? Bu gruptaki babalar kızlarının her istediklerini yapıyorlar, onlarla bol bol vakit geçiriyorlar, onlarla çay partileri yapıp bebekleri ile oynuyorlar, dışarıda bir yere yemek yemeğe gittiklerinde çocuklarının sandalyesini bile geriye çekiyorlar. Grandon’a göre böyle babalara sahip olan kız çocukları büyüdüklerinde babasıyla rahatça konuşabilen, diğer erkeklerle rahatça iletişime geçebilen ve kadın olmaktan mutlu olan bireylere dönüşüyorlar.
Dost babalar: Bu grupta olan babalar kız çocukları ile olabildiğince çok zaman geçiren, onlarla olmakta keyif alan kişiler. Çocuklarını yeni şeyler denemesi ve öğrenmesi için motive eden, onları destekleyen babalar. Ancak bu gruptaki babalar çocukları ile ilgilenirken ve oyunlar oynarken genelde kendi zevklerini ön planda tutarlar ama çocuklarının seçimlerini de geri plana atmazlar. Grandon’a göre böyle babalara sahip olan kız çocukları büyüdüklerinde babasıyla olumlu ilişkilere sahip olan, babasının kendini her zaman destekleyeceğini düşünen bireyler oluyorlar.
Patron babalar: Otorite figürü olmayı seven babaların üyesi olduğu grup burası. Sert, biraz belki birazdan daha fazla dediğim dedik, tartışmaya genellikle kapalı babalardan oluşan grup. Sürekli kaygılardan bahseden ve bazı kuralları aşılamaya çalışan babalar da yine bu grup da! Grandon’ a göre bu tip babalara sahip olan kız çocukları babalarının oldukça sert ve kendilerine karşı eleştirel ama kendilerini seven kişiler olduklarını düşünüyorlar.
Hayalet babalar: bu gruptaki babalar ortada olmayan babalardan oluşuyor. Ne demek bu? Bu babalar, genelde iş gezisinde olan, evde pek bulunmayan ya da vde olup da ya gazetenin arlkasına saklanan ya da televizyonun önüne kilitlenen kişiler. Bu tip babalara sahip olan çocuklar benlik sorunu yaşıyor ve ilişkileri oldukça olumsuz etkileniyor.
Her anne ve babanın hayalidir, çocuklarının bir gün yuvadan uçup, kendi yuvalarını kurması. Ayrı bir evi, ayrı bir hayatı olsun isterler . Ancak teorikte son derece masum olan bu istekleri aşağıdaki iki örnekte olduğu gibi pratikte tam bir kabusa dönüşebilir.
Balayından döndük, sabahın saat 7 sinde telefon çaldı, kayınvalidem eşimi arıyordu ve “oğlum en sevdiğin çorbayı yaptım, saat kaçta geleceksiniz “ diye soruyordu. Doktor hanım 5 aylık evliyiz, kayınvalidem kendisini bir gün görmesek kavga çıkarıyor. Kınada, nişanda, düğünde her şeyi sorun etti, eşim annesiyle benim aramda kaldı. En son annesi “ Oğlum sana kadın çok, ama anne yok “ dedi, bu söz evliliğimizi bitirdi. Artık ipler koptu boşanmak istiyorum.
Eşim sabah ben işe gider gitmez annesinde alıyor soluğu. Akşama kadar onunla oturuyor, kız kardeşleriyle çarşıya çıkıyor, çocuğa çoğu zaman kayınvalidem bakıyor. Her akşam iş çıkışı onları almaya gidiyorum, “ şimdi ev soğuktur, yemek de yok , annemlerde yiyelim “ diyor. Hafta sonları da annesi kardeşleriyle çocuğu özledik diyerek bize geliyor ve bizde kalıyorlar. Evimizde bir düzen kalmadı, ben de kendimi dışarıya atıyorum, boğuldum resmen onların bu vıcık vıcık ilişkisinden .
Daha çiftler birbirlerini tanımadan eşlerinin aileleri ile sorun yaşamaya başlıyorlar. Çoğu zaman çocuklarının evlenip ayrımlaşmasını kabul edemiyor aileleri . Hala yanlarında olsunlar, müdahale alanlarının dışına çıkmasınlar istiyorlar. Dolayısı ile yeni evli çiftler kendi ilişkilerinin sorumluluklarını taşıyamıyorlar.
Sorunlar en çok neden kaynaklanıyor?
Ailelerin damat veya gelini beğenmemesi
Kültürel yapı farklılıkları
Çiftin hayatına ve kararlarına sürekli karış¬maları
Aşırı koruyucu davranmaları
Her şeyi birlikte yapmak istemeleri
Çiftin evine teklifsizce girip çıkmaları
Çiftlerden birinin veya her ikisinin maddi olarak ailelerine bağımlı olmaları
Aynı evde oturuyor olmaları
4 yaşındaki kızını 11 aydır göremediğini söylüyordu bir danışanım. Boşanma sonrası hayatım cehenneme döndü, kızımın kokusuna hasret kaldım, onu bana karşı silah olarak kullanıyor annesi diyordu.
…
7 yıl önce evlendik, daha nişanlılık aşamasında sorunlarımız vardı, aileler bir türlü anlaşamadılar, evdi, eşyaydı, düğün hazırlığıydı derken her şey sorun oldu aramızda. Hep bir umudumuz vardı, evlenince yaşadığımız bu kabus bitecekti. Ama sandığımız gibi olmadı. Ailelerimiz eğer bir çocuk yaparsak evlilik problemlerimizin kaybolacağını, her şeyin düzeleceğini söylüyordu. Sonunda bir kızımız oldu, dünyanın en mutlu erkeği, en şanslı babasıydım. Ancak kabus yeni başlamıştı, bu sefer anneler çocuk bakma yarışına girdiler,kim daha fazla bakacak, çocuk kimi daha fazla sevecek yarışı başlamıştı.Artık ayrı odalarda yatıyor, tartışmamız küçücük bir şeyle başlıyor, ‘ senin annen , senin baban’ la kocaman olup bitiyordu.Aileler de büyük bir soğukkanlılıkla bu iş yürümüyor, gençler anlaşamıyor madem boşansınlar dedi. Eşim ve ailesi “ bu yaptığının cezasız mı kalacağını sanıyordun? “ diyerek çocuğumu alıp gittiler. Babası karakola kızımı dövüyor diye şikayet etmiş, evden uzaklaştırma cezası verdiler. İtiraz dilekçeleri, mahkemeler , davalar , iftiralar, avukatlar derken tam 11 aydır kızımın kokusuna hasretim. Onun babaya ihtiyacı yok, dedesi babalık yapıyor diyorlar. Maalesef ne avukat, ne mahkeme kızımı görebilmemi sağlayamadı. Ben şimdi kızımsız ne yapacağım doktor hanım?
Not: Danışan öyküleri etik ilkeler gereği değiştirilmiştir.
“Evliliğimizde sorun var“, “Beni hiç anlamıyor ” “ Kendimi ona tam ifade edemiyorum” ” Önceden böyle değildi, eşim şimdi çok değişti. ” ” Hiç ilgi göstermiyor, hep beni suçluyor” ” Hayatında başkaları olduğunu düşünüyorum, buna dayanamıyorum “ “ Ayrılmak istiyorum, çocuklarım için katlanıyorum “ gibi cümlelerle gelirler çiftler terapi odasına…
Bazen de asıl sorunu örterek; depresyon, psikosomatik şikayetler ( baş ağrısı, kalp çarpıntısı, baygınlık hissi , v.b.gibi) veya fobik reaksiyonlarla bize başvururlar. Çiftlerde ortaya çıkan bu gibi sorunlar, aslında problem diye görülmeye başladığı zamandan çok daha öncelerde başlamıştır. Fakat yaşam döngüsünün çeşitli devrelerinde (evlilik, çocukların doğumu, çocukların okulu, eşlerin iş-meslek rolleri, geleceği yapılandırma) çiftler belirli amaçlar üzerine odaklandıklarından ilişkinin yürümesini engelleyen “nedenleri ” görememişler ya da görse de farketmemeye, fark etse de bir süre sonra bunun değişeceğine kendini inandırmaya çalışmışlardır. Bir gün bu yaşam döngüsü içinde ani ve büyük değişimler, zorlanmalar ya da kayıplar yaşandığında , çiftler o ana kadar belki de hiç yapmadıkları, yada bazen düşündüğü hatta bazen deneyime geçirdiği “kendinin farkındalığı” üzerine yoğunlaşmaya başlamışlardır. Bir de eğer yaşanılan problemlerin temelinde cinsel işlev bozuklukları ( cinsel isteksizlik, vaginusmus, erken boşalma, orgazm olamama ) yatıyor ise ilişkide o ana kadar çıkıp da baş edilebilen sorunlar bir anda üstesinden gelinemez bir hal almaktadır.
Çözüm noktasında ise eskiden aile büyükleri ya da dışarıdan kişiler devreye girerdi. Ancak geleneksel yaklaşımlar ve çözüm önerileri yetmemeye başladı çünkü zamanında ve doğru müdehaleler ile farkındalıklar kazandırılamaz ve çözümler işlevsel olmaz ise benzeri sorunlar yeniden görülmekte ve her seferinde daha büyük bir dalga halinde evlilik kurumunu tehlikeye düşürmektedir. Her ne kadar
Türk toplumunun büyük kısmı “ Ben deli miyim? “ diyerek kaçsa da , gerçeklerle yüzleşmek istemeyerek sorumluluğu karşı tarafa atsa da , çiftler problemlerine objektif yaklaşabilecek , farklı bir bakış açısı getirebilecek profesyonel Aile ve Evlilik Terapistine ihtiyaç duymaktadırlar.
En çok merak edilen sorular: Terapistler nasıl yaklaşıyor? Terapi odasında neler oluyor?
Burada esas nokta çiftin terapi odasına getirdiği sorun, gerçekten sorun mudur? Sorun kime göre sorundur? İçsel çatışmaların bir ürünü müdür? Yoksa evlilik en baştan yanlış bir zeminde mi kurulmuştur? Bütün bunlara cevap alabilmek için ilk olarak aile genogramını çıkarıyor ardından da geçmiş yaşantıların öyküsünü alıyoruz. Evliliğin kuruluş aşamasındaki önemli kilometre taşlarını belirliyor ve bu güne kadar yaşanılan ilişki krizlerinin nasıl atlatıldığını yani çiftlerin kriz çözme becerilerini ölçüyoruz. Daha sonra çiftleri ayrı ayrı alarak ayna yöntemi ile karşı tarafı yargılamadan, suçlamadan sadece kendi dünyalarında neler olduğunu anlayabilmelerini sağlayacak içsel yolculuklarına eşlik ediyoruz. Böylece aslında karşılanmayan ihtiyaçlarının neler olduğunu, hangi yanlış düşünce , tutum ve davranış içinde olduklarını fark ediyorlar. Aynı dili konuşabilmek adına hem terapi odasında bilgilendirmeler yapıyor, hem de bilişsel değişikliklerine katkıda bulunacak uygun kaynaklar öneriyoruz. Sonra da çözüm yollarını birlikte irdeliyor, mutlaka ev ödevleri vererek terapi odasında gerçekleşen düşünsel değişimlerin davranışlara aktarılarak pekişmesine yardımcı oluyoruz. Bu bilişsel ve davranışçı terapi tekniklerinin yanı sıra çeşitli psikoterapi tekniklerini de altta yatan başka problemlerin tanımlanması ve çözümlenmesinde kullanıyoruz.
Eşim katılmak istemiyor, mutlaka birlikte mi gelmeliyiz?
Eğer terapi programına katılmaya eşlerden biri isteksiz ise, evlilik danışmanlığı diğer eşle yürütülebilir. Böylece bir eşle terapist arasında iletişim kanalları açık kalarak evlilik sorunlarının çözümü konusunda çifte müdahalede bulunma imkanımız olur. Ama araştırmalar göstermektedir ki, çiftin birlikte evlilik danışmanlığına devam etmesi, evlilik sorunlarının çözümünde, tek bir partnerin kişisel danışmasına göre daha etkilidir. Çünkü sadece evde gerçekleşen olayları dinlemenin yanı sıra seanslar sırasında çiftin iletişim ve etkileşimindeki bozuk yapıları gözlemleyebilmek ve bu bozukluklara yerinde müdahale edebilmek de terapinin başarısını arttıracaktır.
Unutmayalım ki toplumsal mutluluğumuz, refahımız ve güvenliğimiz sağlıklı aile yapısı ile mümkündür. Sağlıklı çocuklar sağlıklı evliliklerde yetişir, sağlıklı evlilikler de sağlıklı bireylerden oluşur. Evliliğinizde yaşanılan problemler kangrene dönüşmeden önce fark edip, çözüm yollarını aramanız dileği ile…..
Son zamanlarda eşinin eve geç gelmesinden şikayet eden danışanım; “ artık eşim bana eskisi gibi romantik davranmıyor, uzun saatler işte kalıyor. Sonra da eve gelip , yorgunum diyerek yastığını alıp başka odaya gidiyor. Anlamıyorum bu adam neden bu kadar değişti ? ” diye soruyordu.
Eşini dinlediğimiz zaman ise; “ doktor hanım, eşim anne olduktan sonra çok değişti. Evde sürekli eşofmanla dolaşıyor, yemek ve temizliğe takmış durumda. Sürekli beni kontrol ediyor. Öğlen yediğim yemekten, giydiğim kıyafete kadar bir çocukmuşum gibi müdahale ediyor. Oğlumuz doğduğundan beri 3 kişi bir yatakta yatıyoruz. Bazen geceleri üzerimizi örtüyor. Boğulduğumu hissediyorum” diyordu.
Eşinizi çocuğunuz gibi görmeyin
Bazen kadınlar anne rolüne öyle kaptırırlar ki kendilerini , eşlerine de tıpkı çocuklarına davrandıkları gibi davranırlar. Onu korur ve kollarlar, her istediklerini anında yapmaya çalışırlar. Aşırı derecede verici ve fedakar olurlar. Bunu kendilerince problem etmezler ama en küçük fırsatta da şikayet ederler.
Başlangıçta bu ilgi ve alaka erkeklerin hoşuna gidiyor gibi görünse de bir süre sonra eşlerini, hayat arkadaşları, aşık oldukları kadın gibi değil de anneleri gibi görmeye başlarlar. Bu durum çiftin arasındaki sağlıklı iletişimi azalttığı gibi cinsel enerjiyi de azaltır.
Kendinize bir sorun;
• Eşinizin, yemek yeme, giyinme tarzı ve diğer konularında bir anne gibi üzerine düşüyor musunuz?
• Sürekli onu kontrol etme ihtiyacı duyuyor musunuz?
• Bir anne şefkatinde yaklaşıyor, koruyup kolluyor musunuz?
• Eşinizin adına, onun iyiliği için ama ondan da habersiz, çeşitli kararlar alıyor musunuz?
• Yatak odanızda çocuklarınızla uyuyor, eşinizi oturma odasında yatmaya mecbur bırakıyor musunuz?
Eğer cevabınız “EVET “ ise hemen bu gün bir değişim kararı alın.
Unutmayın ki onun bir annesi zaten var, ikinci bir anne sevgisine değil, hayatı paylaşacak, onu tutkuyla seven bir sevgiliye ihtiyacı var.
En eski çağlardan bu yana , gölge gibi peşimizi bırakmayan aşk…Temelinde yalnız ana-babamızın değil, ondan önceki sayısız kuşağın da ağır mirasını barındırıyor. Yüreğimizde uyuklayan , zaman zaman bilinç dışına taşan duygular, nice tarihi aşkların mirasını kanıtlıyor.
Aşkı merak etmek, büyük ve özel soruları dile getirmek , insanların ruhlarının en derinini merak etmek değildi sadece, aynı zamanda kavgayı, savaşı, iktidarı, dini, ölümü de merak etmekti.
Aşkın ayak izlerini ararken, noter belgeleri ve nüfus cüzdanları aşkı aşk olmaktan çıkarıp değersiz kayıtlara dönüştürmeye başlamıştı bile. Geriye sanat ve edebiyat kalıyordu bir tek; mektuplar, günlükler, şiirler, şarkılar, tablolar , resimler , heykeller….
Tarihçiler aşkın kırıntılarını hep aradılar, yapılan kazılarda, çanak- çömlek kırıklarında , süs eşyalarının kalıntılarında , taşlara oyulmuş resimlerde…Ancak kökenine dair ne bir iz, ne bir fosil , ne de bir anlatı bulamamışlar. On milyonlarca yıl önce bir gün, belki de bir gece, bir el oynadı, bir söz söylendi , bir duygu doğdu…Sonra da bu derin duyguya “ aşk” mı dediler acaba?
Aşkın tarihine dair pek çok kaynak araştırdım, En derli toplusu Dominique Simonnet ve arkadaşlarının derledikleriydi. Aşkın tarihini “Duygu( Aşk ), Evlilik, Cinsellik(Haz)” gibi üç kelimede özetliyorlardı. Ama yaşanmışlığı öyle üç çerçeveye oturtuyorlardı ki ; katılmamak mümkün değil…
• Aşkın da hazzın da olmadığı evlilikler
• Haz barındırmayan aşk evlilikleri
• Evlilik olmadan yaşanan aşkın hazzı…
Aşkın da hazzın da olmadığı evlilikler :Prehistorik dönemlerde, erkekle kadın arasında duygulara hele de hazza yer yoktu, evliliklerin kurulmasındaki amaç, çocuklar dünyaya getirmek, mirası ve soyun devamını güvenceye almaktı. Böylece; aşkın da hazzın da olmadığı evlilikler yapıldı.
Haz barındırmayan aşk evlilikleri : Rönesans döneminde ; cinsel baskılar arttıkça, küçük küçük isyanlar başladı. Kadın ya da erkek evleneceği insanı sevse, nasıl olurdu? Çıkar evliliği yerine aşk evliliği onlara ne kaybettirirdi? Ancak hala cinsellikte haz kabul edilemezdi , böylece haz barındırmayan aşk evlilikleri yaşandı.
Evlilik olmadan aşkın hazzı : Yirminci yüzyılın başlarında , cinselliğin üstündeki örtü kalkmaya başladı ve zincirler kırıldı, bedenlerin ve zihinlerin özgürleşmesi hızlandı. Evlilik olmadan aşkın hazzı yaşanmaya başlandı. Ancak bu sahnenin ters yüzü de tuhaftı, geçici bir hevese dönüştü, bu sefer de bedeli aşk ödedi…
Ya bu gün yolun neresindeyiz? Hala evliliklerin bir çoğu çocuklar dünyaya getirmek, mirası ve soyun devamını güvenceye almak amacıyla kuruluyor, genellikle kadınlar ( erkekleri de yadsıyamayız) aileleri tarafından zorla evlendirilmeye çalışılıyor. Ya da mantık evliliği yaptım masalı ile kendilerini kandırmaya devam ediyor …
Aşk evliliği olarak başlayan evliliklerde ise çiftler duygusal beslenmelerine devam etmediklerinde, birbirlerine karşı duyarsızlaşmaya başlıyorlar, evlilikleri rutin bir hayata dönüşüyor, içinde haz barındırmayan, tek düze, sıkıcı …
Evlilik olmadan aşkın hazzını yaşamaya çalışanlar, iki arada sıkışıp kalıyor, toplumsal baskılar mı, yaşamak istedikleri aşk mı? İki uç da keskin bıçak, hangi yöne gitseler canları acıyor.
Aşkın tarihi yolculuğunun sonunda insanoğlu, her üçünü de istiyor… Yani; haz veren, aynı zamanda da evlilikle de sonuçlanacak, kalıcı bir aşk…
Her üçünü de bulmanız dileğiyle…